Tatbikat Sahnesi, 20. İstanbul Tiyatro Festivali’ne bu yıl iki farklı oyunla katıldı. Etiler Nispetiye Caddesi’ndeki salonlarında sundukları ilk çalışmaları ünlü Fransız yazarı Jean Genet’nin tanınmış yapıtı “Hizmetçiler”di. İkincisi ise bizden bir yazarın Ceren Ercan’ın kaleme aldığı “Köpeklerin İsyan Günü”ydü.
5 Mayıs Perşembe akşamı izlediğimiz yapım, Genet’in Fransızcası “Les Bonnes” olan yapıtından yeniden kurgulanmış “Hizmetliler” adını taşıyordu. Metnin dramaturgisini yaparken değişik bir kurgu arayışına giden Elvin Beşikçioğlu, Binnaz Dorkip ile birlikte oyunu kotarırken “Hizmetliler” adını kullanmayı uygun görmüştü nedense. Ayrıca üç kişilik oyunu iki kişiye indirgemişlerdi.
Jean Genet’nin 1947 yılında yazdığı metin, konusunu gerçek bir olaydan “Papin Kardeşler Cinayeti”nden alıyordu aslında. 1933’de Fransa’da; sessiz, sakin, kendi halinde görünen Christine ve Lea Papin kardeşlerin işledikleri akıl almaz cinayet herkesin kanını dondurmuştu. Le Mans’ta yanlarında yedi yıl boyunca hizmetçi olarak çalışan iki kadın, evin sahibesini ve onun kızını vahşice öldürmüşler… Bu olay, ülke çapında büyük gürültü koparmış, Jean-Paul Sartre ve Jacques Lacan gibi pek çok entelektüeli de derinden sarsmıştı. Öyle ki bu cinayet ilerde Lacan için çalışmalarına ilham kaynağı olacaktı.
Gazetelere yansıyan haberlere göre; uzun süre itaatkâr bir biçimde çalışan, evin hanımından hiç şikayetçi olmayan, sık sık kiliseye giderek dini vecibelerini yerine getiren bu iki kız kardeş, kurbanlarının gözlerini canlı canlı oyup, onları bıçak ve balta ile öldürmüş, cesetleri ise daha sonra korkunç bir halde bulunmuştu.
Yakalanıp mahkemeye çıkarıldıklarında babalarının geçmişte üçüncü kız kardeşlerine cinsel tacizde bulunduğu ve hakim önünde yargılandığı ortaya çıktı. Zaten iki kız kardeş arasında da ensest bir lezbiyen ilişki olduğuna dair birtakım söylentiler ve kuşkular vardı. Papin kardeşlerden cinayete azmettirmekle suçlanan Christine, yaşam boyu hapis cezasına çarptırılmış, ama bir süre sonra cezaevinden çıkarılıp akıl hastanesine kapatılmış, Lea ise cezasını çektikten sonra özgürlüğüne kavuşarak, başka bir adla kalan ömrünü tamamlamıştı.
Bu olaydan başarılı Fransız yönetmen ve oyuncu Louis Jouvet’nin de etkilendiğini biliyoruz. Hapishanedeyken kendi yaşam öyküsünden esinlenerek çok yakından tanıyıp bildiği yeraltı dünyasını son derece ürpertici şekilde romanlarında anlatan Jean Genet’ye yıllar sonra söz konusu cinayetten yola çıkarak bir oyun yazmasını istemiş… O da sipariş üzerine olanlara kayıtsız kalmayarak hunharca işlenen cinayetin dehşetini öne çıkarmadan iki kadının mahkeme sürecindeki hallerini, tavırlarını büyüteç altına alıp kağıt kaleme sarılmıştı. Genet’nin bir yazar olarak ilgisini çeken nokta, onların işledikleri suçu itirazsız kabul ederken, hanımefendilerine karşı duydukları öfke ve kinin altında yatan gerçekleri yargıçların önünde tüm çıplaklığıyla ifade edememeleri olmasıydı.
Olayda görünenin değil görünmeyenin ardına düşen Genet’nin bu çalışmadan müthiş bir iş çıkardığını söyleyebiliriz. Hanımefendilerini öldürmeyi tasarlayan iki kız kardeşin cinayet öyküsünü sahneye getirirken, kendine özgü bakış açısıyla var olan malzemeyi iyi değerlendirip uyumsuz tiyatronun en yetkin örneklerinden birini ortaya koydu. Salâh Birsel’in “Hizmetçiler” diye dilimize aktardığı oyun, ilk kez savaştan sonra 17 Nisan 1947 tarihinde Fransa’nın en önemli tiyatro adamlarından Louis Jouvet’nin rejisiyle Paris’te “Athénée Tiyatrosu”nda “Les Bonnes” adıyla görücüye çıktı. Sahne tasarımını Christian Bérard’ın yaptığı yapım, olağanüstü bir oyunculukla sergilendi. Seyircinin büyük beğenisini kazanan “Hizmetçiler” Genet’ye tiyatro dünyasının da kapılarını aralamasını sağladı. O, sadece sıradışı bir romancı değil, aynı zamanda aykırı bir oyun yazarıydı da artık.
“Hizmetçiler” Genet’nin öldürme edimini hapishanedeki suçlular arasında ele alıp işlediği “Sıkıgözetim”den sonra yazdığı ikinci verimiydi. Bir hücrede geçen tek perdelik ilk yapıtında yazar, üç erkek mahkumun ilişkilerini ve suçun hiyerarşik yapısını inceliyordu. Çok katmanlı bir bütünlüğe sahip olan “Hizmetçiler”de ise Genet, sınıfsal bir yaklaşımdan ziyade iktidar ilişkisi çerçevesinde şekillenen güçlü-güçsüz, ezen-ezilen, efendi-köle ve erkek-kadın çatışması üzerinden ilerleyen “oyun içinde oyun” olarak kurguladığı çevrimsel bir metin oluşturmuştu.
Jean Genet’nin “sırdaşların tragedyası” diye nitelendirdiği “Hizmetçiler” üç kişilik bir oyundu.
“Sıkıgözetim”in tersine bu kez oyun kişilerini üç kadın oluşturuyordu. Metinde bir de sahnede görünmeyen ama varlığından haberdar olduğumuz dördüncü oyun kişisi vardı. Bu ev sahibinin hapiste yatan kocasıydı. Yazar, hanımefendilerine sevgi-nefret ikileminde pek sağlıklı olmayan hayranlık duygularıyla bağlanmış iki hizmetçi kız kardeşin Claire ve Solange’ın gerçek ve düşlerle dolu fantezi dünyalarından bir bölüm sunuyordu bize.
Oyun, alımlı ve zarif ev sahibinin XV. Louis üslubunda döşenmiş odasında başlıyordu. Hanımefendi oldukça buyurgan, onu giydiren hizmetçisi Claire ise oldukça yaltaklanan bir görünümdeydi. Ritüeli andıran havada geçen ilk sahnede; ikisi de birbirlerine karşı alaycı bir konuşma tutturmuş gibiydiler… Claire’in hanımefendisine attığı tokatla şiddetlenen sahne, çalar saatin sesi ile kesintiye uğruyordu. Her şey bir yanılsamadan ibaretti. Çünkü ev sahibesi olarak gördüğümüz kişi, hanımefendinin yokluğunda onu canlandıran Solange’dan başkası değildi.
İhbar ederek sevgilisini içeri tıktırdıkları hanımları sokaktayken, sırayla kendi aralarında ona hayranlıkla yarandıkları ve sonunda nefretle başkaldırdıkları bu kimlik değişimi oyununu oynuyorlardı. Bazen Claire hanımefendi olurken Solange Claire oluyor, bazen de tam tersi gerçekleşiyordu. Yine bu oyunu oynarlarken telefon çalıyor ve Beyefendi’nin kefaretle serbest bırakıldığını öğreniyorduk. Aldıkları haberle dehşete düşen hizmetçiler, muhbirlikleri ortaya çıkmasın diye hanımefendi dışardan eve gelince onu öldürmeye karar veriyorlardı. Tek çare gardenyalı çayla zehirlemekti. Hanımefendi eve geldiğinde kocasının salıverildiğini ondan sakladılar, ama hazırladıkları çayı tam içecekken o, telefon fişinin çekili olduğunu gördü. Bunun nedenini sorarken, hizmetçilerden biri Beyefendi’nin hapisten çıktığını yanlışlıkla ağzından kaçırdı. Bu haber üzerine çayı içmeyi unutan hanımefendi, beyefendiyle buluşmaya gitti. Hizmetçiler baş başa kalınca tekrar rollerini değiştirerek, daha önce oynadıkları oyuna geri döndüler. Bir var oluş biçimine dönüşen bu oyunda, biri diğerini ötekileştirirken diğeri onu ezen kişi yerine geçiyordu. Efendi-köle ilişkisi içinde cereyan eden yer değiştirme seanslarından birinde Solange Hanımefendiyi öldürmeye kalkmış, ama başarılı olamamıştı. Şimdi bu eylemi bir kez daha denemeye kalkıyorlardı; çünkü buna mecburdular, içerideki hanımefendilerinin sevgilisi dışarı çıkacaktı. Böylece onu kendilerinin ihbar ettiği anlaşılacaktı. O yüzden gerçek hayatta hanımlarını gardenyalı çayla zehirleyerek öldürmeye teşebbüs etmişler, ama hanımefendi bu çayı içmemişti. Claire tekrar oynadığı role dönerek, hanımefendinin yerine geçiyor, Solange’dan kendisine çay yapmasını istiyordu. Toplumun aşağıladığı hizmetçilikten ancak suç işleyerek kurtulabileceklerine inandığından, gündelik ilişkilerinde hanımefendiyi hep öldürmeyi arzu eden Solange’dan bunu yapmasını buyuruyordu. Böylece evlerinde çalışan hizmetçileri tarafından ölüme yazgılı bir kurban olan hanımefendi yani Claire, bu beklenen sona kavuşmuş olacaktı. Tabii Claire’in kişiliğinde somutlanan bu ölüm, sadece düşsel dünyada kazanılmış bir başarıydı.
Genet, “Hizmetçiler”de hizmet edenlerin, kendisini ezen burjuva sınıfına karşı düşsel bir evrende de olsa savaşımının mümkün olduğunu göstermeyi deniyordu. Bunu yaparken de gerçek yaşamdaki ezilmeyi bir “oyun” olarak algıladığından, onların başkaldırısını “oyun içinde oyun” şeklinde veriyordu.
Her yaştan seyircinin ilgisine mazhar olan “Hizmetçiler” eleştirmenlerin de dikkatinden kaçmadı. Romanlarının ve “Hizmetçiler”in kazandığı başarı onun birçok dile çevirilmesine neden oldu. Jean Genet’nin ünü oyun yazarı olarak ülke sınırları dışına yayıldı. Ancak Jean Genet, tiyatro için oyun yazmayı bırakmış gibiydi sanki. Oysa “Hizmetçiler”den sonra “Sıkıgözetim” de ilk kez Şubat 1949 yılında “Théâtre des Mathurins”de sahnelenmişti. Ama o, bu iki deneyimin ardından tiyatroya ve tiyatroculara bir süre mesafeli yaklaşmayı tercih etti. Jean Genet, suskunluğunu 1955 ile 1961 arasında yazdığı üç metinle bozdu. Bunlar “Balkon (1956)”, “Zenciler (1958)” ve “Paravanlar (1961)”dı.
Genet, “Sevmiyorum tiyatroyu.” derken bu sanatı değil o günkü geleneksel (conventional) tiyatro anlayışını kastediyordu. Onu oluşturan ögelerin yetersizliğinden, içten olmayan temsil biçimlerinden, sözlerin derinlikli kullanılamayışından ve jestlerin belli kalıplar içine sıkışmışlığından dem vuruyordu. O zamana kadar yazdığı iki oyunuyla (“Sıkıgözetim”, “Hizmetçiler”) alışılagelmiş tiyatroya ve seyirciye kendince uyarıcı bir tokat indirmişti. Yıkıcılık konusunda Antonin Artaud’nun 1930’larda ortaya attığı “Vahşet Tiyatrosu” deneyi ile ortak özellikler taşıyordu. Tıpkı Artaud gibi Genet’de bir oyun yazarı olarak Aristotelesçi tiyatroya yani Brecht’in deyimiyle dramatik tiyatroya karşı çıkıyor, özdeşleşme (katharsis) yoluyla arınmayı yadsıyordu. Kapalı biçimin yerine “oyun içinde oyun”u öneriyordu. Amacı bir şekilde seyirciyi rahatsız etmekti. Üstelik Artaud’nun yarım kalmış projesinden daha etkili, daha vurucuydu Jean Genet’nin tiyatrosu. Çünkü oyunları birçok yerde peş peşe sahnelenip, rağbet gördükçe daha çok insana ulaşıyordu. Genet, bir kışkırtıcının tüm ustalığıyla sahneden seyircilerin düşünce ve duygularına saldırıp onları sarsarken aynı zamanda büyülemek istiyordu.
Jean Genet, ülkemizde adını ilk kez “Hizmetçiler”le duyurdu. 1964 yılında Devlet Tiyatrosu tarafından Başkentlilere sunulan yapıt, daha sonra pek çok ödenekli tiyatroda ve özel topluluklarda oynanıp, birbirinden farklı yorumlarla sahnelendi.
İşte ilk temsilini 7 Şubat 2016’da Ankara’daki salonlarında yapan “Hizmetliler”, Mayıs ayında 20. İstanbul Tiyatro Festivali programına seçilen bir oyun oldu. Jean Genet’nin “Hizmetçiler” adlı yapıtından Elvin Beşikçioğlu tarafından yeniden kurgulanan metin, bu kez “Hizmetliler” adıyla seyirci karşısına çıktı. Tatbikat Sahnesi’ndeki reji çalışmasını Binnaz Dorkip ile paylaşan Elvin Beşikçioğlu, aynı zamanda oyunun dramaturgisini de gerçekleştirdi. Ayça Eren ve Melih Efeçınar’ın performanslarıyla sunulan yapımın kostüm tasarımını Binnaz Dorkip, ses tasarımını Onur Yüce ve ışık tasarımını Mustafa Bal üstlendi. Reji asistanı olarak da Güneş Uydaş görev aldı.
“Hizmetliler” İstanbul’daki Tatbikat Sahnesi’nde perdesiz, üç kenarına oturma yerlerinin dizildiği çıplak bir sahnede sergilendi. Doksan dakikalık oyun, tek bölüm halinde arasız olarak seyirciye sunuldu. Salona girdiğimizde podyumu andıran yükseltinin üzerinde yere uzanmış kaşık pozisyonunda uyuyan iki oyuncu göze çarpıyordu. Erkek ve kadın olmalarına karşın cinsiyetlerini öne çıkarmayan bir örnek iç çamaşır giymişlerdi. Yanlarında renkli kumaşlardan oluşmuş elbiseler vardı. Kadın önde, erkek oyuncu ise onun arkasında yatıyordu. Koltuklarımıza oturduktan sonra, dikkatimizi çeken ilk şey “şimdi” ve “burada”yı bütün salona anımsatan metronomun sesiydi. Çalar saatin ziliyle doğrulan oyuncular, sahnenin ortasına yöneldiklerinde ilk sahnenin başlamış olduğunu anladık. Üç kişilik oyunu iki kişiye indiren yönetmenlerden Elvin Beşikçioğlu ve Binnaz Dorkip, evin sahibesi olan Hanımefendi’yi metinden çıkartarak bütün öyküyü iki hizmetlinin üzerinden anlatmayı tercih etmişti.
Oyunu yeniden kurgulayıp, dramaturgluğunu da yapan Beşikçioğlu, yeni bir okumaya tabii tuttuğu “Hizmetliler”le ilgili bir gazeteye yaptığı açıklamada; kısır döngü bir yaşamın içine sıkışmış iki kişiyi ele aldıklarını dile getirirken“Gerçekle oyunun, oyunla kurgunun sınırında var olmaya çalışan hizmetlilerin bir öteki hikâyesi olduğunu” belirterek Lacan’cı düşünceye göz kırpıyordu. Metinde sürekli bir ötekileştirme durumuyla karşı karşıya kaldıklarını söyleyen yönetmen “Kim kime göre öteki. Oyun devamlı yeniden başlıyor. Hiçbir zaman bitmiyor. Bir kuantum gibi. Devam ediş de başkalarının dünyasına girişle oluyor. Kısır döngü sürüp gidiyor.” diyor ve yapıtın çevrimselliğine işaret ediyordu.
Tatbikat Sahnesi “Hizmetliler”i deneysel bir çalışmayla sergiledi. Postdramatik tiyatro anlayışıyla yorumlanan oyun, Peter Brook’un deyimiyle boş alanda dekorsuz ve müziksiz olarak sadece iki kişinin performansıyla sunuldu. Genet’nin istediği imgeler düzeni, gösterime büyük bir devinim katıyordu kuşkusuz. Oyuncular, görüntüyü yansıtan bir zeminde, oyunun tamamına yakınını dizlerinin üzerinde oynadılar… Oyun kişileri arasındaki seviye farkını gözler önüne sermek için tercih edilen bu seçim, altı aylık bir emeğin sonucuydu. Ayça Eren ile Melih Efeçınar, ses ve bedene dayalı bu zorlu performansta iki hizmetliyi eşine az rastlanır bir uyum içinde sergilediler. Törensi bir havada “ben”i ve “öteki”ni canlandırırken zihinlerinde oluşan hanımefendiyi “oyun içinde oyun” şeklinde gayet iyi kotarmışlardı. Bunda iki hizmetlinin giydiği kostümlerin de payı büyüktü.
Tatbikat Sahnesi tarafından yalın bir anlatımla aktarılan “Hizmetliler” yeni uygulamalara açık seyircinin kolaylıkla beğenisini kazanacak bir yapım… Gerek rejisine gerekse oynanışına şapka çıkarttığımız oyunu festivalde göremedim diyenlere, önümüzdeki tiyatro sezonunda mutlaka izlemelerini öneriyoruz.