15. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali kapsamında 20 Şubat Cumartesi günü Depo’nun ev sahipliğinde düzenlenen “Görüntünün Eylemi” başlıklı etkinlikte, farklı coğrafyalardan buluntu görüntülerin, belgesellerin ve videoların yer aldığı film gösterimlerinin ardından yapılan söyleşide katılımcılar, “Görüntü yalan söyler mi?” sorusunu video eylem pratiği, arşivleme ve imajların güncel kullanım alanları çerçevesinde ele aldılar.
Moderatörlüğünü Nagehan Uskan’ın üstlendiği oturumda Alper Şen, Belit Sağ, Güliz Sağlam, Hande Sakarya, Oktay İnce ve Özge Çelikaslan, video eylem pratiğinin Türkiye’deki tarihinden başlayarak bugün geldiği noktayı değerlendirdiler, imajların toplumsal hafızada kendisine nasıl yer bulduğuna dair soruları dinleyicilerin yorumlarıyla birlikte tartıştılar.
Oktay İnce, Kara Haber video eylem grubunun 2000’deki ölüm oruçlarıyla birlikte başladığını anlattı. “Bir şeyler yapmalıyız” iç güdüsüyle çekimlere başladıklarını, bu süreçte kamera kullanmayı bile bilmediklerini ve sadece olanları kayıt altına alma arzusuyla hareket ettiklerini söyledi. İnternete video yüklemenin o dönemde bu kadar kolay ve yaygın olmaması sebebiyle görüntüleri İstanbul Indymedia’ya yüklediklerini, gelen gösterim talepleri sebebiyle de ufak montajlara başladıklarını anlatan İnce, bugün artık tüm bu sürecin nasıl yapılması gerektiğini anlatan kılavuz el kitapları olduğunu dile getirdi. Son birkaç senedir Ankara’da Seyr-i Sokak olarak çekim yaparak görüntüleri topladıklarını belirttikten sonra, video aktivizm ve video eylem arasında bir fark olduğunu düşündüğünü söyleyerek, video aktivizmin daha çok tanıklıkları öne çıkaran bir kavram olduğunu, video eylemde ise görüntülerin eylemin bir parçası olarak tekrar tekrar kullanıldığını belirtti. Video eylemcinin de diğer bütün eylemciler gibi mücadelenin içinde olduğunu ve kameralarının mücadele araçları olduğunu vurguladı.
“İki taraf da aynı görüntüye bakıyor ve farklı şeyler okuyor.”
İmajları görme biçimleri üzerine çalışmalar yürüten Belit Sağ, film gösterimine katıldığı videosunda da ele aldığı sansür konusuna değindi; hangi imajlar gösteriliyor, hangileri gösterilmiyor ve buna kim karar veriyor? Sokağa çıkma yasaklarının bölgeden çıkacak olan görüntülere de doğrudan bir müdahale olduğunu belirten Sağ, insanların çekim yapamadığını, kapanan baz istasyonları dolayısıyla görüntüleri bölgeden aktaramadıklarını ve böylelikle de devletin istediği görüntüleri, kendi yazdığı metinlerle, servis ettiğini söyledi. Aynı zamanda bölge halkının görüntüler aracılığıyla acil yardım talep ettiğini ve eğer o görüntüler kullanılmayacaksa çekim yapılmasına da artık tepki duyduklarını vurguladı.
Çekim yapmanın ötesinde bölgeden görüntü aktarmanın da tek başına bir eylem pratiği olduğunu söyleyen Alper Şen, bütün bu süreci bir görme eylemenin tezahürleri olarak değerlendirdi. Görüntülerin arşivlenmesinin de, bu bağlamda, görme eylemenin kalıcılaştırılması olarak ele alınabileceğini belirtti. Şen’e göre, eylemde yapılan çekimler ile kurmaca filmler arasındaki en büyük fark yabancılaşma duygusunda yatıyor. Bu noktada, kurmaca filmde eylemi değil, filme dair akışı, kurguyu, görüntü seçimlerini konuşacağımızı savunuyor. İzlenilen bir görüntünün “orada neler oluyor?” duygusuyla merak uyandırmamasının, video eylemciliği açısından, sıkıntılı olacağını düşünüyor.
Birbirinden farklı yüzlerce arşivleme pratiği olduğunu belirterek söze başlayan Özge Çelikaslan, bak.ma’nın nasıl ortaya çıktığını ve nasıl çalıştığını anlattı. Arşivin yeni film ve belgesel üretimine katkı sunmasını istediklerini belirttikten sonra Artıkişler Kolektifi tarafından hazırlanan Tekel Direnişi 78 gün videolarına dikkat çekti. Belgeselin buluntu görüntülerden oluştuğunu vurgulayan Çelikaslan, bu kayıtların, polis baskını sonrası kaybolan birçok görüntünün ardından, sendika.org’un arşivinde kalan kasetlerden kurtarıldığını söyledi. Bunun gibi toplumsal mücadelelerin pek çok kaydının bir an önce dijitale aktarılması ihtiyacının altını çizdi. Yeniden gerçekleşebilecek el koymalar ve zaman içinde kasetlerin tozlanarak görüntü kalitelerinin bozulması gibi sebeplerden acil olarak dijitale aktarılarak arşivlenmeleri gerektiğini vurguladı. bak.ma veritabanının 2014’te kurulduğunu ve hızla ellerindeki görüntüleri buraya aktardıklarını anlattıktan sonra, arşivlemenin bir virüs gibi olduğunu, yaptıkça daha fazla görüntüyü arşivleme isteği doğduğunu söyledi. Arşive yönelik farklı teorik yaklaşımlar olduğunu vurgulayan Çelikaslan’ göre “bunlardan biri halkın katılımıyla yapılan ve bu pratiğe anti-arşivleme diyen, diğeri zihnimizdeki arşiv imajını (kapalı, girilemeyen devlet arşivleri) yıkıp yeni bir arşiv tanımı yaratılması gerektiğine inanan yaklaşım” ve bak.ma, bu iki yaklaşım arasında bir yerde kendisine yer buluyor.
“Bir şekilde aktarmaya çalışıyoruz, elimizden bu geliyor.”
bak.ma arşivine yüklenen son görüntüleri Cizre’den getiren Güliz Sağlam, video eylem pratiğinin neye yaradığını sorguladı. Bugün artık sosyal medyada yaşanıldığını, dolayısıyla bölgeden haber getirmek gibi bir ifadenin tam karşılığının kalmadığını belirttikten sonra, bu hızlı görüntü akışında kişinin izlememe tercihini dile getirdi; örneğin, kişilerin, bilinçli olarak, bu görüntüyü izlemek istemiyorum, çünkü rahatsız oluyorum, demeleri. Barış İçin Kadın Girişimi grubuyla Cizre’ye yaptığı ziyaret sırasında kadınların ve çocukların tanıklıklarını bir araya getiren Sağlam, hazırladığı belgeselin videosunun Youtube’de bulunduğunu ve ayrıca farklı yerlerde gösterildiğini, ancak bu tür çalışmaların ve gösterimlerin yakın zamanda insanların bodrumda öldürülmesine bir engel getiremediğini belirtti. Şu an yapılan çekimlerin ileride kanıt olarak toplumsal hafızada yer bulacağına inanan Sağlam, 90larda yaşananlara dair yazılı kayıtların yerini bugün artık videoların aldığını düşünüyor.
Hazırlanan videoların neye yaradığı sorusunu ele alarak konuşmaya devam eden Hande Sakarya, yapılanlar kadar sansür sebebiyle yapamadıklarının da önemli olduğunu vurguluyor. Tekel Direnişi videosunda grevcilerin yürüttükleri eylemleri televizyon haberlerinde izleyebildiklerine dikkat çeken Sakarya, o tarihlerle bugün arasında değişen sansürün sınırlarının altını çizdi. Öte yandan, hazırlanan videoların yararını tartışmaya zaman ayıramadan, mücadele edilmesi gereken başka alanların ortaya çıktığını söyledikten sonra, etkinlikte söyleşi öncesi peş peşe gösterilen filmler ile mikro düzeyde bir Türkiye tarihi anlatıldığını belirtti.
“Görüntü yoksa vurulmamışsındır.”
Video eylemin etki alanı üzerine gündeme gelen sorulardan sonra Oktay İnce yeniden söz alarak, imajların hukuki kullanımlarını örneklendirdi. “Eskiden adalet tiyatrosu vardı, bugün artık adalet sineması var”, diyerek mahkeme salonlarında kurulan ekranlarda olay görüntülerinin izlendiğini, avukatların bu görüntüleri sekans sekans inceleyerek savunma yaptıklarını hatırlattı. Canlı tanıklığın artık güvenilirliğini yitirdiğini, polisin herhangi bir şikayet karşısında ilk olarak “görüntü var mı?” diye sorduğunu vurguladı. İnce’ye göre, böylelikle, hukuk kamera görüntüleri üzerinden nesnelliğe ulaştığını düşünüyor. Kurgulanmış görüntünün aksine ham çekimin yalan söylemeyeceğini belirten İnce’ye, çekim yapan doğruyu söylüyordur hiyerarşisi kurup kurmadığı ve aynı alanda yapılan ama gerçeği yansıtmayan ham çekimlere dair düşünceleri soruldu. Bu konuyla ilgili Ethem Sarısülük’ün vurulma anında kayıtta olan mobese kamerasının bir anda havayı çekmeye başlamasını örnek olarak verdikten sonra Oktay İnce, bu tür görüntülerin “öldürmedi” diyemeyeceğini, ancak kameranın tanıklıktan çekilebileceğini, yani “öldürdü” demek istemediğini belirtti. İnce’ye göre bütün bu süreçte görüntünün manipülasyonuna dair tartışma el değiştirdi. Eskiden gazetecilerin alanında olan bu konu, bugün artık hukukçuların ve belgeselcilerin tartışmalarında yer alıyor.
Daha sonra İnce, Seyr-i Sokak ekibi tarafından Haziran 2015’te, polis kameralarındaki görüntüler ve telsiz kayıtlarından hazırlanan Aksinden Yansı sergisinin tam da bu noktaya odaklandığını ve imajların hukuki boyutunu ele aldığını dile getirdi. Eylemlerde polis kameralarının da kayıtta olduğunu belirttikten sonra, kendi yaptıkları işin de bu polis kamera kayıtlarının karşı açısını çekmek olduğunu vurguladı; başka bir ifadeyle, devletin ürettiği imajlar karşısında eylemcilerin de imaj üretme pratiği.
Etkinliğin son bölümünde, seyircilerden gelen soruyla başlayan görüntünün otonomluğu tartışmasında Özge Çelikaslan, eylemler sırasında kameralarının bedenlerinin bir parçası olduğunu belirtti. Ancak birlikte mücadele ettiği bir kişi yaralandığında, bu sürekli çekim halini kesebileceğini belirten Çelikaslan, bu durumun etik bir karar olduğunu söyleyerek, Gezi Direnişi boyunca bu tür durumlarda kaydını sürdüren ve şiddeti estetize ve dramatize eden videolar izlediğimizi hatırlattı.
Söyleşi öncesi gösterilen filmlerle ve video eylem pratiğini farklı açılardan değerlendiren katılımcılarıyla etkinlik, içinde bulunduğumuz savaş ortamında görüntünün hizmet alanlarını sürekli sorgulama ve kendini yeniden konumlandırma haline zengin bir katkı sundu. Etkinliğe bir ek olarak hazırlanan küçük kitapçıkta yer alan kısa metinlerde, söyleşi katılımcılarının video eylem pratiğine dair beklentileri, özlemleri ve dile getirerek tartışmak istedikleri noktalar bir araya getirilmiş.
“Aklımızdan Cizre’deki direnişin belgeselini yapma kararını alan Mahalle Evi’ndekiler de geçti, Kobanê’deki film komünü de ama bi dahaki sefere diye o fikirleri bir kenara bırakmak zorunda kaldık şimdilik. Yine derdimiz şu anda şu savaş ortamından ve savaş ortamında imajlarla bir eylemlilikten söz etmek.” – Kitapçık, Girişat, Belit Sağ