Cannes’da –yarışma dışı da olsa- bir yönetmen olarak ağırlanmanın onurunu yaşayan Jodie Foster son filmi Para Tuzağı’nda piyasa, medya ve politika üçgeninde kaybolan bireylerin hikayesini anlatıyor.
Cannes’da –yarışma dışı da olsa- bir yönetmen olarak ağırlanmanın onurunu yaşayan Jodie Foster son filmi Para Tuzağı’nda piyasa, medya ve politika üçgeninde kaybolan bireylerin hikayesini anlatıyor.
69. Cannes Film Festivali’nde yarışma dışı gösterilen son filminin basın toplantısında Cannes’a ilk kez 40 yıl önce küçük bir çocukken geldiğini hatırlatan Jodie Foster bu kez bir yönetmen olarak ciddiye alınmanın gururunu saklamadan konuşuyor ve “Çünkü burası auteur sinemasına önem veren bir festival” diyordu. Kendisini gerçekten bir auteur mü sayıyor, yoksa gönlünde yatan aslanı mı tarif ediyordu bilinmez ama başrollerini George Clooney, Julia Roberts ve Jack O’Connelle gibi isimlerin paylaştığı Para Tuzağı (Money Monster) ile bir hayli ses getirdiği aşikardı Jodie Foster’ın. Beğeneni kadar beğenmeyeni de çoktu gerçi filmin ama bunca yıldız gücünün böylesi “eleştirel” bir filme kanalize edilmesi bile Hollywood ölçeklerinde az rastlanır bir durum. Zaten Foster’ın muhtemelen en zeki hamlesi de bu olmuş ve gişede de albenisi olan, aksiyon dozu yüksek bir iş kotararak iletmek istediği mesajı kamufle etmiş, başka bir şeyin içine gizleyerek çaktırmadan yedirmeye çalışmış.
Bir başka söyleşisinde de Sydney Lumet’e atıfta bulunuyor Foster ve filmin bariz ilhamlarından Dog Day Afternoon ve Network gibi yapımları örnek göstererek “Umarım ben de bir gün o kadar sağlam bir film çekerim” diyor. Gerçekten de Para Tuzağı’nı izlerken akla gelen filmler arasında Lumet’in bu iki muhteşem filmi de var ve anlatım tarzı olarak değilse de, 70’ler ruhunun takipçisi olduğunu söyleyebiliriz Foster’ın. Lumet ile aşık atabilmesi içinse birkaç fırın daha ekmek yemesi gerekiyor elbette.
Günümüz Amerika’sında, bir televizyon stüdyosundayız. Az sonra başlayacak canlı yayında tecrübeli sunucu Lee Gates (George Clooney) kendine has renkli üslubu, hareketli ve agresif tarzıyla para piyasalarını değerlendirecek ve kapitalizmin aslında ne kadar eğlenceli bir kavram olduğunun altını çizercesine izleyicilerin parasına para katmaları için tüyolar verecek. Ne var ki elindeki kolilerle bir anda stüdyoya giren ve belinden çıkardığı silahı onun başına dayayan genç kargo dağıtıcısı Kyle Budwell (Jack O’Connell) bir anda her şeyi alt üst edecek ve tüm dünyanın ilgisi bir anda bu küçük stüdyoya yönelecektir. Kyle buhar olup uçan tasarruflarının hesabını sormakta, bunu da Lee Gates’in sırtına geçirdiği bomba yüklü bir yelek vasıtasıyla yapmaktadır. Tek istediği canlı yayının devam etmesi ve kaybettiği paranın nereye gittiğini açıklaması için hisselerine yatırım yaptığı IBIS adlı şirketin patronunun (Dominic West) tatminkar bir açıklama yapmasıdır.
Piyasa ve kapitalizm eleştirisi denildiğinde akla gelen çeşitli filmler var elbette. Bundan birkaç yıl önce vizyona giren Margin Call bu filmlerin en iyilerinden biriydi örneğin. Geçen yıl izlediğimiz ve Oscar’a aday gösterilen The Big Short da benzer bir konuyu farklı bir anlatımla beyazperdeye taşımış ve eleştirmenlerden tam not almıştı. Ne var ki bu iki film de fazlasıyla teknik bir içeriğe sahipti ve hem gişede fazla bir varlık gösteremediler, hem de izleyenlerin önemli bir kısmı tam olarak ne olup bittiğini anlamamıştı. Foster’ın filmi ise bu anlamda çok daha halk ağzıyla konuşuyor. Bunu bir zaaf olarak da niteleyebilirsiniz, bir avantaj olarak da. Evet, Para Tuzağı’nı izlerken Margin Call’daki gibi ince ince gözeneklerinize sızan entelektüel bir haz almıyorsunuz ama geniş kitlelerin sofradan doymuş şekilde kalkmaları garanti en azından. Yurtdışındaki bazı eleştiriler gibi “Aptallar için The Big Short” nitelemesini kullanmayacağım, ve Foster’ın zekasının filmin başka yönlerinde kendisini gösterdiğine inandığımı söyleyeceğim. Kalın çizgilerle çizilmiş hikaye örgüsünün içinde kimi incelikli sürprizler var, onlardan bahsedeceğim.
(Tam bu noktada bir spoiler uyarısı verelim ve filmi izlemeyenlerin bu paragrafı atlamasını önerelim.)
Filmin sağ gösterip sol vurduğu kimi sahneler var ki Jodie Foster’ın bir sinemacı olarak asıl gücünü orada gösterdiği kanaatindeyim. Örneğin Lee Gates’in IBIS hisselerini yükseltmek için izleyicilerin vicdanına seslendiği ve duygusal bir konuşma yaparak herkesi hisse satın almaya yönlendirdiği sahne. Burada tüm izleyiciler nefesini tutarak insanlığın galip gelmesini bekliyor ve hisseler çok yavaş da olsa bir artış trendine giriyor. Ama Foster burada bir anda ters çakıp hissleri eskisinden de aşağı çekiyor ve izleyiciyi tatlı bir rüyadan uyandırıveriyor. Hiçbir şey o kadar kolay değil ve kapitalizm öyle birkaç hisse alımıyla dünyanın daha ahlaklı bir yere dönüşmesine izin verecek bir sistem değil. Bir canavar kapitalizm, para canavarı, vicdan, ahlak, insaniyet hak getire, saçmalamayın diyor Foster sanki. Benzeri bir ters çakma da Kyle’ın hamile eşinin onunla konuşması için olay yerine getirildiği sahnede yaşanıyor. Yine tüm izleyiciler nefesini tutup genç kadının duygusal bir konuşma yaparak kocasını ikna etmesini beklerken kadın bir anda bağırıp çağırmaya ve adamı aşağılamaya başlar ki, bu da aslında tek taraflı kontrol edilen bir medyanın bize dayattığı beklentilerin gerçek hayatla olan uyuşmazlığına dair bir saptama son tahlilde.
Jodei Foster’ın Para Tuzağı’nda yapmaya çalıştığı asıl şey medya gibi kapitalist sistemin hizmetinde olan bir mekanizmayı kullanarak farklı bir çıkış yolu olduğunu göstermek. Gerçi medyada çalışan ve piyasanın erdemlerine inanan bu aktörlerin bir takım travmalar sonucunda değişip dünyaya farklı bir gözle bakacaklarına inanmak ne kadar akla yatkın bilmiyoruz ama, Ken Loach’un da dediği gibi “Farklı bir dünya mümkün ve fena halde gerekli”.