Katherine Brooks, Huffington Post’taki yazısında New York Modern Sanat Müzesi’nde 15 Nisan’a dek sürecek Soyutlamayı İcat Etmek, 1910-1925 sergisini kıyasıya eleştiriyor.
Katherine Brooks zehir zemberek bir yazıyla MoMA küratörlerini suçluyor. Sayfalarca süren yazının ilk üç sayfası tek bir önekin nelere yol açabileceğini pek güzel gösteriyor:
“Devletin başındakiler ve onların diplomatik temsilcilerin hepsi devletler arasındaki görüşmelerin çoğu zaman nasıl görünürde bir sözcükteki tek bir önek gibi ufak bir ayrıntıya bağlı olduğunu pek iyi bilirler. En güvenilir kültür kurumlarımız da uluslararası sanat tarihini, özellikle de kültürler arası değişime istekli yeni küresel uygarlığın yolunu açmak için siyasal ve kültürel sömürgeleştirmelerin açtığı hala bellekte kalmış yaraları iyileştirecek bir tarihi temsil etmekte kullanılan dil konusunda da aynı şekilde özenli olmak zorunda değiller mi?
Modern Sanat Müzesi’nde (MoMA) halen sürmekte olan Soyutlamayı İcat Etmek (Inventing Abstraction), 1910-1925 sergisinin başlığına gönderme yapıyorum. Geçmişte üstlendiğimiz sömürgeci ülke rolünün pek farkında olmadan yetişmiş Avrupalı ve Amerikalılar için bu sözcük seçiminde artniyet yok gibi gelebilir, ama birlikte yeni bir küresel agora inşa etmekte olduğumuz çok sayıda ülke için bu başlık, soyutlamanın doğuşunu dünyaya tamamen modern bir Avrupa projesi gibi sunan sahtekar bir girişim anlamına gelir. Küratörler serginin adına İngilizce yeniden anlamı veren şu iki küçük harfi, yani önek “Re”’yi ekleyip Reinventing Abstraction (Soyutlamayı Yeniden İcat Etmek) yapsalardı başlık tarihsel olarak ne kadar daha doğru ve anlamlı olacaktı! Ne de olsa, ikisi de MoMA’nın Resim ve Heykel Bölümü’nden gelen küratör Leah Dickerman ve yardımcı küratör Masha Chlenova, sergiyi tamamlamak üzere modernist Avrupa müziğinin dinlenebileceği bir galeri düzenlerken buna göze çarpacak şekilde Reinventing Music (Müziği Yeniden İcat Etmek) adını vererek doğrusunu yapmışlardı.
Niyetin ne olduğu açık. MoMA müziğin 1900’den önce var olduğunu itiraf edecek kadar duyarlı, ama buradan yola çıkarsak, görsel soyutlamanın öyle olmadığını iddia ederken tüm duyarlılıklarını bir tarafa bırakmış gözüküyor. Dahası, MoMA görsel soyutlamanın en azından onlarca binyıldır altı yaşanabilir kıta üzerinde bulunduğu şöyle dursun, Avrupa dışında var olduğunu bile kabul etmekte gönülsüz duruyor.
Bu çarpıcı şovenizmin müze ve küratörlerin başına ne dertler açacağı henüz dile getirilmedi. Sözlere ihtiyaç duyulmadan belli olan şu ki, müze yönetimi Greenberg’in soyutlamanın Avrupa menşeli ve modern bir icat olduğu iddiasını terk etmeye açıkça ve bilerek direniyor. İlk önemli Amerikan modernist sanat okulu olan soyut ekspresyonistlerin destekçisi Amerikalı Clement Greenberg’den söz ediyorum. Bu akımın, Jackson Pollock, Franz Kline, Mark Rothko, Sam Francis ve diğerlerinin sanatlarında esinlendiklerini söyledikleri tarihsel ve küresel kaynaklara atıfta bulundğunu inkar ediyordu o. 1980’e dek bu türden açıklamalara hala “yanlış bilgi” diyebilirdik. Bugünse bütünüyle savaş çıkaracak sözler bunlar. Günümüzde soyutlama her yerde olduğu için onun nerede odaklandığının dikkatimizden kaçacağını bilmeyen eğitimli bir sanat izleyicisi pek kalmamış durumda. Ayrıca şunu söylemek gerek ki modern Avrupalılar soyutlamayı yalıtmış ve böylece hangi nitelikleri taşıdığını belirtmek durumunda kalmışsa, bunun tek nedeni var: Beş yüz yıl kadar önce Avrupalıların (ve Çin ve Japonya gibi bazı klasik kültürlerin) resim ve heykelde doğadaki görünümleri taklit etme sanatını daha faydacı zanaatlerin üstüne “yükseltecek” şekilde sanat ve el sanatlarını farklılaştırmaya başlaması –böylece de resim ve heykeli, hem bir uygulama hem bir ilke olarak (bilinçsizce olsa da) soyutlama içeren eserlerden ayırmasının hala sürmesi.
Burada gözden kaçan şey, ulusların ve uygarlıkların, imgeleri ele alma ve bunları geliştirerek kültürlerini anlamlı biçimde temsil edecek hale getirme biçimleri hakkında karar veren ideolojiler tarafından önemli ölçüde belirlemiş olduğunu söyleyen tarih. Yahudilik, İslam, Hıristiyanlığın bazı mezhepleri, Budizm, Jainizm ve Hinduizm’in yanı sıra bir dolu klasik ve kabileci toplulukların natüralist imgelerin kullanımını yasaklamış olması ve bu toplumların böylece kültürel meraklarını ve sanatçılarının ifade biçimlerini soyutlama sistemleri ve formlarına yöneltmeye zorlaması önemsiz bir tarihsel mesele değil –soyutlama çoğu zaman kutsal kabul ediliyor ve denetleyici otoritenin temsilcisi olarak görülüyordu. MoMA’nın alameti farikası erken avangard koleksiyonunu Avrupa merkezli miyopluk ve kibirle verilmekle kalmayıp tarihsel olarak hatalı bir ad ve öncülle sunması kafa karıştırıcı oluyor böylece.
Soyutlama, ister edebi ister resimsel isterse formalist ve kavramsal olsun tüm sanat üretimlerinin altında yatan temel ilke. “İcat edilmesi”nin en azından elli bin küsur yıl önce gerçekleştiği düşünülüyor şimdi. Afrika’dan olduğu kadar Asya’dan, Avustralya’dan, Amerika’dan ve Avrupa’dan da kaynaklandığını söylemek de mümkün. Küratörler de antropolog ve etnologların bize bir yüzyıldır söylediklerinin farkındalar herhalde. Birkaç yıl önce Santa Fe’deki Beşeri Hayat Yüksek Araştırma Okulu’nun eskilerin soyutlamalarına bugünkü bakışımızı kısa ve öz biçimde açıkladı: ‘Binlerce yıl kadar önce insanların iç dünyalarından bir şeyler daha sanatçıların elleriyle mağara duvarları ve kaya yüzeylerine ulaştı. Av hayvanları ve yırtıcı hayvanlarının bildik imgelerinin yanı sıra soyut simgeler görülüyor –kıvrımlı ve dolambaçlı çizgiler, yıldızlar ve şaşırtıcı çeşitlilikteki spiral formlar. Bu “sanat”ın gerçek hayatta nelerden esinlendiğini tam olarak anlayamıyoruz, ama akademisyenlerin çoğu soyutlama yetisinin insanların gündelik hayatını belirleyen doğal ve doğaüstü güçlerin haritalandırmakta gösterdikleri çabanın önemli bir parçası olduğu konusunda hemfikir. Bu güçler gece gökyüzünün oluşturduğu yayda mı yoksa derin bir göldeki su girdabında mı belli değilse de…’ Soyutlamanın küresel kökenlerini destekleyen bu kadar hazır ve nazır arkeolojik ve antropolojik kanıtın ağırlığı karşısında, hangi kültür kurumu kültür sömürgeciliğin bilerek propagandasını yapmakla suçlanmaksızın soyut resim, heykel ve dekoratif sanatı özel olarak Avrupa çerçevesine sıkıştırabilir ki? Savaş hatları, farklı etnik kökenlerden halklar arasındaki düşmanlıklarla yüzyıllar öncesinden belirlenmişti elbette. Ama son yirmi-otuz sene içinde sanatla ilgilenen birçok kişi bu hatların ortadan kalkması, en azından bulanıklaşması için çaba gösterdi. Şimdiyse MoMA, farkında olarak ya da olmayarak bu savaş hatlarını yeniden çiziyor.
Mesele hiçbir şekilde MoMA’da sergilenen eserlerin seçimi veya niteliğiyle ilgili değil. Nitekim sergi için dünyadaki çığır açıcı en ünlü modernist sanat koleksiyonlarından resim ve heykellerinden yapılmış seçimlerin daha harika olması zor olurdu. Vasily Kandinsky, František Kupka, Francis Picabia, Robert and Sonia Delaunay, Marsden Hartley, Marcel Duchamp, Piet Mondrian, Kazimir Malevich, Georgia O’Keeffe ve Batı modernizminin esasını yücelten adlar var. 1918 tarihli düşey yeşil şeritli resimleriyle Barnett Newman’ın şu çok hayran kalınan şeritli resimlerinin otuz yıl öncesinden gelen Rus süprematist ressam Olga Rozanova yok, yazık ama genç yaşında ölüp çok az eser bıraktığı için anlaşılabilir.
1910-25 arasında icat edilen şey soyutlama için yeni bir bağlam yaratmaktı, soyutlamanın kendisi değil. Dahası soyutlama yalnızca resim malzemesiyle sınırlı bir şey değil. Tuval üzerine soyut resim görece olarak yeni olabilir, ama heykel, dokuma ve seramikte, mimari süslemede, ritüel eşyasında ve özellikle mağara ve kaya oymacılığı ve resim yazıları on binlerce yıl öncesine tarihleniyor. Hem biçimsel hem kavramsal olarak soyut olarak adlandırılabilecek olanlar ise, seyrek de olsa, homo sapiens –yeni bulgulara göre muhtemelen ayrıca homo neandartal- atalarımızın yaşadığı altı kıtada açığa çıkan neolitik ve paleolotik sit alanlarında da bulundu. Bu eserler daha çok işlevsel ya da ritüel odaklı olsalar bile, estetik bir ilkeye göre değilse de estekik bir duyarlılıkla tasarlanmış ve üretilmişler.
Bu türden sanatın modernizmdeki sanattan –sadece sanat için yapıldığı öne sürülen sanat- dekoratif bir işleve sahip olmasıyla ayrılmasına dair son derece önyargılı anlayış içinse “sanat için sanat” diye bir şey olmadığını savunabiliriz. Yalnızca insanlar için sanat olabilir ve bu nedenle modernist sanatın estetik amacı, işlevle aynı ölçüde estetik hazza sahip olan –böylelikle soyutlamayı işlevden yoksun bir resim ve heykel kadar temsil edebilen- dekoratif sanatlar ve mimari süsleme, tekstil ya da seramik kapla aynıdır.
Avrupalıların “sanat için sanat” efsanesini yaratmaya 1900 civarında yaratmak zorunda olduklarını akılda tutmak iyi olur. Çünkü Avrupalılar altı yüzyıl kadar önce soyutlamanın daha önceki bağlamının, yani resim ve heykeli işlevsel obje ve dekoratif sanatlara eş tutmanın değerini düşürmüşlerdi. 1400’lere dek Avrupa’nın dünyanın geri kalan ülkeleriyle paylaştığı bir bağlamdı bu. Diğer bir deyişle Avrupalılar yeni resim perspektifleri ve yeni açığa çıkan hümanizmalarıyla, kendi sanatsal üretimlerini daha önceden hiç yapılmamış şekilde zanaat ve dekoratif sanatların yukarısına yerleştirmeye çalıştılar…”
Çeviren: Meltem Cansever