A password will be e-mailed to you.

 

Ayşegül Sönmez: 8 Ocak’ta Yeni Yıl Konseriyle, Yeni Umutlara başlıklı konserin yönetmenliğini yapıyorsunuz. Umut kırıcı gelişmeler karşısında iyimser misiniz? İyimser kalmayı başarabiliyor musunuz?

Yekta Kara:Elbette iyimserim. Geleceğe yönelik umut beslemeden, iyimser olmadan yaşam enerjisi üretemezsiniz, kendinizde zorluklarla, olumsuzluklarla mücadele edecek gücü yaratamazsınız. Önemli olan, söz konusu enerji için, güç için hangi kaynaklardan yararlandığınız, bunların da başında hiç kuşkusuz sanat geliyor.

-Operanın balenin üzerinde inanılmaz büyük bir baskı var. 

Operanın ve balenin üstünde büyük baskı olduğu düşüncesinde değilim. Örneğin, repertuvar oluşturulmasında, eser seçiminde, rol dağılımında, programlamada, disiplin hususunda ve diğer konularda, kurumlar bütünüyle özgür hareket ediyor. Tıpkı geçmişteki gibi, olması gereken de bu zaten, herhangi bir müdahele yok. Un var, şeker var, helva yapılamıyorsa, arzu edilen biçimde yankı uyandıracak, çağdaş beğeni doğrultusunda üretilmiş, seyirci artışını sağlayacak, her iki sanat dalının da geniş kitleyle bütünleşmesine hizmet edecek, ulusal değerlere ve evrensel kriterlere uygun nitelikli yapımlar gerçekleşmiyorsa, bunun nedenlerinin başka yerde aranması gerekir düşüncesindeyim.

 

-6 ülkeden gelen 7 solist neye göre seçildi? Sizce ülkelerin kendilerine mahsus operaları var mı? Sürpriz isimler kim bu anlamda?

Size 2.Dünya Savaşı’ndan bir örnek vermek isterim. Almanya’da savaşın en yoğun döneminde çatısı bile uçmuş konser salonlarında halk müzik dinliyordu. Niçin? Çünkü biraraya geliyor, direnç kazanıyorlardı.

Müziğin temel özelliği şu: Hep birlikte izlenen, yaşanan bir ‘canlı’ konserde veya gösteride ortak heyecanın tüm salona yayılması, yani ortak ruhun oluşması. Bir başka deyişle,’yalnız değilim’ duygusunun, müzikten son derece paylaşmacı biçimde haz duymaya, ruhsal açıdan güç kazanmaya dönüşmesi, bireye artı değer olarak geri döner, direnci artar.

-Antonio Pirolli yönetimindeki ‘Bosphorus Sinfonietta’ orkestrasıyla ilgili neler söylemek istersiniz?

Antonio Pirolli, çoğumuzun bildiği gibi ülkemizdeki opera sanatına değerli katkıları olmuş, uluslararası platformda saygınlık kazanmış çok başarılı bir orkestra şefi. Kendisini 25 yıldır tanıyorum, birlikte pek çok iş ürettik, yeteneğine, kişiliğine, becerisine yakından tanık olduğum bir dostum. Keza ‘Bosphorus Sinfonietta’ orkestrasının sanatçıları da iyi müzisyen kimlikleriyle ve işlerine gösterdikleri özenle, saygıyla seçkinleşen kıymetli arkadaşlar. Dolayısıyla son derece hoş, verimli bir buluşma gerçekleşiyor.

bosphorus_sinfonietta_1

Antonio Pirolli, Boğaziçi Senfonisi’ni yönetiyor.

-Programı umut kavramı etrafında mı sekillendirdiniz?

. Aynen öyle. Yaşamın hangi alanında olursa olsun ‘umut’ önemli, hele bu kavramın müzikle buluşması bize yepyeni açılımlar sağlayabilir, dünyaya farklı gözlerle bakmamıza yol açabilir.

– Sizce müzik tarihinin en iyimser umut dolu operalarını kim yazmıştır?

Genelleme yapmayı sevmem, ama benim görüşüme göre, en iyimser, umut dolu operaları kim yazmıştır deyince akla önce Rossini ve Mozart geliyor. Bu konserde de onlara geniş yer ayırdık elbet.

-En kötümseri de sormak isterim…

Kötümseri örneklemek zor doğrusu. Operalar çoğunlukla aşk ve ölüm kavramları üzerine kurgulanıyor, trajik opera sayısı da oldukça fazla. Şimdi bunların hepsini kötümser başlığı altında mı toplamamız gerekiyor, bilemedim.

-Bu konserde solist olarak yer alan solistlerin ortak özellikleri nedir sizce?

Hepsinin dünyanın dört bir yanında, önde gelen opera kurumlarında sahneye çıkıyor ve önemli başarılara imza atıyor olması. Güney Afrikalı bir tenorun, Kanadalı bir sopranonun ülkemizden bir tenorla, soprano ile bir araya gelmesi, Hırvat mezzosopranonun Yunanlı bas ile ya da Litvanyalı soprano ile aynı sahneyi paylaşması ülkemizde sık rastlanan bir sanat olayı değil. Her biri kendi kültürünün farklı birikimini, değişik duyarlılığını opera icrasına, kişisel yorumuna taşıyor.

“Özgün yorum üretmek şart”

-Siz son zamanlarda neler dinliyorsunuz?

Son dönemde en çok Richard Strauss dinliyorum.

-Eğer (nolur kızmayın ama biraz hafiflemek adına) ıssız bir adaya düşseniz hangi beste ve bestekarları tercih ederdiniz?

Mozart’tan “Don Giovanni’ ve Verdi’den “Otello” operalarını yanıma alırdım sanırım.

-Bugüne kadar sahneye koyduğunuz Carmen gibi Saraydan Kız Kaçırma gibi oyunların dışında hep yapmak istediğiniz farklı bir şekilde sahnelemek istediğiniz bir oyun var mı?

Almanların ‘Türkenoper’ diye betimledikleri Türklerle ilgili operaların bir çoğunu yurt içinde ya da yurt dışında sahneye koydum. Rossini’nin “İtalya’da Bir Türk” operasını müdürlüğüm döneminde AKM’de repertuvara almış, ama kendim sahnelememiştim. Bu yapım, eserin ülkemizdeki ilk sahnelenişiydi. Şimdi rejisör olarak söz konusu operayı çalışmayı, sahneye koymayı çok arzu ederim doğrusu.

-Operanın çağa uymadığına geride kaldığını iddia eden birine yanıtınız ne olurdu?

Opera dünyada kendini sürekli yenileyen, çağın beğenisine uygun yorumlarla gündem oluşturan, seyircinin estetik anlayışını biçimlendiren ve genel beğeni düzeyini üst noktalara taşıyan bir işlev üstlenmiş durumda. Ancak siz yeni bir anlatım biçimi oluşturmaz, özgün yorum üretmek yerine geçmişte yapılmış işlerin kötü kopyalarını seyirciye sunarsanız opera sanatı adına suç işlemiş olur, operanın demode, köhnemiş bir sanat dalı olarak damgalanmasına yol açarsınız. Uygulamadaki kimi yanlış ve olumsuz işlerden yola çıkarak böyle bir yargıda bulunmamız doğru olmaz tabii.

yeni-yil-konser-afis-yekta-kara

Daha fazla yazı yok
2024-11-21 14:11:59