Aceleden montum ve atkımla oturduğum koltuğa yerleşmeye çalışırken sahnede Yasmin Levy, “Nathalie“yi söylüyor. Çocukken büyüyünce olmak istediği insanmış Julio Iglesias… Benim kafamda ise Ajda Pekkan versiyonu “Bir Günah Gibi” dönüyor. Fikret Şeneş’in hayatının aşkı ile ayrıldıktan sonra, o da kendisi de inat uğruna başkalarıyla evlenmelerine rağmen, devam ettirdikleri ilişkiye yazdığı sözler: “Bu aşkın daha en başından. Korkuyordum ben sonundan.” Ne bugünden ne de yarından umudu kalan kadın, alkışlar arasında…
Bir metro kaçırmanın evrende yarattığı kelebek etkisi insanın hayatını değiştirir mi? Benim en azından gecemi değiştiriyor… Sahnedeki Yasmin Levy’yi daha fazla kaçırmamam için organizasyon yetkilileri tarafından yönlendirildiğim VIP Box’tayım. Sahneden, herkesten daha yüksekte ve daha uzakta ama bir kutunun içinde. Evden ikinci kez Swiss Army Man izleyerek çıkmış bir adamın darmadağın zihninde milyonlarca düşünce yaratıyor bu kutu… Üzülmeyen, gülmeyen, alkışlamayan, sevmeyen, sevemeyen VIP’ler arasında.
“Naci En Alamo” başlıyor. “Ne yapmak istiyorsun?” sorusuna “Mutlu olmak istiyorum” cevabının, “Kimin yerinde olmak istiyorsun?” sorusuna “Mutlu olan insanların” cevabının verildiği Tony Gatlif filmi Vengo sayesinde keşfettiğim o şarkı. Bana onu ararken Yasmin Levy’yi keşfettiren şarkı. Levy, Psycho‘nun duş perdesi sahnesindeki Norman Bates gibi bıçaklıyor ruhu olanların ruhunu… Şarkının sözlerindeki gibi; parmaklarıyla yangın çıkarıyor, kalbiyle şarkı söylüyor. O sırada Instagram duvarlarını kolaçan ediyor VIP’ler.
“Ben ümitsiz vakayım!”
” ‘Bana şu an burada ölmek ister misin’ diye sorsalar, ‘Evet’ derim” diyerek paylaşıyor mutluluğunu ve 23 Aralık’ın doğum günü olduğunu. Bu kadar iyi anlaşmamızın mutlak nedenlerinden biri burçtaş olmamız demek ki… Kudüs’te doğsa da, babası Manisa Sefarad’ı olduğu için, “İkinci evimdeyim” diyor.
Üstündeki dore kaftanı atsa bile parlaklığından hiçbir şey kaybetmeyecek gibi. Herkesin sorduğu soruya topluca cevap veriyor: “Benim bütün şarkılarım hüzünlü, dramatik. Çünkü ben öyleyim. Benden neşeli şarkılar beklemeyin. Ben ümitsiz vakayım!”
“Firuze“nin Sefarad versiyonu başlıyor, her şey mükemmel. Ta ki Koray Avcı sahneye çıkana kadar… Haberdar olduğun kötü sürpriz! Aşık olduğun kızı okulun en boş çocuğuyla görmek gibi, ikisini sahnede aynı şarkıyı söylerken görmek. Sahneye çıkması yeterince komik değilmiş gibi, İngilizce bilmediğini “İngilişçe bilmiyorum. Fayn tenks” gibi Şafak Sezer’vari “insanüstü” komikliklerle sürdürmeye çalışıyor. Bir şarkı için Avcı sahnede tek başına. Tuvalet molası…
Kalbinde aynı acıyı taşıyanlar
Molanın ardından Dil Yarası‘nın Sefarad versiyonu başlıyor. Selda Bağcan‘dan bile umudumuzu yitirdiğimiz şu günlerde Orhan Gencebay melodileri, ne yalan söyleyeyim, hiç de sevimli gelmiyor ama Levy ve orkestrası gelecek albüme koyacakları bir şarkıyı ilk kez burada söyleyerek büyüyü tamir ediyor.
Şarkıların sözlerini anlamayanlar için onların hikayelerini anlatıyor. O anlardan birinde “Herkesin kalbinde bir acı var ama bizim ikimizin kalbinde aynı acı var” diyerek tarif ediyor yalnız olmadığını aynı acıyı paylaşanların… Tüm hüzünlü gecenin yılbaşı öncesi teselli ikramiyesi.
Sadece bir gece daha, son bir gece… “Una noche mas“, “I know what it is to be young but you, you don’t know what it is to be old“un daha acıklı kadın versiyonu. Kendinden genç bir erkeğe duyduğu aşkın ardından “Nasıl oldu da senin bende bir şey bulabileceğini düşündüm. İşte şimdi gidiyorsun” diye hayıflanan, ama arkasından “Son bir gece daha. Yoksa; bir daha ağlayamaman için beddua ederim, kalbinin bir taşa dönüşmesi ve ben yaşlandıkça senin de ruhunun solması için” diye hem tehdit eden hem yalvaran bir kadının.
Her şey öyle ya da böyle biter. Gecede “Libertad” ve ardından gelen bisle bitiyor. Alkışlar… “Kutu”nun içinden çıkıp fanilerin arasına katılıyorum. Bir konser insanın hayatını değiştirir mi? En azından benim gecemi değiştiriyor…