14 Ekim Cumartesi günü, Karaköy’deki sanatçı insiyatifi Space Debris Art’da 4.kişisel sergisini açacak olan ressam Cansu Gürsu ve serginin küratörü/yazar Sine Ergün’le serginin içeriği üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Yanmanı Zevkle İzledim, senin 4. kişisel sergin Cansu. Yaratım sürecin nasıl geçti? Seni motive eden şeyler nelerdi?
Cansu Gürsu: Çok sevdiğim bir film vardı ‘Garden State‘. Karakterlerden birinin söylediği bir cümle beni çok etkilemişti. Ev fikrinden bahsediyordu. Çocukken ailenle sahip olduğun bir ev vardır. Sonra oradan ayrılırsın ve kendi evini kurmaya/bulmaya çalışırsın. Yıllar sonra ailenin evine döndüğünde artık o evin de senin olmadığını fark edersin. Oraya ait değilsindir. Öte yandan kendi evin de yoktur. İşte bununla ilgili güzel bir öykü söz konusuydu. Bu, beni etkilemişti. Ardından hikâye üstüne bir şeyler yazmaya çalıştım. Daha sonra yaptığım okumalarda da ev hikâyesi ile ilgili farklı şeyler yakalamaya başladım. Bir süre sonra ev düşüncesi, taşıdığı anlamdan sıyrılarak başka duyguları temsil etmeye başladı benim için.
Peki her zaman yazma ihtiyacı ile görsel anlatım ihtiyacı bir arada mı gelişiyor?
Aslında okumak ve izlemek beni çok besliyor. Genel olarak sergi ve buna benzer şeyler için normatif bir hazırlıktan çok kendim için yazıyorum. Okuduklarım, izlediklerim bir şeye dönüşme ihtiyacı hissettiğinde ise harekete geçiyorum.
Serginin ismi ilgimi çekti. Ancak şu anlamda ilginç buldum. Bu başlığın bir öznesi yok. İşaret ettiği bir nesne de yok. Bir mekânı imleyebileceği gibi bir duyguyu da işaret ediyor olabilir. Sergiye bu ismi vermeyi neden tercih ettiniz? Bir hikâyesi var mı?
C.G: Resimlerimdeki anlatının bir başlangıcı, bir sonu var. Kendini zamanla yaratan bir hikâyeye dönüştü diyebilirim aslında. Sonrasında da bu hikâyeye ihtiyaç duymayan ve bunu yakan/yok eden biri var. Korkularıyla, eksik olduğunu sandıklarıyla barışıp, gölgesiyle, kurduyla, kuzgunuyla yüzleşen biri var. Bu bir çeşit keyif sigarası gibi. Ardından gelen rahatlama hissi söz konusu.
Peki Sine, sözü sana verelim. Bu serginin küratörü sensin. Cansu’nun yaratım sürecini nasıl takip ettin? Senin imzanı serginin hangi noktalarında aramalıyız? Bu birlikteliği nasıl okumalıyız?
Sine Ergün: Bizim ilişkimiz küratör/sanatçı ilişkisinin yanı sıra, iki yakın arkadaşın ilişkisi. Bundan önceki iki kişisel sergisi maumau’daydı.(Bazen de Öyle Olur ve Ben de Tam Gidiyordum sergileri) O zaman da birlikte çalışmıştık. Okumalarla birbirimizi besleyen, birbirimizin okuma ve sanat kültürüne değer veren insanlarız. Benim kitaplarım da çıkmadan önce son okumalarını yaptırdığım üç kişiden biridir Cansu.
Bu sergi süreci nasıl gelişti? Yine bir dost sohbeti sırasında edindiğim fikirlerle, sergi projesinin enikonu ciddi bir süreçten geçmiş işlerin bütünü olduğunu gördüm. Metin de öyle başlıyor. Bir ev vardı, yandı mı yaktı mı belli değil, belki önemli de değil. Sonra güven, aidiyet duygusunun kaybı yaşandı. Bunun sonucunda da yeni, güvensiz bir coğrafya ve bunun getirdiği özgürlük duygusu ortaya çıktı. Kurtla, kuzgunla barışma… Bu hem çok biricik bir hikâye hem de hepimizin hikâyesi. Ve işlere tek tek metin yazmaya başladım. Yanmanı Zevke İzledim de o işlerden birine yazdığım metnin adıydı.
Yerleştirme hakkında konuşmaya başladık, kavramsal metin üstüne beraber kafa yorduk. Kendimi oturmuş,kendi içinde bütünlüklü bir sürecin her anlamda içinde buldum. Bunu yaparken de küratöryel sürecin yanı sıra, metinle katkıda bulundum. Şunu söylemekte yarar var, iş tek başına orada, bütünlüklü, bir açıklamaya gereksinimi yok. Benim yaptığım, bende yarattığı imgelemi yazıya dökmek. Böylelikle ortaya organik bir ilişki çıktı. Şu güzel bir his. Bir insanla öyle bir ilişki kuruyorsun ki, niçin yağlı boya değil de pastel boya kullandığına dair fikir sahibi olacak kadar tanıyorsun onu. Kişiliğinin tekniğine nasıl geçtiğini, neyi kendine öncelik koştuğunu görebiliyorsun. Aynı şey Cansu için de geçerli. Benim metinlerimde neden söz ettiğimi, katmanlarını, benim yaşantımı, sürecimi bilerek okuyabilen biri.
Tam bu noktada Seyhan’a sözü verelim. Sergiye ev sahipliği yapacak olan mekânla ilgili neler söyleyebilirsin?
Seyhan Musaoğlu: Space Debris, Karaköy’deki yerinde üç seneyi aşkın bir süredir bağımsız bir sanat mekânı olarak faaliyet gösteriyor. Buranın kuruluş manifestosunda metaforik bir anlatım var. Ben de sanatçı olarak başladım bu işe. Ve Space Debris, kolektif bir sanatçı insiyatifi ruhunda. Yapmak istediğim de bu işbirliklerini, bu diyalogları daha görünür hâle getirmek. Mekânın ismi de bir teoremden geliyor zaten. Uzay enkazı dediğimiz “space debris” üzerine “Kessler sendromu” diye bahsedilen bir teoriyle ilgili. Ardından bu oluşumu bir metafor olarak öngörüp, duygusal enkaz, bedensel enkaz ya da politik enkaz imgelerini imleyerek, bu durumlardan yapıcı ne gibi üretimler yapabiliriz sorusunun peşine düştüm. Space Debris böyle bir deneyimi ele alarak sürdürdüğüm bir proje. Sine de yapmayı arzu ettiğim şeyi anlayan bir bakışa sahipti. Cansu’nun sergisinde de bu bakış açısını görmeyi arzu ettim.
Peki, Cansu tekrar sana dönelim. Üretimlerini ileride nasıl bir süreç bekliyor? Geleceğe yönelik atmayı hedeflediğin adımlar, işler var mı? Kendi jenerasyonundaki sanatçıların işlerini takip ediyor musun mesela? Aranızdaki enformasyon nasıl gelişiyor bundan da bahsedelim biraz.
C.G: Resimle, heykelle yani görsel sanatla uğraşan çok az arkadaşım var. Ve biz onlarla da bu işi çok konuşmayız, oturup birbirimize kendi işlerimizi anlatmayız. Zaten anlatılmış bir şey var ve üstüne konuşmaktan hiçbir zaman haz almadım. Ben zaten bir anahtar ve bir kapı vaat ediyorum. Bunun açıklamasını yapmaya gerek duymam. Geleceğe dair üretimlerin nasıl olacağına dair bir planım yok. Ancak yüksek tavanlı, içinde rahatlıkla çıldırabileceğim bir atölye hayalim var. Takip ettiğim sanatçılar da galerilerin, koleksiyonerlerin ilgilendiği isimlerden farklı. Piyasa hakkında ne düşünüyorum. Açıkçası bu sorunun yanıtını çok önemsemiyorum. Bağımsızım. Ve bu durumu korumayı istiyorum.
Son olarak ne söylemek istersiniz sergi ile ilgili?
C.G: Aslında siz görene kadar her şey devam ediyor. Hatta belki en yoğun olduğu an şu an. Sine de bahsetti. Sadece okuduğum kitaplar, izlediğim filmler ya da Sine’yle diyaloglarımız değil, malzemenin de bir katkısı var işlerimde. İnsanların onları da okumasını isterim. Pastel boyayı kullanmamın aradığımız ya da yok etmeye çalıştığımız o şeyle bir bağlantısı var. Çocuklukla ilgili mesela. Ya da yaptığım kolajın altında o kadar çok parça olmasının bir sebebi var. Benim için ilk iş başladığı zaman aslında son iş de başlamış oluyor.
S.E: Teknik tek başına işlerdeki aktörlerden biri. Her seçilen malzemenin söylediği bir şey var. Onlar okunduğunda Yanmanı Zevkle İzledim çok katmanlı bir sergi olarak karşımıza çıkıyor. Ve bu heyecan verici. Cansu’nun bundan önceki işlerinde var olan kişisel imgeleminin öğeleri var. Renk skalası ise farklı bir noktaya evrilmiş durumda. Aynı zamanda sergideki işlerin rahatsız edici bir yanı da var. Çünkü bir kırılma noktasını, bir özgürleşme ânını işaret ediyor. Uzun zamandır bekliyordum bu kırılma ânını, mutluyum.
Bazı üretimler izleyene müzikal bir gerginlik ya da rahatlama hissi verir. Senin işlerinde de müziği duyabilecek miyiz Cansu? Mesela Sine’nin metinlerinde bir aksak ritim yaratmayı önemsediğini biliyorum. Senin işlerinde de kitaplarla, sinemayla kurduğun ilişkiyi müzikle de duyumsayabilecek miyiz?
C.G: Sine’nin de söylediği gibi işlerim kendisiyle karşılaşmaktan korkan, çekinen insanların çok hoşlanmayacağı, vahşi bulacağı bir anlatıma sahip. Dolayısıyla da sesi white noise/beyaz gürültü sesine benziyor.