Pera Müzesi’nde açılan, Çiğdem Kafescioğlu, Mehmet Kentel ve Baha Tanman’ın küratörü olduğu Tam Yerinden sergisiyle Beyoğlu aynı anda ikinci kez aynı konuda bir sergiye ev sahipliği yapıyor.
24 Mart’a kadar ziyaret edilebilecek. Pera Müzesi Direktörü Özalp Birol’un da katıldığı bir basın buluşmasıyla tanıtımı yapılan sergi kafaları karıştırdı. Pera’nın yeni sergisi ‘Tam Yerinden’ ile Meşher’deki ‘Göz Alabildiğine İstanbul’ sergisi arasında ne fark olduğu hemen tartışılmaya başlandı. Üstelik Fani-Maria Tsigakou ve Hülya Bilgi’nin küratörlüğünde düzenlenen ‘Aziz İstanbul’ sergisi de henüz Galata Rum Okulu’nda sanatseverlerle buluşuyorken…
Aynı kente hemen hemen aynı açılardan bakan bu üç eş-sergiyi neye yoralım?
Grup küratörlüğüyle tasarlanan Tam Yerinden sergisi, İstanbul’u seyretmenin tarihine odaklanıyor ve bizi 15-20. yüzyıllar arası İstanbul panoramalarında gezintiye çıkarıyor. Kentin seyrine ise zihnimde beliren bir soru eşlik ediyor, ‘şehre böyle bir perspektiften bakıyor olmak neden bu kadar büyüleyici?’. Şeyda Çetin ve Ebru Esra Satıcı’nın küratörlüğünü üstlendiği Meşher’deki Göz Alabildiğine İstanbul sergisinde de aynı soru eşlikçi. Her üç serginin çakışmış olması talihsiz gibi gözüküyor… Birbirine fiziksel ve kurumsal olarak bu kadar yakın kültür mekanlarındaki bu tematik denk gelişin bizim bilemediğimiz bir nedeni olabilir mi diye düşünüyoruz. Pera ve Meşher’deki sergilerin zaman aralığı dahi aynı, 500 yıl… Hal böyle olunca sergilerin kavramsal metinlerinde en çok göze çarpan kelimelerin aynı olması da şaşırtmıyor. Daha fazla dayanamayıp konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Pera Müzesi direktörü Özalp Birol üç noktada değerlendiriyor bu sergilerde ortaya çıkan kente bakış fenomenini:
İlk nokta: “İki serginin konuyu ele alış şekli bambaşka. Aslında izleyiciye, benzer malzemeyle nasıl iki farklı sergi kurgulanabileceğini göstermesi bakımından ilginç. Meşher’in düzenlediği Göz Alabildiğine İstanbul: Beş Asırdan Manzaralar sergisi “geniş açılı İstanbul manzaralarına” odaklanarak şehre dair görsel anlatının çeşitliliğini ve tasvirlerin farklılığını vurguluyor. Tam Yerinden sergisi ise, merkezine, 19. yüzyıl başında icat edilen 360 derecelik şehir manzaraları -yani panorama- kapsamında İstanbul’un küresel ölçekteki temsil biçimini alıyor, fakat aynı zamanda, bu icada yol açan 15. yüzyıldaki kent temsillerine ve bu icadın sonrasındaki panoramik İstanbul imgelerinin üretimine de uzanarak 500 yıllık bir süreci tarihselleştiriyor. Bu görüntülerin 500 yılda izlediği farklı yolları takip ediyor ve farklı üsluplar, teknikler, mecralar, bakış açıları, izleyiciler ve dolaşım stratejileri arasındaki bağlantıları ve karşıtlıkları yeniden değerlendiriyor. Meşher, eserlerin görselliğini öne çıkarırken, Pera Müzesi eserler üzerinden bir tarihsel anlatı sunuyor.” Bu kadarı bence ikna edici, hak vermemek mümkün değil.
İkinci nokta: “İstanbul’un küresel ölçekte tanınan, yüzyıllardır dolaşımda olan bazı popüler ve kıymetli görünümlerinin her iki sergide yer alması da doğal. Burada ayırt edici husus, ele alınış biçimlerinin yani kullanıldıkları bağlamın farklı olması. Ek olarak, her iki sergide de sıra dışı, emsali/kopyası başka hiçbir koleksiyonda bulunmayan ve ziyaretçilerin ilk kez göreceği çok sayıda eser de var. Hazırlık sürecinde Meşher’le iletişime geçerek, olası örtüşmelerin de -olabildiğince- önüne geçtik.” Burası da bence iki sergiyi beraber gezmek için iyi bir bağlantı…
Ancak son nokta şöyle: “İstanbul’un panoramik temsiline odaklanan 3 serginin açılmış olması, belki de kentsel dönüşümü özellikle son 10-15 yılda artık çok hızlanmış şehrin geçmiş hallerini, topografyası, doğası, mimarisiyle tekrar tekrar geniş kitlelere göstererek bir bilinç yaratma telaşından kaynaklanıyor. İstanbul’u İstanbul yapan bazı özellikleri daha fazla kaybetmememiz için…” Bu kısma dair kimi şerhlerim var. Bir telaş olduğu çok açık, ama bence gösterme telaşı… Peki telaşlanılan bu gösterim ve sunum düne mi dair, bugüne mi? Kentsel dönüşüm günümüzün yakıcı sorunları arasında yer alıyor ve eğer kastedilen klasik müzecilik fikrinin de çok tutunduğu bir edim olan ‘bilinç yaratmak’sa o zaman bu bugüne dair bir faaliyet olarak ele alınacaktır. Bu tür temsiller ise bizi nostaljik geçmişe doğru çekerken bugüne ulaştıramadan orada, o geçmişin içinde bırakıp terk ediyor. Günün sonunda eğer kentten söz edeceksek oranın toplumsal-politik topoğrafyası olmadan yalnızca coğrafi topoğrafyadan bakmak çoğu zaman yanıltıcı olabilir.
Pera’daki sergiyi merkeze alarak düşündüğümüzde, panoramik temsillerin izleyiciyi tam yerinde hissettirme, gözü ve görmeyi bir merkez üssü gibi kurgulama ve şehri bütünüyle görebilmeyi vaat etme gibi işlevleri hemen fark ediliyor. Şehrin görünümleri, şehirle oryantal bağlar kurmak isteyenleri, gezginleri ve şehrin yaşayanlarını başka yönlerden kavrayacaktır elbette. Yüzyıllar içinde bu temsillerde değişen ne? Sadece medyumlar, ya da çizgiler değil, anlatım politikasında da belirgin bir değişim yaşanmış. İstanbul modernleşmesi şehri görme ve gösterme biçimlerine etki etmiş. Egzotik kent tasvirleri artık alıcı bulamamaya, kente dair sunulan masalsı-romantik görünüm karşılıksız kalmaya başlamış. Tüm bu İstanbul panoramalarında hangi göstergeler yeniden üretiliyor, şehre egemen olan iktidar ilişkileri kendisini bu optik deneyimin içinde nasıl kodluyor, İstanbul hangi motivasyonlarla holistik olarak resmediliyor veya hangi İstanbul’un imgesi çağrılıyor… Kente gözetleyici olarak bakarken kentteki gündelik karmaşa, çeşitlilik, anlaşılması güç sosyal dinamiklerin kontrastlığı bir miktar yumuşayabilir. Belki de seyredene iyi gelen biraz da bu… Hatta manzaranın mükemmelliği, kentte inşa edilmiş bir düzen olduğuna da ikna edebilir. Tam da ‘bir düzenimiz var mı?’ yıllarında… Özellikle politik ve toplumsal açıdan çalkantılı dönemlerde egemenliği temsil eden başkentler veya merkez-kentler güçlü sembolik iktidar ihtiyacını ikame eden imajlarda kendisini bulabilir. Bu bakımdan dönemin -otoritesi sarsılmış- otoriteleri için böyle büyülü bir şehre sahip olmanın hazzı bile yeterli.
Panoramik kent imgelerinde seyirci bir oyun oynar gibi oralarda kendisine bir adres arar. Kendi kentsel deneyimleri ile karşısındaki görüntüyü buluşturmak ister ve mekânsal rotasını imgelerde bulmaya çalışır. Bunun tersini yaparak bitirelim, o kent imgelerini bulunduğumuz mekânda arayarak… ‘Tam Yerinden’ sergisi neden Pera Müzesi’nin İstanbul manzarasını görebilen tam yerinde değil de, 3. katta kurulmuş?