1722’de, Hollandalı denizci Jacob Roggeveen yalnızca bir adayı keşfetmekle kalmamış, bugün hâlâ gizemini koruyan 600’den fazla insan figürü devasa taş anıtla da insanlığı tanıştıracak bir keşfede adını yazdırmıştı. Paskalya Adası’nda 1884’te başlayıp 1955’e kadar süren kazılarda arkeologlar M.Ö. 800’lerden itibaren başlayan 3 farklı kültürel dönemle karşılaşmışlardı. Adaya bu taşlar nasıl getirilmiş ve hangi amaçla yapılmışlardı?
Bu sorular ışığında yıllar önce Ayvalık’ta Kenan Öztürk ile Anadolu “Kulluk” kültürü üzerine konuştuğumuzda Moai taşlarını da anmıştık. Ayvalık Karagöz Sanat Evi yöneticisi, sanat danışmanı Kenan Öztürk, belki etkileri Moai taşları kadar olmasa da yüzyıllardan beri Anadolu’nun pek çok bölgesinde görülen insanların dağlarda yön bulması, sınır çizgisi gibi sembolik işaretlerini taşıyan Kulluk kültürünün günümüz sanatçılarıyla buluşarak yeni fikirler ortaya konulması yönünde bu kültürü yaşatmanın gayreti içindeydi. 1981 yılında, Paris’te yaşamını sürdürmeye başlayan Kenan Öztürk, La Courneuve kenti belediyesi kültür merkezinde müzik, dans ve plastik sanatlar atölyelerinden oluşan bir bölümü kurmuş ve uzun yıllar bu yapıyı yönetmişti. 2005 yılında Ayvalık Karagöz Sanat Evi’ni oluşturduğunda ilk başlarda yaz tatillerinde çalışmalarını Ayvalık’ta hazırlarken, emekli olduktan sonra bütün zamanını ve projelerini buraya taşıdı. Nimri Kullukları Sanat Projesi de böylece ortaya çıkmış oldu.
“Kulluk” olarak isimlendirilen ve geçmişten günümüze farklı halkların kültürlerinde görülen bu yapılar, doğada taşların üst üste konularak genellikle insan formunda dikilen unsurlardı. İnsanın kültürel bir bilinçle geriye dönmesi ve bu kültürü yaşatma isteği, birbirinden güç alarak ayakta duran ve doğadaki dengeyi ifade eden bu taşların yaşaması/yaşatılması anlamına geliyordu.
Kullukta birbirine yaslanarak ayakta durabilen taşlar, bir bakıma tarihte göçebe halkların kendi iç dayanışmalarının da simgesini temsil eder. Genellikle dağlık bölgelerde bulunan kulluklardaki taşların bu formları, doğadaki her varlığın birbirine bağlı ve birbirine ihtiyacı olduğunun ifadesidir. Kulluk insana sağlıklı bir doğa ve iyi bir gelecek için kolektif sorumluluklarını hatırlatır ve gelip geçen her yolcuya “Ben buradayım, sen de doğru yoldasın” işaretini vererek, yol gösterir.
Doğduğu Nimri’yi seçti
Öztürk, bu Şamanik unsurların varlığının günümüzde unutulmaya yüz tutmuş olmasından dolayı bir proje hazırlamıştı. Doğduğu Elazığ’ın Keban ilçesine bağlı Nimri Köyü, bu geleneğin izlerini sürebilmek için ideal bir yerdi. Köylülerin, 70’li yıllarda büyük şehirlere göç etmeleriyle birlikte bu yapıtlarda Nimri’de yavaş yavaş ortadan kaybolmaya başlamışlardı. 50 yıl aradan sonra, hatıralardan henüz tamamen silinmemişken; Öztürk’ün girişimleriyle ilk kulluk projesi, 2016 Eylül’ünde Nimri’de yapıldı ve “İşmar” adıyla anıldı. İşaret anlamına gelen “İşmar”, kopan zinciri onarmak ve gelecek kuşaklara tarihi mirası aktarmak için bir başlangıç oldu.
Sanatçılar ve üniversitelerin güzel sanatlar fakültelerinin katılımıyla, yok olmaya yüz tutmuş bu kültürel geleneği ’Kulluk Anıtlarını’ yeniden yaşatmak amacıyla, her yıl yeni eklemelerle çağdaş sanat festivali havasına dönüşen projeye 2018’de tasarımcı Meral ve Cemal Erez’in ardından geçtiğimiz yıl Mehmet Aksoy da dahil oldu. Aksoy’un kulluklardan esinlenerek hazırladığı Semah heykeli de, Nimri Köyü Kulluk Sanat Projesi ile birlikte “Anadolu’nun bir köyünde taş üstüne taş koymak için” ziyaretçileriyle buluşmayı bekliyor.