Nicollette Krebitz’in ilk gösterimini Sundance’te yapan son filmi Vahşi’yi bir modern toplum eleştirisi olarak da okuyabilirsiniz, doğaya dönüşün fazlasıyla gerçekçi bir tezahürü olarak da.
Bu yılki İstanbul Film Festivali’nin en çok konuşalacak filmlerinden biri olacağını düşündüğümüz –umduğumuz- Vahşi farklı okumalara açık, ustalıkla çekilmiş ve izleyiciyi sık sık hayerete düşüren, hatta provoke eden ama doğruya doğru, istismar etmeyen bir film. Daha çok oyuncu olarak tanınan Nicolette Krebitz bu üçüncü yönetmenlik denemesinde kotardığı bıçak sırtı filmle (bir tarafa meylettiğinde Herzog, diğer tarafa meylettiğinde ise Von Trier bölgesine düşecek bir iş Vahşi) kendini bir hayli ispatladı kanımızca.
Ania, yaşlılık hastalıklarından muzdarip büyükbabasıyla yaşayan, son derece sıkıcı bir ofiste, son derece sıkıcı bir iş yapan ve sosyal çevresi alabildiğine dar (Skype üzerinden konuştuğu bir kız kardeşi ve merhabalaşmaktan öteye bir muhabbetinin olmadığı iş arkadaşları var sadece), özel hayatıysa (gün boyu kahve taşıdığı ve onunla flört edip etmediği konusunda kararsız kaldığımız yakışıklı patronu hariç) sıfır seviyesinde olan yalnız bir genç kızdır. Günün birinde işe giderken geçtiği korulukta bir kurtla göz göze gelir ve içinde tuhaf bir heyecan duyar. Ertesi gün aynı koruluğa giderek kurta bir çiğ et parçası bırakır ve onu yeniden görmenin yollarını aramaya başlar. Kurdu görmeden duramadığını fark eden genç kız, büyükbabasının yattığı hastaneden arakladığı teskin edici ilaçlarla hayvanı uyutup avlar ve onu evinin bir odasına kapatır. Kurtla birlikte yaşamaya başlayan Ania kendi doğasının yabani, vahşi yanının onu elegeçirmesine izin verir, daha da doğrusu bunu tüm benliğiyle ister, kabullenir ve sever.
Ania’nın dönüşümü hem fiziksel hem ruhsal düzlemde uç noktalara evrildikçe filmin farklı okumalara açık hali daha da netleşir. Kurtla birlikte çiğ et yemesi, cinselliği ima eden kimi sahneler ve James Blake’in şarkısıyla iyiden iyiye bir aşk sahnesine dönüşen sekans bir yandan Ania’nın ilkel benliğine dönüşünü (özellikle trabzandan kayarak indiği sahne) ima ederken, öte yandan da doğaya dönüş özlemi duyan ve modern toplumun boyunduruğundan kurtulmak isteyen günümüz bireyine de açık bir meydan okuma gibi algılanabilir. Doğaya dönmek sırt çantanı alıp dere tepe yürümek değildir ne de olsa ve 20 katlı modern bir apartman dairesinde de doğaya dönebilirsiniz; tabii mideniz kaldırıyorsa.
Filmle ilgili tartışmalardan birinin Ania’nın adım adım vahşi hayata geçerken bir yandan da kendi sosyal hayatında geçirdiği değişimlere dair olacağını düşünüyoruz. En baştan beri soğuk, utangaç ve uyumsuz olan Ania geçirdiği değişimden sonra sosyal hayatta daha girişken (ofisteki seks sahnesi bunu getiriyor sanki akla), daha rahat ve dolayısıyla daha uyumlu birine mi dönüşmüştür yoksa bu büyük ölçüde fiziksel rahatlık aslında modern toplumların da en az doğal hayat kadar vahşi olduğunun bir göstergesi midir? Hem ofisi temizleyen göçer işçilerle (tahmin ettiniz, iki Türk işçi), hem de tipik bir Alman olan patronuyla seks yapmaya hazır olması (ve sahnenin devamında olup bitenler) ise her türlü medeni koşullandırmalardan arındığını gösteriyor Ania’nın. Doğası ne emrediyorsa onu yapıyor ve nihayet –zaten bir parçası olamadığı- toplum tarafından dışlandığındaysa kendini tam anlamıyla doğada (ormanda) buluyor. Ne var ki doğanın onu kollarını açmış bir şekilde beklediğine de ikna olmuyoruz doğrusu.
Birkaç gece rüyasına girip gözlerini onun gözlerine diken bir kurttan etkilendiği için filmi çekmeye karar verdiğini söylüyor Krebitz. Yaptığı araştırma sonrası kurtların açılan sınırlar yüzünden Almanya’ya geri döndüğünü ve doğu tarafında uzun zamandır erk edilen bazı askeri binaları işgal ettiğini keşfeden Krebitz insan yapısı kentlerde dolaşan kurt imgesinden çok etkilendiğini de saklamıyor. Kurdun apartman dairesinde Ania ile karşılıklı “oynadığı” sahnelerin akla Herzog’u getirdiğini ve acaba o olsa nasıl çekerdi diye düşündürdüğünü itiraf edelim. Herhalde ne yapar eder, bir yolunu bulup hikayeyi kurdun gözünden anlatırdı. Ne de olsa her hikayenin iki tarafı vardır.
Son olarak filmin başrolündeki Lilith Stangenberg’in dikkat çekici performansına değinelim. 27 yaşındaki oyuncu son zamanlarda gördüğümüz en cüretkar performanslardan birine imza atarken bir an bile gözünü kırpmıyor, kendini ele vermiyor. Filmdeki bazı sahneleri izlediğinizde (ki muhtemelen ilk kez gördüğünüz bazı imgeler olacak bunlar, tuhaf pornografik meraklarınız yoksa tabii, ki bunu da yargılamıyoruz) Stangenberg’in nelere tahammül ettiğine şaşacak ve umarız onu takdir edeceksiniz. Bir oyuncunun kendini bir filme bu denli teslim ettiği çok nadirdir zira.