Şair, gazeteci, oyuncu ve çevirmen Ülkü Tamer Bodrum, Turgutreis’teki evinde geçirdiği rahatsızlık nedeniyle vefat etti. Tamer’i Cumhuriyet Kitap için Mehmet Çakır’ın yaptığı söyleşiden bir bölümle anıyoruz.
Tüm şiirlerinizde bir gülmece unsuru, çocuksu bir yan var. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Bilemiyorum. Belirli bir kasıtla, belirli bir amaç için yaptığım bir şey değil bu. Belki kişiliğimden yansıyan bir şeydir. Çocuklukta bir saflık var, yalınlık var, duruluk var… Belki de bunlar beni etkiliyor.
Oyunculuk ve çevirmenlik de yaptınız. Diğer uğraşlarınızın şiirlerinizle ilişkisi nasıl oldu?
Bütün sanatlar birbirini etkiler. Tarihteki önemli sanatçılara baktığımızda, bazı ayrıcalıklar dışında, böyle olduğunu görürüz. Örneğin Picasso ressamdır, son derece önemli bir ressamdır; ama edebiyatla ilgisi vardır, tiyatroyla ilgisi vardır. Hiç olmazsa o çevrelerden yakın dostları vardır; tartışabilecek, görüşebilecek, karşılıklı bilgi aktarımında bulunabilecek ..: Farklı Sanatlar elbette birbirlerini tamamlar. Tiyatro, her şeyden önce bir gözlemdir. Sinema, bir görselliktir. Bende sinema çok etkilidir. Şiir yazarken bazı şeyleri neredeyse sinema gibi izlerim.
Şiirden sonra sinema mı gelir?
Şiirle atbaşı gelir.
Anlatımcı bir şiiriniz var genellikle. Neden öykü yazma yöneldiniz sonradan?
Öykü yazmaya yönelmedim. Sadece dört tane öykü yazdım yetmiş yıl içinde. Bu benim bir öykücü olarak tanımlanmama elbette yetmez. Bir şairin yazdığı dört öykü veya dört öykü yazmış bir şair olabilirim ancak.
“Beni bugüne getiren şiirler onlar”
Son yıllarda şiir yayımlamıyorsunuz, belki yazmıyorsunuz da…
Yok, yazıyorum. Önümüzdeki sonbaharda yeni bir kitap çıkarmayı düşünüyorum, onda olacak yazdıklarım.
Dönüp ilk şiirlerinizi okuduğunuz olur mu?
Zaman zaman okurum.
Neler hissedersiniz?
Bazen gülerim. Çok kötü bulduğum şiirlerim de var; ama beni bugüne getiren şiirler onlar, hepsini severim. Hatta ilk kitaba girmemiş, daha eski şiirlerim var; onlar elime geçince çok gülüyorum, neler yazmışız diyerek.
Çeviriler de yapmış bir şair olarak, Türk şiirinin bugün olduğu yeri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben Türk şiirinin içinde doğdum, Türk şiirinin içinde büyüdüm, Türk şiirinin içinde soluk aldım. Türk şiirini elbette en tepeye koyuyorum. Şiir her şeyden önce dil ile ilgili. Cahit Külebi‘nin “Hikaye” şiirini düşünün, benim çok sevdiğim bir şiir. “Senin dudakların pembe/ Ellerin beyaz” dizelerini alın İngilizceye çevirin: “Your lips are pink / Your hands are white”. Bir ilkokul öğrencisinin gramer kitabında yazan cümle gibi; ama bizim dilimiz içinde anlatım olarak bambaşka bir şiir. Çeviri tabii çok kaybettiriyor şiirin değerini, ne kadar usta çevirmen olursa olsun insan. İnsan kendi soluduğu dilin şiirini en fazla seviyor, ben de öyle.
Türk şiirinin okurundan uzaklaştığı söyleniyor…
Bu her zaman söylenmiştir. Ben bu görüşe fazla itibar etmiyorum. Bizden önceki dönemde de şair okurdan koptu gibi sözler söylenmişti, bizim yazdığımız dönemde de aynı endişeler vardı, şimdi yine öyle. Şiir, son derece yaygın bir sanat değil zaten. Belirli bir okurun, şiir okurunun ilgilendiği, şairini seçtiği bir sanat. Okuru zaman zaman biraz azalır, biraz çoğalır; ama şiir aynı kalır.
“Daha ilk dizesini okuyup bıraktığım çok şiir oluyor”
Genç şairleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir anımı anlatayım. Şiirlerimiz okul dergisinde ilk yayımlanmaya başladığı sıralarda biz beş-altı arkadaştık şiirle ilgilenen. Okulda bir edebiyat yıllığı çıkarıyorduk “İzlerimiz” adıyla, onu Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya götürdük. O bizim isimlerimizi, derginin arka kapağının içine yazdı, “Ben bu listeye on yıl sonra bakacağım, bakalım kaçınız devam ediyor olacaksınız şiir yazmaya” dedi. Gerçekten, on yıl sonra biz iki kişi kalmıştık. Onun için genç şair sözünü ben benimsemiyorum. Şair, ya şair ya da değil.
Şöyle sorayım öyleyse, bugün dergilerde gördüğünüz şiirleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hayran olduğumu söyleyemem. İşin içinde sevgi var; ama seçicilik de var elbette. Her şiire bayılmıyorum. Daha ilk dizesini okuyup bıraktığım çok şiir oluyor. Her zaman böyle olmuştur. ı 950’lelerde Cahit Külebi’ler, Behçet Necatigil‘ler, Dağlarca’lar yazarken de dergilerde dünya kadar şair vardı sonradan unutulup giden. İkinci Yeni akımını düşünün. Bugünün ‘popstarları’ gibi, her hafta yeni yeni on tane şair çıkıyordu neredeyse Pazar Postası’nda. Bugün kaç kişi kaldı onlardan şiir yazmayı sürdüren?