"’Üç Kadın Bin Turna’, üç kadının içindeki üç çocuğun bedenlerindeki dans; iyi bir ‘beden tiyatrosu’ örneği."
Sahnede beyaz bir bank ve yan yana oturan üç kadın…
Kadınlar, Emek Sahnesi’nin siyah duvarlarının ortasında, ufacık kımıltılarla hareket ediyorlar. Oyun başladığında sadece belli belirsiz bir devinim ve kımıltılar var.
Biri çocuk gelin, diğeri çocuğunu kaybetmiş bir anne, öteki de çocuksu umutlarla çıktığı yolculukta tecavüze uğramış bir kadın.
Üç Kadın Bin Turna, üç kadının içindeki üç çocuğun bedenlerindeki dans; iyi bir “beden tiyatrosu” örneği.
Kelimelerle bir çağrışım oyunu gibi başlayan metin, üç kadının hikâyesini anlatan tiratlara ustaca bağlanıyor. Susturulmuş, ezilmiş, duyguları hapsedilmiş üç kadın, tüm kadınların sesine dönüşüyor.
Çocuğunu kaybetmiş bir kadının çaresizliği, onun içindeki kor ateş… Küçücük yaşta, babası yaşındaki tanımadığı bir adamın koynuna zorla sokulmuş o kız çocuğunun öfkesi ve terk edilmişliği… Bütün o dik duygular, tüm umutlarını cebine koyup yola çıkmış genç kadının gülümsemelerine çarpıyor bir süre… Bu gülümseyişler, diğer kadınların izleyeni hırpalayan acılarının yanında, seyirciye küçük soluklar aldırıyor önceleri.
Birbirlerini görmeyen, duymayan, birbirleriyle ilişki halinde olmayan bu üç kadın, kendi hikâyelerini anlatırken, birbirlerine dokunmadan birbirlerinin içinden geçiyorlar.
Oyun ilerledikçe, her hareketin bir anlamı olduğunu; bir başka harekete ve bilinenin dışında bir çeşit dansa dönüştüğünü görüyoruz.
Arda Alpkıray’ın rejisinin sade, yalın ve samimi başlangıcı, bu üç özelliğini oyun boyunca koruyarak tırmanan bir anlamlar bütünlüğüne dönüşüyor. Rejinin başarısının özünde bu var.
Duyguları hareketlerle anlamlandırmak ve güçlü bir devinim haline getirmek; üstelik bunu sıkmadan, altını üstünü çizmeden etkili bir hale getirmek, bu tarz işlerde önemli bir marifet. Oyunun plastiği, oyuncuların bedenlerinden, bir tahta banktan, uzayan, kısalan, dolanan, çeşitli imgelere dönüşen lastik bir banttan ve güçlü duygulardan oluşturulmuş.
Oyuncuların üçünün de diğer kadınların duygularını bu denli kuvvetle içselleştirip, bedenlerine taşımaları oldukça etkileyici. Ayça Bildik, İrem Erkaya, Yeşim Egemen Özaydın, kendilerini sahnede çırılçıplak bırakmış cesaretli genç oyuncular.
Dekor sade ve çok anlamlı. Kostümler de öyle; karanlığın içinde kadını anlatan bir uçuşma hissi uyandırıyorlar… Çok kadın, biraz çocuk… Işık son derece doğru kullanılmış; yine sade ve gereksiz gösterişten uzak.
Metin yalınlıkla örülmüş. Çarpıcı ve seyircinin hafızasında kalacak cümleler barındıran bir metin söz konusu. Elbette klasik bir tiyatro metni değil; ama zaten oyun da yeni bir ifade arayışının ürünü.
Üç Kadın Bin Turna, aynı zamanda bir farkındalık alanı yaratmak için üretilmiş bir proje. Bir insan hastalandığında, kâğıttan 1000 turna yaparsa, bunu gören tanrıların bu kişiyi iyileştireceğine dair bir Japon efsanesi var. 2. Dünya savaşında kullanılan atom bombasının ardından radyasyonun etkisiyle lösemi hastalığına yakalanarak ölen Japon kızı Sadako Sasaki’nin hikâyesi ve iyileşmesi için yapılan bin turna kuşu da Üç Kadın Bin Turna ekibinin esin kaynağı olmuş. Ekip, kadınların daha demokratik, barışçıl ve eşit yaşama koşullarına sahip olmaları için kâğıttan turna kuşları biriktiriyor. Seyirci de oyundan önce ya da sonra kadınlara dair tüm umutlarını, rengârenk kâğıtlardan yaptıkları turna kuşlarının kanatlarına yazarak, fuayedeki ağaca iliştiriyor. Şimdiden bin turnanın üstünde bir sayıyla sosyal bir hareketin ilk adımlarını atmış durumdalar.
Dilerim oyun, Emek Sahnesi’nin dışında, daha imkânlı mekânlarda, daha çok seyirciye ve binlerce turnaya kavuşur.
Üç Kadın Bin Turna – Tiyatro Tatavla
Reji ve Koreografi: Arda Alpkıray
Metinler: Özge O’neil, Arda Alpkıray, Eraslan Sağlam, Yeşim Egemen Özaydın, Onur Özaydın, Esra Özdelice, İrem Erkaya, Ayça Bildik, Semra Kap
Kostüm: Elif Bayraktar
Işık: Koray Erhan Doğrul
Oyuncular: Ayça Bildik, İrem Erkaya, Yeşim Egemen Özaydın
Asistanlar: Gülnara Golovina, Okan Duman
Sahne Terzileri: Yakup Güngör, Bülent Coşkun
Fotoğraf: Ertuğrul Dinler