A password will be e-mailed to you.

Didem Erk, Elif Süsler ve Şafak Çatalbaş’ın sürece odaklanan performansları “Üç Ayaklı Masa: Bir Organizma” 11-19 Mart tarihleri arasında Rem Art Space’de izlendi. Kesintisiz ve sürekli bir performans deneyiminden geriye kalanlar üzerine de Derya Yücel, sanatçılarla bir söyleşi gerçekleştirdi.

Didem, Elif ve Şafak, birbirinden bağımsız ama eşzamanlı üç ayrı performasta, izleyiciye sundukları kelimeler, anlar, imgeler ve jestlerden doğan “geçici bir gerçeklik uzamı” yarattılar. Sanatçılar bu süreçte, gerçeklik ve kurgu arasında, gündelik yaşam, hafıza ve sanat arasındaki ilişkileri araştırırken diğer yandan karşılıklı öznellik çemberlerinde izleyici ile diyaloğun olanağını sorgulayan, davetkar ve eylemlilik içeren bir oyun alanı önerdiler. Şafak’ın sunduğu anlık senaryoların bir parçası haline gelerek oyunculuk seçmelerine katılırken, Elif’in katılımcı maskelerini oluştururken bir imgenin seçilmesinde sorumluluk alırken ya da Didem’in içe kapalı yazma eyleminde dışarıda bırakılıp pasifize edilirken izleyici, sosyal bir muhataba, oyunun bir öznesine dönüşüyordu. Diğer yandan, temsili bir “sanat sergisi”nin ritmini tersine çeviren bir işleyiş bu süreci daha da ilginç kılıyor, sergi, sonucu planlı bir kurguya değil, oluş halinde, müdahaleye açık, hareketi ve rastlantıyı içeren bir eylemlilik üzerinden form kazanıyordu. Böylelikle belirli bir zaman diliminde gerçekleşen bu kesintisiz performatif eylemlilik hali, kısa süreli bir varolma ve ortak alanların yaratılabileceği fikrine yönelik bir araştırma, sanatsal eylemin tetikleyebileceği bir sürecin de kaydı haline geldi. Ve bu süreci paylaşmak üzere bir araya geldik…

Derya: Öncelikle süreci özetlemenizi isteyeceğim, planladığınız belkide kısmen kurguladığınız performanslarda akış beklediğiniz gibi gelişti mi? Yoksa değişti mi? Öncelikle bireysel/öznel deneyiminizi, sonrasında da yarattığınız bu ortaklık içindeki karşılıklı oluşan deneyimlerinizden bahsedelim istiyorum.

Elif: Sakin ama insanlarla her şekilde etkileşime açık bir proje olma fikri ilk baştan beri vardı. İzleyicilerle nasıl iletişime geçeceğim ise hep bir soruydu benim için. Konuşmayı en azda tutarak bunu yapmaya karar verdim zaman içinde. Ne kadar kendimden göstereceğim, ne kadar saklı tutacağım konusunda soru işareti hep vardı. Mesela maskeleri oluştururken daha çok sırf kendi seçtiğim rastlantısal imajlardan yaparım diye düşünüyordum ama açılış sırasında bir ziyaretçi geldi, “kendimiz maske yapabiliyor muyuz?” dedi. Bu soruya ilk başta “hayır” cevabını verdim ama sonrasında belirli kurallar çerçevesinde bunu kabul ettim. Ama bir süre sonra yine hayır demek zorunda kaldım, çünkü bu şekilde sipariş üzerine maske yapan bir insana dönüşüyordum… Yani ikisi arasında bir sınır koymaya, o maskeler alınıp satılabilen herhangi bir nesneden nasıl bir farkı olacaktı veya sipariş üzerine yapılan herhangi bir elişinden?

Derya: Ama bence burda iki türlü bir şey var. Birincisinde sen bir kurgu yaratmıştın ve imgeleri sen seçecektin ve insanları maskeyi yapıp bunları giymeleri için ve fotoğraflarını çekmen için teşvik edecektin… Bunu bildiğim halde, ben örneğin, izleyici olarak kendim seçmek istedim. Çünkü sunduğun öneriler içinde bir seçkiyi yapma özgürlüğümün olduğunu ve olması gerektiğini hissettim. Çünkü hem rastlantısallık hem de senin yaptığın bir kurgu içeriyordu. Ben kendim dışardan bir imge getirip bunu kullanmıyordum. Sonuçta senin kurgunun içine, ama daha fazla dahil olarak ve seçme şansımı o özgürlük alanımı daha fazla delerek bunu yapmak istedim. Senin endişeni, sanatçının araçsallaştırılma endişesi olarak okumam yanlış mı olur? Bir hiyerarşi kurmak istemiyorsun ama tamamen bir aracı haline gelip sanatçı dahiliyetinle pasifize de olmak istemiyorsun. Bu çelişkiyi performans sürecinde de yaşadın sanırım ve süreçte bunu değerlendirme ve bunun üzerine düşünme fırsatı da bulmuş oldun.

Elif: Ben sanatçı olarak performas sırasında kafama maskeyi takarak anonim bir kişiye dönüşüyordum. O maskeyi takan insanlarla da böylece bir kimlik değişimi meydana geliyor veya herhangi bir hiyerarşiyi ortadan kaldırıyordu, ama kaçınılmaz bir ayrılık da vardı, maskeleri yapan bendim, yine de ön planda olmadığım bir yönetme haliydi… Bu, kendi pratiğimde de sorguladığım birşey, bir araca dönmek istemiyorum evet, ama diğer yandan da yöneten tek kişi, gücü elinde bulunduran bir kişi de olmamak. Yani bir iş yaparken de kendi atölyemde veya nerde üretiyorsam bunu düşünüyorum ama çok fazla bu soruna angaje olamıyorsun tabii, o üretim sürecine kendini daha çok koşulladığın için. Burdayken onun daha çok farkına varıyorsun.

Derya: Evet, çünkü katılımla işleyen, daha açık, maruz kalma riski çok fazla olan bir performans süreciydi, aslında hepiniz için geçerli bu. Bu risk, hem kendinizi bir yandan çok güvende hissetmemenize neden oluyor, bir yandan da kontrolü elinizde bulundurma güdüsünü tetikliyor olabilir. Eklemek istediğin bir şey var mı Elif?

Elif: İki şekilde var, biri içerik olarak, o hatıralardan nasıl bir şey ortaya çıkacak, daha görsel bir şey. İkincisi de kendi pratiğimi sorgulamak şeklinde gitti. İki ayrı kanaldan ilerleyen bir soru sorma süreci oldu. Hem çok görsel, çünkü enstalasyon yapıyorum genelde, performansı kattığım işler oldu. Yine kişiliğin ikiye ayrılması, yani hem görsel hem de eylemin kendisi ne kadar bu görsellikle bir arada duruyor? İkisi arasında bir gidiş geliş. Bir kendi içine bakma, bir de görsel olarak izleyiciye “güzel” birşeyler sunma vardı aslında.

Derya: Didem? Senin performansın Elif’in ve Şafak’ın performansına göre biraz daha farklıydı. Elif ve Şafak’ın biraz daha davetkar, çağıran ve içine tamamen dahil etme noktasında izleyiciyle etkileşim-iletişim kurmaya yönelikti (bunun koşulları yolları sonuçları tabii ki tartışılabilir). Seninki ise daha içine kapalı bir eylemlilik ve daha ritüelistik bir jestti diyebilirim. Bir tür ritüele dahil ediyordun izleyiciyi ama izleyici tam olarak dahil olamıyor, pasif konumunu koruyordu. Sen konuşmuyor, diyaloğa kapalı görünüyordun. Sonrasında ne oldu? Pasif ve edilgen konumdaki izleyicinin pozisyonu değişti mi süreçte?

Didem: Aynı fikirdeyim yani ben biraz seyirlik bir eylem, bir jest sunuyor gibiydim. İnsanlar anlamlandırmaya çalışıp anlamlandıramadılar bir türlü, zaten benim de biraz istediğim buydu. Tüm anlam çabalarına rağmen, hayatta olduğu gibi anlamlandıramıyoruz hayatı, benzer bir dilde benim yazdıklarımı da okumak isteyip okuyamama, anlamak isteyip anlayamama gibi bir durumda geriye düşüyorlardı. Ziyaretçi aslında bir türlü tatmin olmuyordu gelip gördüğü şeyden ve bu masanın amacı ne fonksiyonu ne diye sorduklarında onu anlatmak çok zordu çünkü bir jesti sözel olarak anlatmak çok zor. Ve şiirsel bir yaklaşımı düz bir dille anlatmak da benim için çok zor. Zaten çok içe dönük olduğu için galeri alanını atölye olarak kullanmaktı benimki… Biraz zor oldu açıkçası çünkü normalde çok mahrem bir alanda yapıyorum bunu böyle bir alanda müdahalelerle veya sorularla veya etrafta olup bitenlerle hem kayıt altında almam açısından iyi oldu, kayıt altına aldım burda olanları hem de benim kendimi sınamam açısından çünkü öyle bir soru geliyor ki o soruya vereceğiniz cevap bazen yok.  Evet, dediğin gibi açılışta daha ritüelistik bir eylem olarak başladım ama sonrasında diyaloğa açıldım. İzleyiciler, bana soru sorduklarında kısa da olsa sorularına cevap veriyordum. 

Derya: Peki, senin bu mahremiyet içeren ritüelin içinde, bu tür diyaloglar seni kesintiye uğratan birşey değil miydi?

Didem: Kesintiye uğratıyordu evet. Hem kesintiye uğratıyordu hem onların söylediklerinden beslenerek, kendi yazma eylemime katıyordum, bir şekilde harmanlamama yol açtı. Mesela, Şafak’ın insanlarla olan diyaloglarından da ayrıca beslendim çünkü o da sokaktan diyaloglar getiriyordu, o da bir belleği buraya taşıyordu.  Bende o belleği alıp kendi belleğimle karıyodum. Öyle bir şeye yardımcı oldu burda olmak. Ama dediğim gibi çok içe dönük bir eylemdi ne olursa olsun. En başında, oturma biçimimde içe kapanık olduğu için mekanda arkamı dönmüştüm örneğin. Daha sonrasında oturduğum pozisyonu da değiştirdim, yüzümü döndüm. Yüzümü döndükten sonra zaten insanlar iletişime daha açık olduğumu farkedip, benimle diyaloğa girmeye çalıştılar. O pozisyon bile etkiledi diyebilirim.

Derya: Elif’te de olduğu gibi… yani en başında kurguladığınız şeyin sürekli böyle git geller, değişimler ve yolların farklı noktalara gidip gelmesi bunun üzerine düşünmek ve bunun üzerine bir değişime doğru gitmek senin için de geçerli olduğunu anlıyorum. Daha kapalı, diyaloğa kapalı bir şeyken sonrasında bunun yön değiştirdiğini söylüyorsun. Peki, sende ne oldu Şafak?

Şafak: Bende n’oldu… Performansa başlamadan önce bir senaryo yazmıştım; o gün gördüğüm rüya ve sokaktaki diyaloglardan kurduğum bir senaryo. Bu masada duruyordu ve insanlar -tıpkı tüm sergi sürecinde olduğu gibi- onları davet ettiğim oyuncu seçmelerine katıldılar. Bir de açılışta bu radyo; “Rüya Radyosu” açıktı. Bu radyodan daha önce kaydetmiş olduğum, rüya arşivimden kayıtlar dinlenebiliyordu. Projeksiyondan duvara yansıyan videoda da henüz oyuncu seçmelerine ait görüntüler yoktu, daha yeni başlıyorduk, sadece bir şeyler olacağına dair bir fikirleri olması açısından başka bir görüntü vardı; uyku-uyanmaya dair, bir çalar saat görüntüsü vardı.  Açılışta da bu davet durumu işledi, kalabalıktı ve oyuncu seçmelerine epey bir katılım oldu ve merak uyandı, daha sonra ne olacak diye… Böyle bir şeye katıldık ve bu görüntüler ne olacak diye bir merak oluyordu… Ben onlara daha sonra sergiye geldiklerinde, ilerleyen günlerde takip edebileceklerini söyledim. Yeni insanlar geldiğinde aslında süreç yerine oturmaya başladı benim için. Planladığım gibi her gün yeni bir senaryo yazıyordum. Bu süreçte neyi farkettim, aslında onu kendi kendime soruyorum… Sokaktan diyalogları bu mekana getirmek ve bu diyalogları başka insanlara, ziyaretçilere söyletmek ve bu süreçte oyuncu seçmeleri yapan bir yönetmen rolünü üstlenmek şöyle bir duyguya yol açtı aslında: Evet belki yönetmendim ama bir film çekilecek diye bir söz vermiyordum, sadece oyuncu seçmeleri yaptığımı söylüyordum ki öyle -ama ortada bir senaryo var ve o sırada oluşmaya başlıyor, tam da şimdi ve burada ve bunun bir parçası olacaklarını söylüyordum, bu da onlar için yeterliydi, kameraya söyleyeceklerinin sokaktan diyaloglar, başka insanların o gün içindeki konuşmalarından alıntılar olduğunu da biliyorlardı. Bu aslında dışardan her ne kadar izlenebilir bir  şey olsa da, içine girilmeden tam olarak anlaşılamayan bir süreç- yani burda gelip de oyuncu seçmelerine katılan kişiyle dışardan bakan kişi birbirinden çok farklı şeyler yaşıyor. Hatta şöyle yorumlar duydum ziyaretçilerden; dışardan bakınca başka, gelip oynayıncaysa çok farklı bir his aldıklarını söylüyorlardı. Bir kişi mesela kendini sokakta hissettiğini söyledi – sanki hani çevresinde insanlar var, burası başka bir yer, gibi bir hisse kapıldığını söyledi. Birinden de olayın içine girmek için, burda ne olduğunu anlamak için mutlaka oynamak gerektiği gibi bir yorum duydum. Biri de “bunu neden yapıyorsun” gibi bir soru sordu bana. 

Derya: En can alıcı soru tabii…

Şafak: Evet ve kendisi cevap verdi… Gerçekten o gün, benim kendime sorduğum soruyu sormuş oldu bana ve bir gün önce düşündüğüm cevabı verdi: Başka insanların nasıl hissettiğini çok farklı insanlara deneyimletmek- başka insanların söylediğini söyleyerek, tekrar ederek belki kısa bir süre için de olsa o insanla empati kurmayı sağlıyor; belki hiç tanımadığı, hiç görmediği, hakkında hiçbir bilgisi olmadığı bir insanla, sadece onun diyalogunu söyleyerek o insanla bir tür yakınlık kurmuş oluyor. Bunu pek çok kereler yapıyoruz tüm bu süreçte sergi sürecini sadece bir kesit olarak görürsek sonsuzca çoğaltılabilir bir eylemden bahsediyoruz bunun bir tür “empati aygıtı” olarak işleyebileceğini ya da işlediğini hissettim. Peki kendim nasıl katkıda bulunuyorum bu aygıta? Kendi rüyalarımı katıyorum, bireysel, kişisel bir noktadan yola çıkıyorum, belki mahrem bir taraftan yola çıkıyorum; bilinçaltı, rüyalar… Normalde herkese anlatmadığım, daha mahrem hikayeler, rüyalarım bu senaryonun içinde yer alıyor, kendimden de bunu katıyorum… Sokaktan da insanlar diyaloglarıyla katkıda bulunmuş oluyor, aslında gönüllü olarak değil belki çünkü ben kulak misafiri olarak topluyorum bu diyalogları… yani evet, şöyle bir tarafı da var; izinsizce topluyorum bu diyalogları ama kimseyi kaydetmiyorum,  sadece kulak kabartıp not alıyorum…

Derya: Anonim diyaloglar halinde…

Şafak: Anonim bir şekilde evet, aslında duyulabilen konuşmalara kulak kabartmak gibi bir şeydi yaptığım ve bu ikisini birleştirmek -rüyalarım ve sokaktan diyaloglar- aynı zamanda, projenin ve kendi pratiğimin içe bakışsal yanıyla performatif yanını birleştirmek, bir arada işletmek gibi bir şey sağlıyordu benim için… ya da bu ikisinin birarada işlemesinin farklı bir yolunu gördüm diyebilirim ve başka bir yere de gidebileceğini düşünüyorum açıkçası.

Derya: Yani dönüştüğünü mü hissediyorsun ya da dönüşebileceğini, o potansiyeli?

Şafak: Evet dönüşebilme potansiyelini… Bu arada ne sorguladın kendinde diye sorarsan da şu olabilir belki… Yani o diyalogları alıp, bir empati aygıtının içine katıp, belki anonimleştirip, başka bir şey olarak dışarı çıkarmak -dönüştürmek- mümkün mü? Yani belki dinlenmek her zaman kötü bir şey olmayabilir… bir tür olumlama gibi belki… Özel alana müdahale etmek açısından bakıldığında da başka düşüncelere açık bir yanı var aslında… Anonim olma potansiyelimiz üzerinden de düşünürsek… Elif’in işiyle de bağlantı kurarsak mesela, anonimlik üzerinden, kısmen tabii. 

Derya: Sanatçı olarak anonim olma potansiyelinden sözetmiştik evet, Elif hem sanatçı olarak anonim bir kimlik kazanıyordu aynı zamanda katılımcıyı da anonimleştiriyordu o maskeyi takarak. Ve çektiği fotoğraflardan oluşturduğu fotoğraf albümü örneğin… Kendi öznel kimliğini fazla açık etmeyen, mesela sınıfsal pozisyonu, sosyo-ekonomik durumu, yani hemen hemen cinsiyeti dışında çok fazla bir veri yok orda katılımcılar arasında, yani bir tür izleyiciyi de orda anonimleştiriyordu. Senin performansında da aslında benzer bir şey var; bir diyalog üzerinden aslında, orda katılımcılar da anonim özneler haline geliyor; kendilerinden bahsetmiyorlar artık, senin diyaloglarının birer taşıyıcısı haline geliyorlar. Kendi kimliklerinden çıkıyorlar ve anonimleşmeleri -her ne kadar Elif’inkinden farklı da olsa- bir tür kimlik değişimi, bir tür rol değişimi üzerinden işliyor.

Şafak: Bir özgürlük var orda evet, orda insanların hoşuna da giden bir şey vardı aslında; kameraya oynamak, başka biri olmak. Başka bir role bürünebilme şansı, kısa bir süreliğine de olsa.

Derya: Bu da empatiyi besleyen bir şey. Ama bütün performanslar içinde seninki biraz daha kuralları ve yöntemi net olarak çizilmiş, daha fazla davetkar, katılıma dahil eden bir tarafı da vardı. İşleyişi açısından bu yöntem gerekiyordu… Sanıyorum doğru bir çerçeve çizdiğini sen de zaten deneyimlemişsindir.

Şafak: Evet işlediğini ve başka bir yere evrilebileceğini, o potansiyeli hissettim. Günlük şeklinde olması, yani rüya günlüğüne paralel bir şekilde devam etmesi de bunu gösterdi belki: Zaten 6-7 senedir rüya günlüğü tutmaktaydım introspektif (içe bakışsal) bir pratik olarak ve bunun bu sürecin içinde bambaşka bir şeye dönüşmesi, bambaşka bir şekilde harmanlaması, bu pratiğin ne kadar açık olduğunu da hissettirdi bana. Burada bunu bir film, senaryo devamlılığının bir parçası olarak görebildik, şöyle ki; çarşamba günü gördüğüm rüya, perşembe günü duyduğum diyaloglarla bütünleşip cuma günü tekrar rüyama girebilir gibi… 

Derya: Mahrem bir tarafı var dediğiniz gibi… Didem’in içe kapalı jesti, kendi atölye alanında, çalışma alanında tekrarladığı ama açık alana çıktığı zaman izleyicinin bu mahrem alana dahil olma meselesi. Şafak da aynı şekilde, rüyalarını, bilinçaltını, gizli kayıtlarını ve bunu kamusal alana açıyor olması, yani bir tür mahremiyeti de sergi alanine taşıyor olması. Özel alanla kamusal alanın birbirine bulaşması, karşılaşması ve aslında ne kadar ayrışabilir, onun da sorgulanması gibi görüyorum… Hepsi için geçerli… Ne kadar farklı görünseler de bana göre bu tür ortaklıklar taşıyordu. Peki kendi aranızda ne oldu? Herkes kendi pratiği çerçevesinde bir performans planladı belki… Yani bir arada işledi mi, işlemediyse neden, ne tür arazlar vardı veya ne tür bağlar? Bunun üzerine düşünebildiniz mi bu süreçte? Masanın, yani bu “Üç Ayaklı Masa”nın ilişkileri üzerine ne dersiniz?

Şafak: Aslında bence işledi, şöyle işlediğini düşünüyorum, mekanın bu ince uzun hali bence bu proje için yerinde oldu. Mekana girmeden ilk olarak Elif’i görüyorsunuz, zaten daha görsel bir iş yapıyordu, daha sonra ortaya geldiğinizde yavaş yavaş dahil olmaya başlıyorsunuz, sesler duyuluyor, kamera var, birisi (yani ben) senaryo yazıyor, oraya davet var, isteyenler dahil oluyor, ve sonra en köşede, daha içe kapalı bir eylem içinde olan Didem’i görüyoruz. Sergiyi içselleştirme sırasına göre düşünürsek en dışardan en içeriye doğru. Diğer yandan, performansların birbirine bulaşması söz konusuydu… Didem’in bahsettiği şey, Didem o kadar içe kapalı bir iş yapıyor, zihinsel olarak da belki zor bir durumda, yani fiziksel olarak bir sandalyede oturuyor, zihninden geçenleri yazıyor o sırada, ve sürekli bir rahatsız edilme durumuyla karşı karşıya çünkü ben burda sürekli çekimler yapıyorum, insanlara bağıra bağıra tekrarlar yaptırıyorum, diyalogları tekrar ediyoruz sürekli…

Derya: Didem bunu bir beslenme olarak algıladığını söylemişti az önce, sende geçen diyalogların da kendi yazma eylemine dahil olduğundan bahsetti. Tabii bu olumlu bir anlamda da olabilir, olumsuz bir anlamda da… Bunu istemsiz de dahil etme durumu var… yani gündelik yaşamdaki durumumuz gibi. Bir şeylere maruz kaldığınız zaman onları bir noktadan sonra içselleştirebilir ya da bilinçaltına atabilirsiniz veya bir anda geri çağırabilirsiniz.

Didem: Benim bilinçaltımla nasıl birleştiği önemli, orda ben bir diyalog duyduğumda zaten benim yazdığım cümleyle benim bilinçaltımdan çıkan cümleyle birleşip bambaşka bir kurgu yaratıyordu, sonra yine devam ediyor, sonra başka bir ziyaretçisi geliyor Şafak’a tekrar ve yine öyle bir dalgalanma oluyordu.

Derya: Bu rastlantı, bu olasılıklar dahilinde ister istemez maruz kalma meselesi var tabii… İzleyicinin katılımı ve etkileri dışında, birbirinize de maruz kaldınız bu süreçte. Ama bu da zaten o rastlantısal meseleyi de besleyen bir durumdu. Bir de ben bu proje üstüne düşünürken, bildiğimiz klasik anlamda kurumsal veya özel bir alan olarak bir sergi mekanı fikri ve klasik anlamda temsili bir serginin işleyişini de tersine çeviren bir meselesi olduğunu hissettim. -mekanda da bir tür kısa devre yaratmak gibi- Geriden başlıyor, sondan başlayıp başa doğru gidiyor ve kurgudan değil de rastlantıdan oluşan tersine bir akış var.

Didem: Serginin performatif tarafı da o zaten – ve en heyecan verici tarafı da o – çünkü hiçbir fikrimiz yok, finissage dediğimiz şey aslında açılış olması gerekirken, bitmek üzere veya süreci yansıtan işleri kapanışta gösteriyoruz…

Şafak: Mesela performansdaki bu süreç içinde film çekmek için zaten vakit olmaması da projenin bir özelliğiydi aslında, başka bir şeye vaktimiz kalmıyordu… Burda senaryo yazıyorum, oyuncu seçmeleri çekimleri, sonra çıkıp eve gitmek, gece rüya görüp sabah tekrar yazmak… Bu süreci zaten az çok bütün zamanımızı kapsayacak şekilde yaşadık… Ayrıca film çekmeye zaten vakit yoktu ama mesela bu senaryolardan daha sonra bir şeyler çekilebilir mi veya ne olabilir? Bu da başka bir projenin konusu olabilir… Ya da senaryoları belki görünür kılacak başka bir format düşünebilirim…Bir şeye dönüşmek açısından bakarsak…

Derya: Dönüşüm potansiyelini hepsi taşıyor bana göre. Didem’in de dediği gibi bu yazma eylemi bir sanatçı defterine dönüşebilir, Elif’in maskeli insanlar fotoğrafları bir imge albümüne dönüşebilir, Şafak’ın anlık senaryoları dahilinde gerçekleşen sürecin kendisi bir tür filme dönüşebilir… Geçici bir süre için mekansal uzama dahil edilmiş bir sürecin devamlılığını düşünmek de ilginç olabilir.

Daha fazla yazı yok
2024-12-22 10:07:38