Erginoğlu & Çalışlar mimarlık (veya daha geniş anlamda tasarım) bürosu, 30 yıllık birikiminin bir bölümünü Zaman Cetveli adı altında bir tüzel kişisel sergi ve bu sergi ile birlikte gerçekleştirilen bir dizi söyleşi ile halka açtı. Ortaklar Kerem Erginoğlu ve Hasan Çalışlar’ın yardımlarıyla birlikte küratörlüğünü Meriç Öner’in yaptığı sergi, büronun ilk kurulduğu yıllardan bu yana inşa edilen veya tasarım aşamasında kalan bazı projelerden fotoğraf, çizim ve maketlerin yanı sıra mimari tasarım üretim teknolojisinin gelişimini gösteren nesneler de içeriyor.
Sergi ile paralel olarak mimarlığın tanınan isimlerinin yer aldığı konuşmalar ve eleştirel sergi turları, bu sergiyi kuru bir gösteri olmaktan çıkarmış. Sergi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne bağlı MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nin Tek Kubbe Sergi Salonu’nda 31 Mayıs Cuma gününe kadar ziyaret edilebilir.
(Hasan Çalışlar ve Kerem Erginoğlu)
Mimarlık dünyasının bu sergiye ilgisi büyük. Bunda Türkiye’nin en üretken ve tanınan bürolarından birinin bu yoğun üretimi nasıl bir sergiye dönüştürdüğüne duyulan merakın payı büyük. Sonuçta bir mimarlık bürosunun ürettiği tasarımlar, kendilerine ait veya mimarlık dünyasında sıkça başvurulan portal web sitelerinde görülebilir. Erginoğlu ve Çalışlar, hem bu serginin bir tür portfolyo gibi olmaması için seçici davrandıklarını ve zamanında yeni üretilen bir yapı malzemesini ilk kez kullandıkları yapılar gibi önemli aşamalarla eşleştirdikleri bir seçim yapmaya çalıştıklarını, hem de mimarlığa içkin türlü temsil yöntemlerine geçmişe dönük bir bakış atma şansı yarattıklarını söylüyor. Eskiz defterleri, projelerle ilgili çalışmaların yer aldığı disketler, sunum için kullanılan slayt cihazları, projelerin tasarımdan inşasına tüm süreçler için hazırlanan evrak klasörleri gibi bir büroya ait nispeten mahrem nesnelere de sergide yer verilmiş.
Sergi ile paralel yürütülen konuşmalar ve eleştirel sergi turları, tek başına sadece sergi gezildiğinde yakalanamayacak bazı noktaların açığa çıkmasına yardımcı oluyor. Ayrıca mimarlıkta akademi dışında ve bir tür halkla ilişkiler tanıtım faaliyetinin parçası olmadığı düşünülebilecek bir tartışma ortamının oluşturulması da oldukça yararlı. Sergide eksikler de yok değil. Aslında mütevazı ölçekte mimarlığa dair düşünceler de üreten büro, nedense bu üretimlerini serginin dışında bırakmış. Şimdilik böyle bir plan olduğuna dair bir emare yok, ama bu geçici serginin daha kalıcı bir mecraya, örneğin bir kitaba aktarılması da önemli.
Başlıktaki tüzel kişisel sergi tanımı, eleştirel sergi turunda büronun eski çalışanlarından da olan akademisyen Funda Uz’un belirttiği gibi bir büronun kapanması veya mimarların ölümleri sonrasında hatırlama ve saygı çerçevesinde hazırlanan sergilerden farklı olarak, ortakların sergiyi kendilerinin hazırlamış olmasından geliyor. Bu anlamda seçilen projelerin veya üretim tekniklerinin hem kendileri hem de ziyaretçiler için hatırlatıcı olması gibi bir kıstasları olduğunu mimarlar da belirtiyorlar. Nedense geçmişin teknolojisini (veya teknoloji eksikliğini) hatırlarken ortaya çıkan bir şaşkınlık ortakların ikisinde de görülüyor.
Tüzel kişisel, sergide hissedilen çekimser bir kişiselliğe işaret etmemize de yardımcı oluyor. Serginin bu büronun sahip olduğu kültür ile mi, yoksa daha kişisel bir geçmişle mi ilişkisi var, bu anlamda bir bulanıklık olduğu seziliyor. Sergideki projelerin üretildiği her yıl için dünya gündeminde neler olduğuyla ilgili bazı genel bilgilere yer verilmiş ancak bunların serginin taşıdığı (tüzel) kişisel tarih ile bağının tam olarak kurulduğunu söyleyemeyiz. Burada yazanlar oldukça genel, anlaşıldığı kadarıyla büronun değer verdiği kültür bu bilgilerden çok daha fazlasını içeriyor (Funda Uz büronun her yıl ürettiği özgün kartpostallardan örnekler vermişti). Bu çalışma ile her projenin ait olduğu dönemin ruhunu da yakalamaya çalıştıklarını söylüyorlar, ancak bu bilgiler ile büronun üretimlerini herhangi bir düşünce katmanında eşleştirmenin bir yolu yok. Kurulduğundan bu yana büro bünyesinde çalışan tüm isimlere yer verdikleri pano ile teşekkür etmeleri gibi detaylarda görülebilecek ekip çalışmasına duyulan saygı, büronun yalnızca kurucu ortaklar olan Kerem Erginoğlu ve Hasan Çalışlar üzerinden tanımlanmadığını gösteriyor. Projelerin çizim, maket ve dönemin teknolojisine dair unsurlar, bürodaki çalışma ortamını da bize hissettirecek bir şekilde sunulabilse bu samimi kişisellik arttırılabilirdi. Yine de Türkiye’de kurulmuş bir büronun iç dünyasını ve geçmişini azıcık da olsa açmış olması bile sıra dışı.
Buraya kadar mimar olanlar için anlam ifade edebilecek şeylerden bahsettik, şimdi gelelim mimar olmayanlara. Bu sergi onlarla iletişim kurmakta zorlanıyor. Mimarlığın kaderi bu belki de, sanatla olan dirsek teması onu hep benzer ifade olanakları ve gücü olduğuna dair bir hisse götürüyor. Mimarlık üretimi kuşkusuz kültürel bir üretimdir. İnşa etmek, insanın kalıcı veya geçici olarak çevresini değiştirmesi bu eylemi bir kültürün parçası yapar. Peki mimarlığı sergilenecek bir nesne, merak edilecek bir unsur hâline gelmesine yol açan şey nedir? Mimarlık neden kendini var olduğu bağlamdan (inşa edildiği yerden) koparıp başka mecralarda göstermek ister? Türkiye’de Zaman Cetveli’ne benzer sergiler ve bu sergileri destekleyici etkinliklerin sayısı az. Bunu yapabilecek mimarlık büroları da bir elin parmaklarını geçmeyecektir. Bu kuraklığın, ülkemizdeki mimarlık üretiminin kültürel bir olguya dönüşmesine engel olduğu söylenebilir. Yoldan geçen biri neyi merak edip de bu sergiye gelebilir? Burada sergilenenler mimarların ilgisini çekebilecek türden, bu alana dair şeyler. Günlük hayatta tasarımın hiçbir değerinden faydalanamayan bir toplum için, bu sergideki hiçbir nesne bir anlam ifade etmeyecektir. Ne Sedad Hakkı Eldem’in tamamlanamayan Haraççı Köşkü, ne kot kumaşından üretilen proje maketi toplumun geneli tarafından önemsenmeyecektir. Serginin anlam dünyasını genişleten söyleşi vb etkinlikler de mimarlığın yankı odasındaki ses dalgalarını arttıran çabalar olmaktan öteye geçemeyecektir. Bunda mimarların suçu olduğunu söyleyemeyiz, onların üretim ortamı bundan fazlasına izin vermiyor. Toplumun gerçek ihtiyaçlarına cevap verebilecekleri ve devlet ile toplum tarafından kurulan doğru düzeneklerde bunun gerçekleşmemesi için bir neden yok. Ancak bundan sonra ve uzun vadede mimarlık gerçek anlamda kültürümüzün bir parçası hâline gelebilir.
Bu sergi bir mimarlık bürosunun 30 yılının küçük bir görünümü ve belki de bundan fazlası değil. Yine de, mimarlığın tüm aktörleri için düşünmeye vesile olması dileğiyle…