!f Film Festivali kapsamında gösterime giren Berberian Sound Studio, zaman zaman deneysele yaklaşan istisnai bir sinema örneği.
İngiliz yönetmen Peter Strickland’ın ikinci uzun metraj filmi Berberian Sound Studio, geçtiğimiz senenin en ilginç filmlerinden biriydi. Ülkemizde, !f Film Festivali çerçevesinde şubat ayında gösterime girdi. O zamandan beri aklımda konuşmaya devam eden bu ilgi çekici film, belki de hakkında yazı yazdıktan sonra beni rahat bırakır umuduyla yazmaya karar verdiğim, zaman zaman deneysele yaklaşan istisnai bir sinema örneği.
İngiliz bir ses mühendisi olan Tony Gilderoy, ses prodüksiyonunda yaşadığı sorunlar nedeniyle yarıda kalan İtalyan giallo (korku/gerilim) filmi The Equestrian Vortex’i tamamlamak üzere İtalya’ya gider. Zaten sosyal anlamda çok rahat olmadığı belli olan Tony, naif tavırlarıyla bu korku filmine ve İtalyan post-prodüksyon kültürüne ayak uydurmakta zorluk çeker. Fakat zaman içerisinde kendini bu dünyaya ait hissetmeye başlayacaktır.
Strickland, film boyunca, ses kurgusu yapılan film hakkında hiçbir görsel göstermez, gördüğümüz yegâne görseller, filmin foley aşamasında parçalanan meyve sebzeler ve Tony’nin tepkileridir. Bu akıllıca hamleyle Strickland, bizi filmi kendi kafamızda yaratmaya teşvik eder. Yönetmenin, izleyiciye kolaylık sağlamak anlamında algıyla oynadığı sahneler oldukça başarılıdır. Parçalanan beynin sesini çıkarmak için kullanılan karpuzun, foley sanatçısı tarafından Tony’ye yedirilmesi buna örnek olarak gösterebilir.
Filmin başkarakteri Tony, The Equestrian Vortex’in korku filmi olduğunu bilmeden işi kabul etmiştir. The Equestrian Vortex, Tony’nin adeta göz ucuyla izlediği, biraz korktuğu biraz çekindiği bir filmdir. Fakat Tony, önceleri iğrendiği, çekindiği bu filmden tüm olumsuzluklara rağmen kopmayı başaramaz. Kaldığı yer bile film stüdyosunun içerisindeki bir odadır. Tony, tüm cesaretini toplayıp, bu işi daha fazla devam ettiremeyeceğini söylediğindeyse prodüktör ona, “Bu bir film, sen de bunun içindesin, nasıl yapıldığını görüyorsun niye kaçmaya çalışıyorsun?” diye sorar. Bu konuşmadan sonra Tony, kendi dünyasının giallo dünyasına karışmasını bir “rüya” sekansında izler. Uyandığında artık o da giallo dünyasının bir parçası olmuştur ve artık İtalyanca bir dublajla konuşmaktadır.
1973 doğumlu Strickland, bu filmde sanki kendisinin giallo film türüyle tanışmasını anlatmaktadır. İtalyanların, gerilim romanları ve filmlerine verdiği genel türün ismi olan giallo, zamanla İngilizler tarafından İtalyan tarzı gerilim filmlerini tanımlamak için kullanılan bir tür ismi olmuştur. Bu türün en ünlü yönetmeni hiç şüphesiz ki Dario Argento’dur. Yönetmenin çocukluk yıllarına denk gelen Dario Argento filmi ise Terror at the Opera’dır. Terror at the Opera’da, katil, deri eldivenler takmaktadır. Berberian Sound Studio’daysa buna benzer eldivenleri makinist kullanmaktadır. Böylece türün olmazsa olmazı olan katil, makinistte hayat bulur. Makinist, filmi oynattığında cinayetler gerçekleşir; o durdurduğunda cinayetler durur. Gilderoy da ses kayıtlarıyla makinistle benzerlikler taşımaktadır, o sesleri kaydetmediği sürece cinayetler gerçekleşmeyecektir. Gilderoy, bu benzerliği kabul etmekten çekinir fakat yapım aşamasına devam ettiği sürece, cinayetlere daha çok ortak olmaya başlar. Bunun en güzel örneği, içi domates dolu blenderda elektrikli testere sesi kaydederken üzerine sıçrayan domateslerin kana benzer lekeler oluşturmasıdır. Gilderoy, film sürecinde içindeki katille tanışır. Daha önceleri odasından uzaklaştırdığı örümceğin evde olmasını artık umursamaması Gilderoy’un son değişimidir, bir bakıma kaderini kabul etmiştir. Gilderoy, filmin son sahnesinde, sinema perdesindeki filmin içine pozlanır. Artık o da giallonun bir parçası ve katilin bir ortağı olmuştur.