Doğaçlamayı anlamaya ve olabilirliğini sorgulamaya yönelik birçok konu ve soru, doğaçlama olgusunu düşünen her insanın kafasında belirmiştir.
Doğaçlamayı anlamaya ve olabilirliğini sorgulamaya yönelik birçok konu ve soru, doğaçlama olgusunu düşünen her insanın kafasında belirmiştir. Doğaçlama kavramının ise sözel olarak irdelendikçe-tartışıldıkça yeni boyutlar kazanan ve içinden çıkılması zorlaşan bir yapısı olduğunu düşünüyorum. Doğaçlamayı tanımlamaya yönelik anlatımların ne denli bu durumun merkezinde olduğundan da emin değilim, doğaçlamanın genel bir tanımı olup olmadığından da… Genel geçer tanımlamaların, bir konuya açıklık getirmekten çok o konuyu gölgelediği söylenebilir. Bu yüzden genel geçer tanımlamalardan kurtularak, bazı müzisyenlerin deneyimlerinden faydalanmak, herhangi bir tanımdan daha gerçekleyici oluyor. İşte Marc Ribot ile, tam da bu şeyleri tanımlamak zorunda hissettiğim ama hissetmemem gerektiğini fark ettiğim bir zamanda tanıştım. Derek Bailey ‘Doğaçlama’ adlı kitabında bu konuyu şöyle açıklıyor : ‘‘Solo çalış, başarılı olmuş formüllerin yeniden kullanımı haline geldi mi, onun artık doğaçlamayla bir ilgisi kalmaz.’’ Müzisyenin benliğine ve kendiyle olan birlikteliğine yakın bir icra bu. Ribot bunu bir ritüele benzetiyor.
Ribot, müziği nerede icra ederse etsin kaygılardan uzak, söylemek istediğini dolaysız, direkt olarak söyleyen bir müzisyen portresi çiziyor benim gözümde. Bu portre özünde ‘caz müzisyeni olma’ idealini büyük ölçüde aşıyor ve geride bırakıyor. Kendisini de ‘caz gitaristi’ adı altında tanıtmıyor, öyle ki müziğinde de onu etkileyen farklı türlerin (punk, free-jazz, afro-cuban, rock, classical, noise…) etkilerini görüyoruz. Dokunup geçtiği türler onun müziğindeki ayrıntılara gizlenmiş birer yapı taşı gibi. Free-jazz tanımının ise icracılar tarafından yanlış algılandığını, ‘‘Evet, şimdi istediğimiz gibi çalalım!’’ şeklinde bir yaklaşımın olduğunu söylüyor. Aksine Eric Dolphy, Albert Ayler, Ornette Coleman gibi usta icracıların emprovizasyonun yeni hallerini keşfetmeleriyle oluşturdukları bu ‘özgür icra’, yine formal müzik üzerindeki arayışlar ışığında doğdu. Yani icracılar tarafından yanlış anlaşılan kısım özgür müziğin formal müziğe gerek duymayışı veya daha kötüsü onunla hiçbir zaman ilgilenmemiş olması… Bunun büyük bir yanılgı olduğunu yineliyor Ribot.
Haiti’li gitarist ve besteci Frantz Casseus Ribot’nun ciddi anlamda ilk gitar eğitmenlerinden biri, daha sonra Ribot onun solo gitar için yazdığı kompozisyonları bir araya getirerek bir toplama albüm yapıyor. Klasik gitar ile olan münasebetine kontrast olarak düşüneceğimiz geçmişinde onu CBGB OMFUG’da bir punk-rock gecesinde görüyoruz. John Zorn ile olan müşterek müzik dünyasında Ribot onun Electric Masada projesindeki temel taşlardan birisi. Birlikte prodüktörlük yaptıkları albümü Yo! I Killed Your God dönemi içinde yenilikçi, Ceramic Dog’un habercisi niteliğinde. Küba müziğiyle olan münasebeti 1998’deki albüm Los Cubanos Postizos ile vuku buluyor, bu dirty-cuban yaklaşımı Tom Waits’in 2004 çıkışlı Real Gone albümünde de duyuyoruz. Bunun yanında Soundtrack Vol. 2 albümüyle Michele Stephenson ve Gregory Feldman filmleri için müzik hazırladı. Fred Frith ile yaptıkları Sounds of A Distant Episode albümü özgür doğaçlama eksenindeki yenilikçi albümlerden biridir. Onu bu bütün türlerin ortasında eriyen kendi müziği ile anmak en doğrusu olacaktır. Yönetmen Anais Prosaic’in Marc Ribot için çektiği bir film olan The Lost String’i bulursanız, New York sanat çevresi içerisindeki müzik akışının izlerini ve Ribot’nun dünyasını daha da yakından tanıyabilirsiniz. Son olarak Ribot, davulcu Ches Smith ve multi-enstrümanist Shahzad İsmaily ile oluşturduğu Ceramic Dog projesiyle bana kalırsa punk-rock türüne yeni bir perspektif kazandırdı. Bu perspektifin geldiği yer bir müzik türünden çok, özgürlükten ve söylem kaygısında olmamaktan geçiyor.
Yarın akşam Salon IKSV’de onu, yönetmeni Josef von Sternberg olan 1926 yapımı Docks of New York filmine yapacağı canlı soundtrack ile dinleyeceğiz. Solo bir performans olacağından benim için ayrı bir merak konusu, belirlediği sınırlar kadar belirlemediklerinin de olması bu konseri heyecanlı kılan taraf. Stil sahibi gitaristlerin ön saflarında gelen Ribot’nun bu performansı mutlaka izlenmeli derim.
Salon IKSV
Marc Ribot
22 Nisan 2015 21:30
www.iksvsalon.com