İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Sanat Daire Başkanı Tolga Volkan Aslan, daha önce Ataşehir Belediyesi kültür işlerinde tecrübesi olan aslen bir yazar, müzisyen ve besteci. Bir sanatçı olarak kentte yaşayan sanatçıların özellikle müzisyenlerin, tiyatrocuların ihtiyaçlarını kucaklamak istiyor ve bu hususta önemli bir kavram ortaya atıyor: Sivilleşme! Aslan ile belediyelerin kültür sanat desteklerinin formunu ve içeriğini, kentte kültür sanat adına önceliğin kimde olduğunu tartıştık.
Ayşegül Sönmez: Belediyelerin kültür sanata desteği hep bir kriz ve doğal olarak sendrom konusu. Sizce bu krizlere ne çare olabilir?
Tolga Volkan Aslan: Destek konusu, pandemi dönemiyle beraber daha fazla gündeme gelen bir konu oldu. Aslında destek sürecini konuşmak yerine doğru bir kültür ve sanat yönetimi inşa etmek üzerinde durmalıyız. Doğru bir kültür sanat yönetimi inşa edildiğinde desteğin yerini farklı ifadeler almaya başlar. Sanat üreticilerini, düzgün koşullarda çalışabilecekleri alanlar üzerinden tartışmaları yürütebilirsek, buradaki destek meselesi de aslında kendi kendine bir şekliyle de çözülmüş olacaktır çünkü bu durum bir talepkârlığa dönüşüyor ister istemez. O var bu niye yok, şu var şu niye yok. Bir krize dönüşüyor. Hiçbir yerel yönetim İstanbul’daki kültür ve sanat hayatını birilerini dışarıda bırakmadan bu şekilde yönetemez. Bu mümkün değil. Bunun ölçüsü de olmayacaktır. Hiçbir sanatçı ve grup da yerel yönetimlerin bir veya iki kereye mahsus oyun, konser, eser satın alarak sağladığı katkıyla sanat hayatını idame ettiremeyecektir. Doğal olarak da bu terminolojiden artık uzaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu desteklenmeyecek anlamına gelmiyor. Biçiminin değişmesi anlamına geliyor.
Tolga Volkan Aslan (Fotoğraf: Sami Türk)
Doğru kültür ve sanat yönetimi, doğru planlamalar, daha çok bağımsızlara alan açan projeler, alanların yönetimini yeniden ele alma konusu bence bu krizleri çok aza indirecektir. Tabii ki alanın yarışmaları muhakkak ki bitirmeyecektir çünkü dünyanın her yerinde tartışılmaya devam ediyor. Kültür sanat yaklaşımının Britanya modelini de Fransa modelini de öncesi SSCB modelini de tartışıyoruz zaman zaman. Doğal olarak bu bitecek bir süreç değil ama sistematik olarak durumumuzu gözden geçirmemiz gerektiği gibi bir gerçekliğimiz var.
A.S.: Sivilleşme diye bir kavramdan söz ediyorsunuz. Hem teorik hem de pratik olarak bu kavramı açar mısınız? Örnekler de verir misiniz?
T.V.A.: Bu kavramları ortaya atmamın bir sebebi var. Daha önce de sanatsal altyapı modeli diye ortaya bir kavram attım. Amacım bu kavramların, yerel yönetimlerin literatürüne geçmesini sağlamak. Bir terminoloji geliştirilmesine katkı sağlamaya çalışıyorum, kalıcı olabilmesi için. Sanatsal altyapı modelini kısaca 7-14 yaş ve daha küçük yaştaki çocukların hızlı bir şekilde, okul aracılığıyla alamadığı sanat eğitimini bir hak olarak belediyeler vasıtasıyla alabilmesini sağlamak olarak açıklayabilirim. Temel sanat eğitiminde kişi, iki yıl piyano, iki yıl bale eğitimi alabilir örneğin. Bu sanatsal altyapı modelinde, kişi kendisi geliştire geliştire yürütür. İki sene sonra bırakabilir, o zaman iyi bir izleyici yetiştirmiş oluruz. Eğitimini ilerletmek isteyebilir, o zaman da farklı bir birime yönlendirilir ve sanat dünyasının bir ferdi olur. Konservatuarlara, güzel sanatlara gider. Halkın sanatla, sanat eğitimi ile buluşmasını sağlayan bir model bu… Sivilleşme ile de böyle bir kavramsal çerçeve atıyorum ortaya. Özellikle vurguluyorum, yerel yönetimlerde kültür ve sanatın fonksiyonu o kadar geniş ve o kadar önemli ki bunun terminolojik olarak da yerli yerine oturması lazım. O yüzden sivilleşme diye bir kavram üzerinde duruyoruz.
Sivilleşmeden kastımız ne? Devlet, bakanlık, yerel yönetimler bir kültür merkezi, bir kültür alanı, bir tiyatro sahnesinin yürütme sistemini tamamen merkezi bir şekilde önceler. Bunu inşa ederken planlamaya başlar. Burada şöyle tiyatro yapacağım, burada böyle konser yapacağım deyip daha inşa ederken kamunun ağırlığını oraya yönlendirir. Sivilleşme şunu öngörür; ben bu kültür merkezini yaparken burada tiyatro yapmak isteyebilirim ama burada bağımsız tiyatrolar da tiyatro yapabilmeli ya da onların ihtiyaçları nelerdir? Kentte, sanatçılar neye ihtiyaç duyar, sanat üreticileri neye ihtiyaç duyar? Tamamen tüketici merkezli çalışıyoruz. Bin seyirci gelsin, iki bin seyirci gelsin düşüncesi bizi sadece popüler bir işin tarafı yapar çünkü o arz ve talebe döner, seyirci doldurmaya döner. Yerel yönetimlerin kendi bölgelerindeki kültür hareketliliğini sağlamasının en başat olaylarından biri, çalışmalarını kesinlikle ve kesinlikle sanat üretimini yapan kişilerin hayatını kolaylaştırma üzerine yürütülebilmesidir. Sivilleşme dediğimiz tam da böyle bir şey… Herhangi bir ressamın, kültür merkezinde bir atölyeyi kullanabiliyor olması, bir müzisyenin bir kültürel alandan faydalanıp en azından ilk demosunu orada yapabilmesi, prova yapabilecek alan bulabilmesi… Binlerce metrekarelik binaların içerisinde sanat üreticilerine yer yok. Devlet olarak istediğim konseri, istediğim tiyatroyu sahneye koyacağım, istediğim dersin eğitimini vereceğim, istediğim kitapları okutacağım, istediğim edebiyatçıları çağıracağım, istediğin festivali düzenleyeceğim. Hayır, böyle değil. Bu sivilleşmenin birinci ayağı, en azından alanı birlikte kullanmak alamın temsilcileri ile birlikte planlamak.
Tolga Volkan Aslan (Fotoğraf: Sami Türk)
İkincisi şu, katılımcılık demedik bilerek. Sadece katılımcılıkla açıklanabilir bir şey değil çünkü bazen katılımcı da olmayabilirsiniz ama bu alanı orada kullanabilirsiniz. İkinci tarafı şu; bu kültür merkezini, kültür alanını birlikte yönetebilme… Hatta daha da ileriye gidip, kendini devre dışı bırakıp, alanı sivillerin yönetmelerini sağlayacak ortamı oluşturabilmeye gidebilecek bir yapısallıktan bahsediyoruz. O yüzden sivilleşme… İBB sivilleşmenin somut adımlarını bu süreçte atmaya başladı. Ünalan Mahallesi’ndeki kültür merkezi sivilleşmenin önemli ve ilk adımıdır. İçine dört tane prova sahnesi konulmuştur. Bence tiyatrolar için çok önemlidir. Özel tiyatrolar için depolama alanları konulmuştur. Önemlidir. İşletme sistemini nasıl yapacağımızı konuşuruz, tartışırız. Bunları da yerli yerine oturtacağız ama bu projede var ve yapılacak. Tiyatrolar, İBB bir model yaptı, özel tiyatroların en azından depo sorununu çözmek için bir adım attı. Herkes bir şey yaparsa biz depo sorunundan kurtulabileceğiz diyebilecekler… Sahne arıyoruz, prova yapamıyoruz, İstanbul’da prova yapacak yer yok. İstanbul’da o kadar çok kültür merkezi var ki, aslında prova yapacak yer bulunmaması mümkün değil ama bir havuzda toplanmıyor, bir idare içinde yürümüyor ki… Bu ilk aşamasıydı ve bundan sonrası var olan alanlar birlikte nasıl yönetebiliriz modellemelerini konuşuyoruz. Bu kavramlar zaman içerisinde kendini geliştirecektir. İşin hem pratiğinde hem teorisinde yazıp çizen insanlar olarak burada bir şeyler üretebiliyor olmamız, dert ediniyor olmamız lazım.
A.S.: Sizi bir yönetici olarak tanıdık, aynı zamanda müzisyen ve bestecisiniz. Müzik yapmayı özlüyor musunuz?
T.V.A.: Vallahi müzik yapmayı özlüyorum. Son zamanlarda sabahları yolda gelirken kızımla birlikte yeni besteler yapmak dışında müzikle ilgili hiçbir şey yapamıyorum. Enstrüman çalmayı, sahnede olmayı çok özlüyorum. O hazzı hiçbir şeye değişemem. Enstrümanını da çok seven bir müzisyendim. Bestelerim konusunda çok sitem ettiğim arkadaşlarım var. Yoğunluklar nedeniyle bir türlü albüm aşamasına gelememiş bir enstrümantal çalışmam var. Hayalim o albümü tamamlamak. Doğalında da onu özlüyorum. O albüm için birkaç performans yapsam gam yemeyeceğim. Sadece müziği de özlemiyorum. Halk oyunları ile yıllarımı geçirdim, ekip hazırlamayı, sahnede olmayı, müzikle ekibin uyumunu, dans tiyatrosunu özlüyorum. Kitap yazdığım zamanları da özlüyorum. Topladığım bütün kaynaklarla, verilerle baş başa kaldığım ve günlerce sadece ona odaklanıp, çalıştığım zamanları da özlüyorum ama çok önemli bir görev yaptığımı biliyorum. Görevimi de gerçekten bir misyon olarak görüyorum. Çok Konsantrasyonumun dağılmaması için hiçbir şey yapmıyorum ekstra. Sürekli çalışmamı, görmemi ve okumamı gerektiren bir işim var.
“Sadece müziği de özlemiyorum, dans tiyatrosunu özlüyorum.”
A.S.: Kendi alanınıza bir müzisyen olarak baktığınız zaman bir yönetici olarak kendinizden ne gibi talepleriniz olurdu?
T.V.A.: Bir müzisyen olarak düşünmeyeli çok uzun zaman oldu. Belediyede çalışmaya başladıktan sonra bu kadar talep edilebilecek bir yer olduğunu gördüm. Şöyle bir şey de var, bir kısır döngü içerisinde gerçekleşen kültür sanat hayatı vardı. 2010’da Ataşehir Belediyesi’nde başladığım zaman benim için yeni bir deneyimdi ama o güne kadar bir belediyeye gidip bir şey talep etmemiştim. Bir belediyeden bir şey talep etme meselesinde de neyi talep edip neyi etmeyeceğim konusunda da çok bilgim yoktu. Şimdi buradan baktığımda bir müzisyen olarak belediyen talep edilebilecek şeyler şunlar: Vakti zamanında çok da gürültülü enstrümanlar çaldığım için, bir kültür merkezinin bir yerinde, konservatuardayken çalışmak için yer talep ederdim. Ben okurken başbakanlık ve vakıflardan burs almıştım. Öğrencilik hayatımı devam ettirirken o bursların inanılmaz faydası oluyordu ancak bir müzisyen olmanın konservatuvarda başka bir zorluğu daha var; enstrüman… Enstrüman size sürekli masraf çıkaran bir şey… İyi enstrümanlarla çalışmayınca maalesef iyi müzisyen de olamıyorsunuz. Çok özel bir yeteneğiniz yoksa iyi bir enstrümanınızın olması lazım. Enstrümanımı takım olarak alabilmem çok uzun sürdü. O yüzden hemen genç müzisyenlere destek bursunu başlattık. Okullu müzisyenlere bir pozitif ayrımcılık yapıyoruz. Enstrümanını alabilsin diye okurken katkı veriyoruz. Başvurması, sıranın gelmesi çok kolay. 3., 4. sınıf veya yüksek lisans öğrencisi olacak. Crr fuayede performans sunacak. Zaten belediye kanununa göre bunu yapmak zorundayız. Bir performansa ücret ödeyebiliriz. Evet, bir performansa ihtiyacımız var, ama onların da ihtiyacı var o performansa… Birilerinin de onları dinlemesi lazım. Karşılıklı bir alışveriş. Kademe kademe bunu büyütmeye çalışıyoruz. O açıdan İBB en azından bu anlamda üzerine düşenlerden birini yapmış oldu.
Sokak müzisyenleriyle ilgili belgelendirme meselesi önemli, ama tek başına çözüm değil. Bu çalışmanın da iyi bir tarafta durduğunu düşünüyorum. 200’ün üzerinde müzisyen İBB’de kadrolu olarak çalışıyor. Yılda 3 binden fazla konser düzenliyor İBB… Muhakkak ki hiç sahneye çıkmayan da oluyor ki bu zaten mümkün değil. Ama herkes rahatlıkla İletişim kurabiliyor. İlk olarak prova alanı isterdim. Belediyeler, iyi şartlarda prova yapabilecek yerler yapabilirse çok iyi olur. Artık dönem de değişti. İlk demo, ilk video, ilk fotoğraf… Müzisyenin ilk adım attığındaki meseleleri çözmeye çalışıyoruz. Konsere çıkacak bazı sanatçıların uygun fotoğrafı olmaması nedeniyle CRR’de uygun bir alan oluşturarak talep edilmesi durumunda sanatçılarımızın afiş fotoğraflarını çekiyoruz. Çok önemli bir adımdı. Açtığımız kültür merkezlerinde, kurduğumuz stüdyolarda ilk demosunu yaparken, bir taraftan da ilk videosunu çekebileceği şartları da sağlayabileceğimizi düşünüyorum.
A.S.: Son olarak 2023’te en çok keyif aldığınız kitaplar, konserler, sergiler hangileri oldu?
T.V.A.: Hem mesleki hem de akademik olarak beslenmek için bu aralar kültür politikaları yayınlarını çok fazla okuyorum. Sophokles’in Antigone adlı kitabı beni çok etkiledi. En son okuduğum kitap değil ama beni çok etkilediğini söyleyebilirim. Çokça da teorik kitaplar okuyorum. Yakınlarda izlediğim “Körkütük” adlı filme bayıldım. Şehir Tiyatroları’nın “Savaş ve Barış” adlı oyunu rejisi ve kurgusuyla çok etkileyiciydi. Gittiğim son oyunlardan biriydi. 2024’ün iyi oyunlarından biri olacağına inanıyorum.
Yeni müzisyenleri dinlemeye çalışıyorum. Gençlerin taleplerini anlayabilmek gerekiyor. O yüzden de Spotify’da Top 10’larına bakıp yeni yeni şarkıcılarla tanışıyorum. Bu arada çocuklarla Mert Demir ve Tekir dinliyoruz. Bu sene sergiye boğuldum diyebilirim. “Mediations Bienali” güzeldi, Artİstanbul Feshane’deki “Ortadan Başlamak” sergisi de bir efsaneydi.