26 Aralık’a kadar SALT Galata’da görülebilecek olan Elio Montanari’nin "Biri, Hiçbiri, Binlercesi" adlı sergisi, sanat yapıtına yaşam veren yaratıcı edimin mutfağını gözler önüne seriyor.*
Sanat yapıtının ardındaki yaratım süreci, yapıtı son haliyle gören izleyicinin erişimine çoğu zaman kapalıdır. Bu kapalılık, bir seçimin sonucu olmaktan çok; bir zorunluluğun sonucu gibi görünür. Söz konusu zorunluluğun altında, sanatçıya özel olan düşünsel ve fiziksel sürecin, yapıtı kronolojik olarak öncelemesi yatar. Bu kronoloji nedeniyledir ki izleyici, –birtakım istisnalar dışında– bu sürecin ancak son ürününü görür ve yapıtın ardındaki yaratım süreçlerine tanıklık edemez.
Otuz yılı aşkın süredir, sanat yapıtlarının ve tarihe geçmiş sanat etkinliklerinin üretim süreçleriyle birlikte sanatçıların deneyimlediklerine de tanıklık etme ayrıcalığını yaşamış bir fotoğrafçı olan Elio Montanari, izleyicinin olağan koşullarda tanıklık edemeyeceği anlara tanıklık edebilmesinin önüne açıyor. Montanari’nin, 1982–2005 yılları arasında çektiği 200’den fazla fotoğrafı bir araya getiren ve fotoğrafçının bu ölçekteki ilk kişisel sergisi olan Biri, Hiçbiri, Binlercesi, sanat yapıtına yaşam veren yaratıcı edimin mutfağını, başka bir ifadeyle sanat yapıtının backstage’ini ilginç ayrıntılarıyla gözler önüne seriyor.
Bu çerçevede, James Lee Byars’ın poetik yapıtlarının, Castello di Rivoli’de yapılmış ilk serginin, Documenta 9’da gösterilen OTTOshaft’ın ve içlerinde Jasper Johns, Rebecca Horn, Maurizio Cattelan gibi adların yer aldığı onlarca sanatçının fotoğraflarının ardındaki öyküler, bu kapsamlı serginin vadettiklerin yalnızca küçük bir bölümü.
Bir izleyici olarak orada olamayacağınız anları yakalaması; yapıtın ardındaki sanatçıların yaratım sürecindeki belki de en kişisel anlarına tanıklık etmesi; internetin sınırsız görünen olanakları dâhilinde bile erişemeyeceğiniz süreçleri belgelemesi anlamında Elio Montanari’nin fotoğrafları, fotoğrafın belgesel niteliğini şiirsel bir üslupla taçlandırıyor.
Başta -1. kat olmak üzere, SALT Galata’nın dört katına ve katlar arası merdivenlerin yanlarındaki duvarlara yayılmış olan sergi, fotoğrafların bir çırpıda tüketilmesine izin vermeyerek, onlardaki ayrıntıların öne çıkmasına fırsat tanıyor. Ziyaretçiler, bir yandan SALT Galata’nın katları arasında ilerlerken, diğer yandan önemli sanat yapıtlarının ve tarihe geçmiş sanatsal etkinliklerin hazırlanış seyrine tanık oluyorlar.
Biri, Hiçbiri, Binlercesi’nin ana sergi mekânını, SALT Galata’nın -1. katı oluşturuyor. Başlı başına bir öyküler evreni inşa eden bu kat, sonraki katlarda nelerle karşılaşabileceğinize ilişkin ipuçlarıyla dolu. Bu bölümün bir yarısı Amerikalı sanatçı James Lee Byars’a, diğer yarısıysa ünlü sanatçı ve küratörlerin fotoğraflarına ayrılmış durumda. Kimler yok ki? Vişne rengi gömleğiyle Harald Szeemann, avucunda bir civcivle Catherine David, tüm fiyakasıyla Leo Castelli ve elinde bir tabak yemekle objektife yakalan Joseph Kosuth bu adlardan yalnızca birkaçı.
Mekânın ortasına yerleştirilmiş vitrinli masalardaysa, bu katta yer alan diğer fotoğraflarla ilişkilendirilebilecek ayrıntılara yer verilmiş. Bu vitrinlerden, girişe göre sağda yer alanında bulunan Palyaço olarak Andy Warhol adlı fotoğrafa ve Ulay & Abramović serisine göz atmadan geçmeyin.
Diğer vitrinse, bu katın genel düzenlemesine paralel olarak, James Lee Byars’a ayrılmış durumda. Kusursuzluğun peşinde bir sanatçı olan Byars için küre, sanatçının görsel dilinin en önemli öğelerinden biriydi. Renk olarak kırmızı ve siyah, malzeme olarak da mermer, kadife ve altın Byars’ın poetik görselliğin diğer öne çıkan unsurlarıydı. Montanari’nin fotoğraflarıysa, tüm bu öğelerin, sanatçının yapıtlarında ne tür görünümler kazandığını tüm şiirselliğiyle ortaya koyması açısından harikulade belgeler niteliğinde: Siyahlar içindeki Byars portresi, sanatçının altın elbisesi, her kareye bir yerlerinden dâhil olmuş o kutsal küre. Dahası, bu eşsiz fotoğraflara, Byars’ın kırmızı ve altın duvarlarının eşlik ediyor oluşu.
Serginin ana mekânı olan -1. kattaki ziyaretinizin ardından asansörle üçüncü kata çıkabilir ve ziyaretinizi aşağıya doğru inerek tamamlayabilirsiniz. Bu rotayı izlediğinizde, Arte Povera hareketinin önemli adlarından biri olan Pier Paolo Calzolari’nin Paris, Torino ve Venedik’teki hazırlık süreçlerini belgeleyen karelerle karşılaşıyorsunuz. -1. katta elinde bir civcivle gördüğümüz Catherine David, o sırada, Galerie Nationale du Jeu de Paume’daki Calzolari sergisinin (1994) küratörlüğünü de üstleniyor. Calzolari’nin, 1994 yılındaki bir diğer sergisi de Torino’daki Castello di Rivoli’de gerçekleşiyor. Su, tüy, tuz ve tempera gibi ilginç malzeme seçimleriyle oluşturduğu ve yer alacağı mekâna göre biçimlendirdiği yerleştirmelerin oluşturduğu serginin hazırlık sürecine Elio Montanari de fotoğraflarıyla tanıklık ediyor.
Üçüncü katı ikinci kata bağlayan merdivenler boyunca ilerlediğinizde, 44. Venedik Bienali (1990) kapsamındaki Casino Fantasma sergisinin Braco Dimitrijevic, Alanna Heiss, Vito Acconci ve Dennis Oppenheim’lı anlarına tanık oluyorsunuz. Vito Acconci ve Dennis Oppenheim’ın yerleştirmelerinin öne çıktığı sergiden, özellikle Braco Dimitrijevic’in bir tabloyu tekneye tutturmaya çalışırken göründüğü fotoğraf dikkate değer.
Elio Montanari’nin İstanbul Bienallerine ilişkin 18 fotoğraftan oluşan izlenimleriyse ikinci katta yer alıyor. Ömer Uluç’un, 6. İstanbul Bienali (1999) küratörü Paolo Colombo’yla sohbeti; Kemal Önsoy’un, 7. İstanbul Bienali (2001) kapsamında Aya İrini Müzesi’nde yer alan görkemli yapıtı Gel Gözlerimden Ağla’nın yerleştirilme çabaları; Kolombiyalı sanatçı Doris Salcedo’nun, 8. İstanbul Bienali’ne (2003) damga vuran, Karaköy’deki 1600 sandalyelik muhteşem yerleştirmesi, bu izlenimler arasında. Bu seriye ilişkin altı çizilmesi gereken diğer bir nokta da bienaller kapsamında görev üstlenen sanat emekçilerinin de unutulmamış olması.
İkinci katta yer alan diğer bir seriyse, Matthew Barney’in, Documenta 9 (1992) kapsamında, Kassel’deki bir yeraltı otoparkında sergilediği OTTOshaft adlı videosunun çekim sürecini konu ediniyor. OTTOshaft, başlığını Jim Otto adlı bir Amerikan futbolcusundan alan Jim Otto Suite adlı üçlemenin ikinci parçası. Bu videonun, yalnızca Matthew Barney ile çekim ekibinin bulunduğu hazırlık aşamasına Elio Montanari’nin de davet edilmiş olması, bu ilginç çekim sürecinin kayıt altına alınmasına olanak tanımış. Matthew Barney’in asansör performansına tanıklık eden kareler, bu seri içinde görülmesi gereken kareler olarak öne çıkıyor.
SALT Galata’nın ikinci katını birinci kata bağlayan merdivenlerde, Marina Abramović’in 41. ve 47. Venedik Bienallerindeki fotoğraflarına, Cai Guo-Qiang’in 48. Venedik Bienali (1999) için sipariş edilmiş kapsamlı yerleştirmesinin hazırlık sürecine ait fotoğraflar eşlik ediyor. Çinli sanatçının, ekibiyle birlikte, 60 ton kil kullanarak yaptığı 108 gerçek boyutlu heykelden oluşan yerleştirmenin oluşturulma süreci de görülmesi gereken kareler arasında.
Birinci kata geldiğinizdeyse sizi, Jannis Kounellis’in Metropolis serüveni, Kabakov çiftinin Kızıl Pavyon hazırlığı ve Claes Oldenburg’un Bıçak Dersi adlı performansın arka planı bekliyor.
Tarihi 1800’lerin sonlarına dek uzanan, Berlin’deki Martin-Gropius-Bau Müzesi, Berlin Duvarı’nın yıkılmasının üzerinden çok geçmeden, aralarında Jannis Kounellis’in de bulunduğu 72 sanatçının katıldığı büyük bir sergiye ev sahipliği yapmıştı. 1991 tarihli Metropolis, İngiliz sanat tarihçisi Norman Rosenthal ve Alman sanat eleştirmeni Christos Joachimides’in ortak girişiminin bir sonucuydu. Kounellis sergiye, Albatros adındaki eski ve büyük bir teknenin parçalarıyla katılmış; Montanari de bu parçaların taşınma ve yerleştirilme sürecine objektifiyle tanıklık etmişti.
45. Venedik Bienal’inde (1993) Emilia ve Ilya Kabakov çifti, Giardini’de Rusya’ya ayrılmış olan pavyonu bir kulübeye dönüştürmüşlerdi. Çiftin bu yerleştirmeye verdikleri ad ise Kızıl Pavyon’du. Yerleştirmeyi kızıl yıldızlar ve bayraklarla süsleyen Kabakov çifti, Sovyetlerin devlet amblemini eklemeyi de ihmal etmemişti. Kızıl Pavyon’un belki de en dikkat çekici öğesi üzerine yerleştirilmiş olan üç adet hoparlördü. Bu hoparlörlerden ise Stalin’e ait olduğu tahmin edilen bir konuşma duyuluyordu.
Bıçak Dersi, Claes Oldenburg’un, sanat tarihçisi eşi Coosje van Bruggen ve mimar Frank O. Gehry’le birlikte, 1985 yılında Venedik’te yaşama geçirdikleri tek seferlik performansın adı. Performansın öncesinde aylarca süren hazırlık sürecini fotoğraflamak için Venedik’e giden Montanari, performansa arka plan oluşturacak dekorun hazırlanış aşamasında birçok ilginç ayrıntıyı yakalamış. Büyük bir şişme fincanın şişirilmesi bu ayrıntılardan yalnızca biri.
Bu yazıda izlenilen rotaya göre, Biri, Hiçbiri, Binlercesi’nin son kareleri, SALT Galata’nın birinci katını zemin kata bağlayan merdivenlerin yanlarındaki duvarlarda yer alıyor. Bu kareler arasında, Torino’daki çağdaş sanat müzesi Castello di Rivoli’nin ilk sergisi olan Uvertür’ün [Ouverture] içlerinde Lothar Baumgarten, Joseph Beuys, Sol LeWitt, Jannis Kounellis, Marisa Merz ve George Baselitz’in bulunduğu dev kadrosunun Elio Montanari’nin objektifine takılan anlarını görmeden ziyaretinizi tamamlamayın.
Biri, Hiçbiri, Binlercesi, her biri fotoğrafın belgesel niteliğinin altını çizen fotoğraflardan oluştuğu kadar, ölçek olarak bu yazının kapsamında yer verilemeyen daha pek çok ayrıntının öyküsünü barındırıyor. Büyük çoğunluğu siyah beyaz fotoğraflardan oluşan sergi, sanatın yakın tarihine düşsel bir gezi gibi.
*Not: Bu metin, ilk olarak, Milliyet Sanat Dergisi’nin Kasım 2013 sayısında yer almıştır.