A password will be e-mailed to you.

42Maslak Art!Space’de süren Mehmet Ali Boran ve Mehmet Çeper’in ortak sergisi  "Bilinmeyen Kod"u Mahsum Çiçek yazdı.

Sanatın toplumsal yaşamın göstergesine dönüştüğü ve sanatın da tıpkı siyasal görüşler gibi kendi içinde ayrıştığı bir sürecin içindeyiz. Toplumsal yapının bir parçasına dönüşen sanat hem kendi içinde hem de yaşanan toplumsal oluşumlar içinde mücadele vermektedir. Türkiye’de yaşanan politik şiddet içinde güncel sanat üretimleri gerçekleştiren Mehmet Ali Boran ve Mehmet Çeper “Bilinmeyen Kod”  sergisi ile bir araya geliyor. Küratörlüğünü Ebru Yetişkin’in üstlendiği sergi; sanat, toplumsal mücadele ve yeni medya tekniklerini eğreti bir bakışla sunmaya çalışıyor.

Sergi, sanatçıların sergi konsepti dahilinde ve öncesinde üretilen işlerini bir araya getiriyor. Mehmet Çeper’in konsept dahilinde ürettiği “Okunamayan Gazete” işi; görsel, işitsel ve iletişimsel medya ağlarını bir arada sunuyor.  Çeper, neredeyse kişiselleşen ve bir tüketim nenesine dönüşen internet kullanımı üzerinden, okuma ve toplumsal bilinçlenme arasında oluşan yabancılaşmaya dikkat çekmeye çalışıyor. Kitle iletişim araçlarının insanlara sunduğu ve bir tüketim nesnesine dönüşen bilginin bir ihtiyaç olmaktan çok sorgulanmadan bilinçsizce tüketilen ve daha fazlasının arzulandığı obez bir ruh haline gönderme yapıyor. Sergi salonunda yer alan iş aynı zamanda internet ortamından da bütün internet kullanıcılarına sunuluyor ve “sanat ihtiyacı olanındır” sorunsalına farklı bir çözüm sunuyor. İnternet ortamından işi görmek için www.okunamayangazete.org sitesi ziyaret edilebilir. Çeper’in bu radikal tavrı sanatın evrileceği form hakkında da bize bilgi veriyor. Sanatın müzelerden ve galerilerden çıkıp hiçbir aracı kurum ve kişi olmadan doğrudan insanlara sunumu üzerine güzel bir pratik sunuyor.

Sergi, ismini Michael Haneke’nin yönetmenliğini yaptığı ve insan yaşamının çeşitliliğine gönderme yaptığı “Bilinmeyen Kod” filminden alıyor. Film, kesişen yaşantıların iyiliğin ve kötülüğün kaynağı olduğu ve insanların bundan bağımsız davranamayacağı fikrini izleyiciye sunuyor. Tabi film, sosyal yaşantının bir sorunsal haline geldiği ülkeler için geçerli. Türkiye gibi savaşla cebelleşen ülkelerde Haneke’nin, milliyetçiliğin ya da faşizmin nasıl tırmandırıldığını gösteren  “Beyaz Kurdele” filmi daha uygun düşer. Türkiye ile sinema arasında illa ki bir bağlantı kurulmak isteniyorsa istismar sinemasının en tipik örneklerinden olan, İtalyan yönetmen Ruggero Deodato’nun 1980 yapımı“Cannibal Holocaust” filmine bakmak daha yerinde olur. “Cannibal Holocaust”da Türkiye’de yaşanan hak ihlalleri, linç kültürü, doğa tahribatı ve insan yaşamının hiçe sayılmasının sinemasal bir gösterimini bulabiliriz.

Ne yazık ki sanat ve imge arasındaki sorunsal aşılamamış ve hala sanatın göstergeleri ile hayatın göstergeleri arasında ciddi bir uçurum söz konusu. Bu noktada Mehmet Ali Boran’ın sergide yer alan “Sınır” videosuna dikkat çekmek istiyorum. Video yanı başımızda yaşanan ve halen devam etmekte olan Rojava savaşına katılmaya çalışan bir sanatçının sınırı geçmek için bir kaçakçı ile yaptığı pazarlığı anlatıyor. Video, Laes von Trier’in filmlerinden aşina olduğumuz yere çizilmiş sınırlar arasında geçiyor. Boran, Trier’in anlatımına yakın bir çizgide ilerleyerek sanatın ve sanatçının savaşa kayıtsız kalamadığını ama bunu hayata geçirirken çoğu zaman amacından saptığını, duyarlılık adına yapılan “işlerin” ciddiyetten uzak ve sanatsal bir anlatı için pazarlığa dönüştüğünü trajikomik bir dille anlatıyor.   

Sergide yer alan diğer işleri görmek ve farklı sanatsal kodlarla karşılaşmak için 13 Kasım ve 11 Aralık arasında 42Maslak Art!Space ziyaret edilebilir.

 

 

Daha fazla yazı yok
2024-11-21 23:53:56