9 Mayıs tarihinde başlayan ve İKSV tarafından gerçekleştirilen 19. İstanbul Tiyatro Festivali’nin en çok ses getiren oyunlarından ”Ne Yaptıysak Nafile”nin ödüllü yazarı Dorota Maslowska GalataPerform ile Adam Mickiewicz Enstitüsü’nün ortak projesi olan Transit Polonya kapsamında 5 Mayıs’ta atölye çalışması, 6 Mayıs’ta da “Lehçe Konuşan İki Gariban Rumen” adlı oyununun okumasını gerçekleştirdi. Projedeki diğer Polonyalı isimler Michal Walczak ve Magdalena Fertacz da Ekim ve Aralık aylarında yazarlık atölyesi vermek üzere konuk edilecekler.
Dorota Maslowska’nın 9 Mayıs akşamı seyirciyle buluşan harika oyunununa gelirsek… Tek perde soluksuz izlenen Ne Yaptıysak Nafile’den sonra oyunun yönetmeni Grzegorz Jarzyna’ya Onur Ödülü verildi. Yönetmen mütevazi ve sempatik tavrıyla ödülü alıp burada bulunmasına katkı sağlayan herkese teşekkürlerini iletti. Oyunu ön sıralardan heyecanla izleyen yazar Maslowska’yla da oyun sonrasında samimi bir söyleşi gerçekleştirildi.
Seyirci: Oyunun prova sürecine dahil oldunuz mu?
Maslowska: Ben aslında yazdığım oyunların prova sürecine dahil olmayı sevmiyorum ve açıkçası yazarın bu süreçte işin içinde olmasını doğru bulmuyorum. Zaman zaman kulağa nasıl geldiğini fark edince sürece dahil olmam gerektiğini düşünsem de orada durup sahnedeki işe yön vermek bana göre değil.
Seyirci: Yeni tiyatroların çıkmaması Türkiye’de önemli bir sorun. Bir yazar sıkıntımız var. Yeni yazarlar çıkmıyordu fakat bu gibi etkinliklerle son zamanlarda yeni yazarlar tanıma şansımız var. Polonya’da da böyle bir yazar sıkıntısı var mı? Genç yazarların Polonya Tiyatrosu’ndaki rolünü nasıl görüyorsunuz?
Maslowska: Çok seyrek tiyatroya gittiğim için maalesef bu konuda size bir şey söyleyemiyorum. Ama bu soruya cevap olarak drama yazarlarının sıklıkla çeşitli etkinliklerde rol aldığını söyleyebilirim. Böylece onların yetiştiğini ve ortaya çıktıklarını görmek mümkün.
Seyirci: Herkesin vaktiyle Polonyalı olmayı arzuladığı bir zamanla hiç kimsenin Polonyalı olmak istemediği bir zamanın içinde bir sürü tahribatın olduğu, hasarlı, can acıtıcı ve önemli bir süreci anlattınız aslında. Fakat burada kurduğunuz dil yapısı bizim reaksiyonlarımızı da değiştirdi. Eğer oyunu bizimle izlediyseniz seyirci reaksiyonlarında yadırgadığınız bir an oldu mu acaba?
Maslowska: Evet sizinle beraber bu oyunu seyrettim. Şimdi düşünüyorum da acaba böyle gerçekle çok fazla alakası olmayan bir oyunun yabancı bir ülkede seyredilmesi sonucunda seyircilerin reaksiyonu ne olabilir. Sık sık gülüşmeler duydum. Birkaç gün önce iki fakir Rumen’in Polonya’daki maceraları konusunda yazdıklarımı, oyunumu (Lehçe Konuşan İki Fakir Rumen) konuşurken de bu tip gülüşmeler olmuştu. Hatta düşündüğümden çok daha fazla gülüşme olmuştu o zaman. Bu bize Polonyalı ve Türk espri anlayışlarında ortak birçok noktanın olduğunu gösterir. Diğer taraftan hep beraber gördük ki bir yandan oyunun oynanıyor olması diğer yandan insanların anlamak için yukarıdaki yazıları (üstyazı) okumak zorunda olmaları oyunun vermek istediğini biraz nötr hale getiriyor, yani etkisini azaltıyor. Ama bütün bu zorluklara rağmen güzel bir şey yaşamak mümkün olabildi sanıyorum.
Seyirci: Avrupalı olmak hakkında ne düşünüyorsunuz?
Maslowska: Çok nadir düşünüyorum bu konuyu. (Gülüşmeler) Çeşitli ülkelere sadece pasaportunuz olduğu sürece kimisine de sadece kimlik cüzdanıyla gidebiliyorsunuz ve her yerde de Starbucks var, bir sürü. Ama bunun dışında ne faydası var bu işin doğrusu bilmiyorum. (Gülüşmeler)
Seyirci: Neler düşünerek bu oyunu yazdınız? Amaç neydi onu merak ediyorum.
Maslowska: Daima en zor soru budur. Sayfalarca yazılmış bir oyunu tek bir cümlede özetlemek ve ana fikrini vermek en zor şey olsa gerek. Çevremde olup biteni, en çok konuşulan şeyleri daha büyütüp insanların gözüne sokarak çevremde o olup biteni bir tarafa iletmek ve bir reaksiyon beklemek gibi bir amaç olabilir burada. Tam olarak mesela 2. Dünya Savaşı olgusunu toplumun ağzından alıp önüne koymak. Dilin yazarı da sürüklediğini ve aslında hiç ümit etmediği, beklemediği başka yerlere götürdüğünü de gördüğümüz çok oldu. Planla başlayan ve ancak planladıktan sonra yazmaya oturan yazarlarda amaç arama durumu söz konusu olabilir. Ama benimki tamamen farklı bir şekilde cereyan ediyor. Ben hiçbir öngörüsü olmadan, çöplük karıştırarak yazan bir yazarım.
Soru: Sanki sizi etkileyen yazarlar 2. Dünya Harbi öncesindeki yazarlar, Almanya’dan daha çok. Filmlerden de etkilendiğinizi düşünüyorum. Sizin zihninizde açık mı bilmiyorum, zaten çöplük karıştırarak eserinizi ortaya koyduğunuzu söylüyorsunuz. Biraz ayrıştırabilir misiniz acaba bu çöplükleri. Sizi etkilemiş olan yazarlar ve filmler neler?
Maslowska: Benim bu eseri yazarken karşımda esinlendiğim herhangi bir yazar olmadı. Yani şundan esinlendim diyemem. Aslında bu esere başlarken konusunu dahi düşünmemiştim. Normalde dikkat ettiyseniz bu eser 2. Dünya Savaşı’nı başkalarının ele aldığı şekilde ele almıyor. Farklı bir dille ele alıyor. Savaşın o günkü koşullar altında nasıl bir şey olduğunu yazmaktan ziyade günümüzün perspektifinden nasıl göründüğünü yazmaya çalıştım. Vardığım nokta 2. Dünya Savaşı’ndan sonra insanların yaşamlarında ne gibi değişiklikler olduğuydu. Çünkü insanların yaşamını değiştiren çok büyük ve önemli bir etkendi. Nesiller boyunca insanların ne giydiklerini, ne yediklerini, nasıl yaşadıklarını belirleyen bir olaydı. Bugünün gençliği için o zamanki atalarımızdan bize kalan sadece acı hatıralar değil. Birtakım travmalar, birtakım acılar ve talihsiz kederlerdi. Ben 1983 doğumluyum ve benim jenerasyonum için tarihin direkt olarak acı vermediği ilk nesil diyebiliriz. Bu nesilde tarihi acılarından dolayı yükünü sırtından atma isteği vardır ve bu oyunda bu isteğin sadece bir istek olarak kaldığını görüyoruz. Bütün bu yüklerin üzerinden atılması demek aslında kendi benliğinin üzerinden atılması anlamına geliyor.
Seyirci: Bence seyircinin oyunu bu kadar tanıdık bulması benzer bir sürecin şu anda bizim ülkemizde de yaşanıyor olmasından kaynaklanıyor. Yani ben oyunu izlerken kişisel olarak Polonya’yı değil de Türkiye’yi anlatıyor gibi hissettim. Belki biz Polonya kadar yakından direkt maruz kalmadık 2. Dünya Savaşı’na ama yine de benzer acıları, kültürel ve siyasal yozlaşmayı toplumun her kesiminde yaşadığımızı düşünüyorum ve bunun ağır bir savaş atlatmaktan çok popüler kültürün bizim gibi üçüncü dünya ülkelerine etkisi sonucunda oluştuğunu düşünüyorum. Sadece paylaşmak istedim.
Maslowska: Bu benim için olağandışı bir şey. Ben bu oyunun tamamen anlaşılmayacak bir oyun olduğunu düşünerek geldim buraya. New York’ta son zamanlarda bu oyunun okunduğu bir yerden geldim. Yine oraya da herhalde hiç anlaşılmayacak diye düşünerek gitmiştim. Okudular, dinleti yapıldı ve oradan Hintli bir dinleyici ”Aynı Hindistan gibi, kendimi Hindistan’da hissettim.” dedi. Belki de bu oyun gerçekten kendi şahsiyetini sırtından atmak isteyen bir neslin düşüncelerini dile getiriyor. O zaman benim sorum şu; ”Dünya üzerindeki insanlar kim olmak istiyorlar ve hangi devletin pasaportunu taşımak istiyorlar?”.(Kısa bir sessizlik)
Seyirci: Çok genç ve cesur bir yazar olduğunuzdan tebrik ederim sizi öncelikle.
Maslowska: Ben o kadar genç değilim göründüğüm kadar. (Gülüşmeler)
Seyirci: Polonya’ya ve Polonyalı olmaya dair de bir eleştiri var oyunda. Ben şunu merak ediyorum; Polonya’da yazılan textler bir denetimden geçiyor mu, özgürce mi yazılıp sahneleniyor?
Maslowska: Bizde bu tip sınırlamalar yok.
Seyirci: Ben bir tiyatro eleştirmeni gözüyle bir şeyler söylemek istiyorum. Bir kere absürd bir metin gibi geldi bana, Türkçe çevirisine de biraz baktım. Durum olduğu için oyununuzun sahneleme teknikleriyle kurtulduğunu düşünüyorum. Yönetmenin evrensel nitelikleri ve seyircinin algılayabileceği teknikleri çok iyi kullandığı için metin anlaşılmasa dahi oyunun seyirciyi etkisi altına aldığını düşünüyorum. Şu açıdan söylüyorum genelde festival oyunlarını dünyaca bilinen oyunların yorumları olarak izleriz; Shakespeare, İbsen vb… Sizin gibi evrensel olmayan bir yazarın açılış oyunu olması büyük bir şans. Öz olarak değil ama biçim olarak yabancılaştırıp ”ben”i sorgulama açısından oyununuzu beğendiğimi söyleyebilirim. Ama yönetmenin çok iyi bir yönetmen olduğunu da söylemek gerekir.
Maslowska: Söyleyecek bir şey yok. Teşekkür ediyorum sadece. (Gülerek)
Seyirci: O zaman ben bir şey söylemek istiyorum. Belki az önceki konuşan arkadaşımıza da cevap olacak. Oyun başlar başlamaz kimi sözcüklerin -”odasızlık” gibi- değişik kullanımlarının verdiği ipuçlarıyla öykünün varolmak değil varolmamak üzerinden anlatılışını müthiş heyecan verici buldum. Aynı zamanda bir ikilemle karşı karşıya kaldım. Metni okurken müthiş bir sahnelemeyi de kaçırdğımı fark ettim. Oyuncu arkadaşlarımdan özür diliyorum ama metine kapılıp bazen oyunu izlemekten bile koptum.
Maslowska: Arkadaşlarım tarafından özrünüz eminim ki kabul edilmiştir. (Gülüşmeler) Biliyorum ki hem metini takip etmeye çalışıp hem de oyunu izlemek zor. Eğer buna rağmen böyle algıladıysanız, böyle hoşuna gittiyse çok sevindirdi beni bu iş!