A password will be e-mailed to you.

Piramidin dibinde oturuyoruz… 9 metrelik piramidi gölgeleyen koca ağaçlar Boğaz’ın rüzgarıyla dalgalanıyor, yapraklar beklerken telefonumuza değil de onlara bakalım diye çapkın bir dansa başlıyor. Sonra arkadan akıp giden İstanbul trafiğinin gürültüsü geliyor, birileri sabırsız, basıyor kornaya. Görmesek de biliyoruz arabaların gidemeyişine inat insanlar kimi sevdiğinin kimi çocuğunun elinden tutmuş sakince aralarından geçiyor, sesleri bir mırıltı gibi ulaşıyor bize, piramide.

Agnes Denes, Sakıp Sabancı Müzesi orta bahçesinde yaptığı ‘Yaşam Piramidi’ için ‘Piramitler matematiğe dayalıdır ve böylece bir tür kusursuzluğa erişirler temsil ettikleri ve görselleştirdikleri tüm kusurları da içerirler’ diyor. Tüm kusurlarımızla kusursuz doğanın yanı başında bekliyoruz Müzede Sahne’nin ilk etkinliğini.

Müzede Sahne 2023

Bu yıl yedincisi gerçekleştirilen Müzede Sahne’de, Sakıp Sabancı Müzesi’nin çeşitli mekanlarında tiyatrodan masal anlatımına, interaktif ses atölyesinden çocuk oyunlarından dans performansına farklı formlarda zengin bir paylaşım ortamı yaratmayı amaçlayan Sanat Yönetmeni Ayşe Draz bir araya getirdiği bu seçki için ‘hep yan yana’ üst başlığını koymuş.

Piramidin dibinde oturuyoruz, açılış bir masal dinletisiyle yapılıyor. Gösteri dünyasının profesyonelleri ile çocuklar, kültür sanat yazarları ile masal dinletileri müdavimlerini ağaçların altına toplamış, toplansanız 25 tane sandalye var kalan izleyiciler çimlerde minderlerde, banklarda yerini almış. Kalem kağıt dağıtılıyor ve hemen bir dalgalanma başlıyor; bunlarla ne yapacaklarına dair tahmin yürütenler, şakalar yapanlar, oturuş şekillerini durmadan değiştirmelerinden anlaşılan huzursuzlar, alelade tavrın eylemi görünmez kılacağına inanarak onları sessizce bir kenara koyanlar, heyecanla gülüşenler… Yan yanalığın tohumunun çatlayıp açılma sesleri duyuluyor.

Nazlı Çevik Azazi iki müzisyenin eşlik ettiği dinletisinde masalın açılış tekerlemesini az önce dağıtılan kağıtlara karşımızda duran piramidin çağrıştırdıklarını yazan katılımcıların yazdıkları ile yaptı ve masalın sonunu da yine bu sözcüklerle bağladı. İzleyicilerin  başkalarının yazdıklarına olduğu kadar kendi yazdıklarına verdiği tepkiler, masalın izleğinden çok bu kağıt kalemin yan yana olmaya karşı tavrımıza ya da yan yana olma hallerimize dair çok şey söyledi.

Müzede Sahne bu sene Fıstıklı Teras’ta ki ana sahne etkinlikleri olan oyunlar ve müzenin değişik mekanlarında gerçekleştirilen yan etkinlikler olarak düzenlenmiş. Ana sahnedeki oyunlar program broşüründe ‘Farklı zamanmekanlardan çekip çıkarılan bu tek kişilik hikayeler, ortak insanlık hallerimize işaret ediyor. Çağlar boyu içimizde dolanan arzu, coşku hayal ve özlemleri paylaşarak çoğaltmaya; korku acı ve dertleri bölüşerek hafifletmeye niyetleniyor.’ olarak nitelendiriliyor.  Ortak insanlık hallerimize işaret etmek, sanırım bunu tiyatronun uğraş alanı olarak tanımlamak yanlış olmaz. Niyetlerin ötesine geçtiğimizde de insana içkin olan tüm hallerin ve duyguları tüm varoluşların hikayesini anlatır tiyatro ama öyle ama böyle… Dolayısıyla bu geniş paydanın içinden payımıza seçilen bu oyunların ‘hep yan yana’ diskuruna hangi bağlamla ilişkilendiğini merak ettim doğrusu. Seçki İstanbul’da sezon boyunca oynanan oyunlardan oluşuyordu ama benim izleyemediklerim vardı aralarında.  Belki de tiyatronun, yan etkinlikleri de katarak daha geniş bir tanım yaparsak performans  sanatlarının, izlenen ve izleyen aksında farklı fiziki mekanlarda kurgulanarak oluşturulan paylaşma halinin kendisi bir ‘yan yanalık’ olarak kast ediliyor diye düşünüyorum. Ama broşürdeki sunuş kafamı karıştırıyor: ‘ Bu seçkide iç dünyalarımızı birbirine kenetleyen upuzun tiratlar, kosmosu oluşturan sonsuz mikrokosmoslara ve hepsini bir arada tutan ince bağlara selam duruyor.’

Fıstıklı Teras’ta oyun alanının arkasında salınan Boğaz’ın rol çalma çabası ve biraz aşağıda akan kentin kendini hatırlatıp duran gürültüsü tek kişilik performansın ağır yükünü omuzlayan oyuncuların izleyicilerle kurduğu ilişkinin gücü karşısında atmosferi bozan değil tam tersine ona hizmet eden bir hale bürünüyor. İzleyici de az değil, turist teknelerinden gelen şarkı türkü seslerini sahnedeki oyuncu hiç duymadan nefesiyle ya da bakışlarıyla ortadan kaldırmayı başaracakmış gibi çaba ile sahneye bağlanıyorlar… Nasıl anlatılır bilemiyorum, daha çok hissedilen bir ortaklaşma hali, oyun sahnedekinin ya da onu ortaya koyan ve o an orada olan ekibin olmaktan çıkıyor, sahipleniliyor ve herkesin oluyor gibi. Sanki başından beri hep yan yana gibi…

Programda açıklanan  Genco Erkal’ın İmparator oyunu o gün çıkan rüzgarda dekorun devrilme tehlikesi nedeniyle değişiyor ve Tülay Günal ile Yaşamaya Dair oyunu seyircilerin karşısına çıkıyor. İmparator’u izlememiştim ama doğrusu seyirciler gibi benim de itirazım yok, sadece Tülay Günal’ın usta işi yorumculuğunu dinlerken iç çekiyorum. Şarkı söyleyebilen oyuncuların olduğu bir müzikal izleyebilmeli bu şehir diye… Yaşamaya Dair haricindeki oyunlar seyircisi ile az önce anlattığım gibi bir ilişkiyi baştan kuran, seyirci daha sandalyesine otururken kendini gizlemeyen, oyun alanını ışıkla çizilen sınırın dışına taşıyan, seyirciyi oyuna davet eden ve onu oyunda tutan bir üslupta yazılmış, sahnelenmiş ve oynanıyor. Burada N’olcak Bu Yusuf Umut’un Hali ve Herkes Kocama Benziyor ekiplerinin ortaklığının etkisi var elbet. Harika Şeyler Listesi ise zaten seyircinin kendisiyle oynanan bir oyun. O an orada olan seyircilerin katılımı ile her temsili biricik kılan yapısı, oyunun ritminin ve enerjisinin önemli bir kısmının seyirciye bağlı olduğu bu oyun yan yanalığın bir adım ötesine geçip ‘birlikte’ olmaya davet ediyor. Bu oyun aynı zamanda Müzede Sahne’nin son oyunu ve oyun sonunda Bora Akkaş seyirciye kalem kağıdı göstererek seyircilerin de kendi harika şeylerini yazmalarını istiyor. İçim gülüyor… açılışı ve kapanışı birlikte yapma davetine.  ‘Bir arada durmanın birbirine kulak vermenin, birbirini fark etmenin  sonsuz biçimine bakıyor.’… Broşürdeki bu cümle sanki bir bir ayaklanıp kağıda kaleme gidiyor kendini kağıda yazıp bırakıyor, oyunun bir parçası oluyor.

Piramidin dibinde oturuyorum. Az sonra Müzede Sahne’de bu sene (her sene bir performans öyle oluyor benim için zira) ne keşfetmeye gittiğimi anlayacağım.  Tiyatro Bereze’nin Olsa Olmalı Olabilir oyunu aslında çok eski bir prodüksiyonmuş ve ara ara oynarlarmış, ben bugüne kadar hiç denk gelmemişim. Bu oyun da aslında seyir yeri dolmaya başlarken izleyiciyle iletişime geçen, oyun boyu onu oyunun içinde tutan trüklerle örülü. Ne var ki benim için  bu oyunu diğerlerinden ayıran onun anlatısının  yan yana olma hallerimiz üzerine kurulu olması. Bir kadın ve bir erkeğin sevdikleri ve sevmedikleri, olmak istedikleri ve istemedikleri, diğerlerinin dedikleri ve demedikleri, birbirleri için vazgeçtikleri ve kabul ettikleri…. Yani yan yana gelmeleri ya da yan yana durabilmeleri için var olan ihtimaller silsilesi.  Küçük bir zilin oyunun bütün anlatısını ve dinamiğini belirlediği, durumun ve diyaloğun saniyeler içinde yeni bir kurguya evrildiği, virtiözite isteyen bu oyunda Erkan Uyanıksoy ve Elif Temuçin’in hiçbir süslemesi olmaksızın gösterişli olmayı başaran performanslarını denk gelirseniz mutlaka izleyin derim.

13 Eylül’e kadar Sakıp Sabancı Müzesi orta bahçede kalacak olan Yaşayan Piramit’in teraslarında, her bir cephesine düşen güneş ve gölge miktarına göre belirlenerek İstanbul’un kent florası içinden sanatçı ile birlikte seçilen, yaklaşık altı yüz türde, iki bin adet bitki ve çiçek ekilmiş. Sergilendiği sürece değişip ve dönüşmüş; bitkiler filizlenmiş, çiçek açmış, bazıları tohuma kaçmış, bazıları ise ölmüş…. Huyları suları o toprağa, rüzgara, neme ya da yanındakine uyanlar bugüne kadar yan yana yaşamayı başarmakla kalmayıp güzelleşmişler. Yan yana yaşayabilmeye dair öğrenecek çok şeyimiz olduğu muhakkak.

Müzede Sahne bu ihtimaller üzerine kıymetli bir düşünme alanı sağladı seyircilerine. Bakalım seneye seyirciler olarak nelerin peşine düşeceğiz keşfetmek için, yan yanalığımız baki.

Daha fazla yazı yok
2024-11-21 10:51:00