Küratörlüğünü Emre Arolat ve Joseph Grima’nın üstlendiği I. İstanbul Tasarım Bienali’nde yer alan Musibet ve Adhokrasi sergilerini Mimar Heval Zeliha Yüksel karşılaştırıyor.
Başımıza gelen “musibet”i düşünürken, Emre Arolat’ın “her an yeni bir fikir,her gün parlak bir proje. Büyük dönüşümler, hızla alınan ve uygulamaya koyulan,birçoğu kent ölçeğinde tasarımlar. Büyük, çok büyük adımlar, arayışlar. Arayış yerine hezeyan mı demeli yoksa buna? Hızlı, hatta düpedüz acele kararlar. Yangından mal kaçırırcasına…” dediğini hatırlıyorum. Haklı. Ama anlattıkları, en çok o’nun kendi hikayesi… Anlamakla inanmamak arasında bir yerde kalıyorum. Tekinsiz bir yer burası. Aynı tekinsizliği, geceden daha karanlık, daracık koridorlardan geçerken de hissetmiştim, ta ki Pattu’nun istanbul-o-matik’ine ulaşana kadar… Sonra Serap Duman’ın filmi ve Burak Arıkan’ın haritaları yetişti imdadıma. Taptık, Piker, Derinboğaz, Anadol, Akcan, Deloroy’la sakinleşip, “bu da geçer ya hu” demişken, Çelik’in İnşaat ya Resulullah‘ı her şeyi yerle bir etti…
Musibet aklımda Adhokrasi’ye gittim ve iyileştim diyebilirim… İyilikle kötülüğün aynı anda ve aynı yerde olacağını duymuştum; sıra iyilikteydi. Alabildiğine aydınlık, tanıdık bir yerdeydim: Sevmediğim şeyleri, sevdiğim şeylere dönüştüren simyacıların arasında… Tavana asılı Haliç, şenlik ekipmanlarına dönüştürülmüş eski silahlar, “lego adam”ın devrialemi, mobilya eklemleri, “kendi evini yapana yardım” gibi iyiliklere baka baka çatıya kadar çıktım. Işıklar içinden en aydınlığa… Önce etrafıma baktım, sonra parapete yaslanıp, yere; Surp Krikor Lusavoriç’in (Kemeraltı Caddesi’nin genişletilmesi sırasında,1958’de yıkılıp,geriye çekilmesiyle oluşan) Neo-Bizans hayaletinin önünde upuzun yatıyordu “insansız hava aracı”… O’nu görüyordum; o,bütün bunları görüyor muydu?
Günümüzde üretme bilgisinin serbestçe dünyayı dolaşıp, doğaçlama teknikler geliştirmesi, kendine has bireysel durumları ortaya çıkarması ve her an yeni bir tasarım doğurması; sanayi devrimi ile yerleşen seri üretimin mükemmelliği karşısında; ürünün az sayıda ve kusurlu olma halini yarattı. Fabrika yerine atölyede üretilen ürünler her geçen gün artıyor. Adhokrasi, evrilen alışkanlıklarla mükemmelliği aramak yerine kusurlu ve özel olanın izini sürüyor.
Joseph Grima, Adhokrasi üst başlığı ile; seri üretime karşı insanların ihtiyaçlarına yönelik el işçiliğini kullandığı örnekleri bir araya getirerek tam anlamıyla adına yakışır bir seçki sunuyor. Musibet sergisine göre işlerin, hem kendi aralarında hem de serginin başlığıyla daha yakın bir bağı var; hepsine ortak bir dil hakim. İlkokul binasına hemen hiç müdahalede bulunulmamış. Sergiler salonların veya sınıfların ortasındaki masalarda toplanmış: hem işler “ders gibi okunaklı” hem de mekan…
Zanaatkarlığın ve eski malzemenin yeniden kullanımına önem atfeden sergi rahatlıkla gezilebiliyor. Aceleyle hazırlandığı belli oluyor ama gözü yormuyor eksikler. Eksiklikler de işin bir parçası sanki. Bienalin üst teması olan Kusurluluk’a bir gönderme gibi. James Bridle, bir Afgan kentinin Google Maps’teki uydu görüntüsünde insansız bir hava aracının gölgesini keşfediyor ve Doğu Londra’da bir park yerinde tesadüfen ortaya çıkan aracın taslağını 1:1 ölçekte kopyalıyor. Bu görüntü şimdi İstanbul’da… Kuşkusuz en güzel işlerden birisi terastan görülebilen bu iz. Galata Rum İlköğretim Okulu’nun tam karşısındaki Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi’nin önündeki kaldırıma düşürülmüş.
Eski silahların toplanıp, silindirle ezilip, eritilen metalin ağaç dikmek için gereken küreklerin yapımında kullanılması fikrinden doğan Imagine, eski silahlardan müzik aletlerine dönüşen bir seçki sunuyor. Lego adam, GPRS sistemi, derme çatma bir paraşüt ve basit bir kamera takılarak bırakılan helyum dolu bir meteoroloji balonunun 24 km yukarıda patlayıp aşağı düşmesiyle oluşan amatör film, 17 yaşındaki iki Kanadalının işi. Bütçesi 400 USD. Bu basit plastik oyuncağın çekimleri seyre değer… Giriş salonu galeri boşluğunun tavanına asılan ters haliç maketi çok etkileyici… Boruları birbirine bağlamak için özel olarak üretilen eklem parçalarının sergilendiği üç ayrı salon var. Evde “kendimizin de yapabileceği” hissini uyandırıp, “her şeyi İkea’dan almanın bir alemi yokmuş” dedirtiyor…
* Adhokrasi, klasik prensipleri göz ardı eden bir organizasyonu temsil ederken “önceden tahmin edilemeyen ihtiyaçların olması durumunda kendini gösteren” anlamına geliyor.