A password will be e-mailed to you.

Salonlarında çıt çıkartmanın bile ayıp olduğu Atatürk Kültür Merkezi’ne iş makineleri metal paletleriyle nasıl olacak da sessizce girecekler? Konser salonuna yıkıma gelen işçiler, parmak uçlarında mı yürüyecekler, bale yapar gibi? Peki, yapıtlara dokunmanın yasak olduğu galerideki eşyaları kim, nasıl tutacak da başka yere taşıyacak? Müzenin duvarları kazmalar ile kırılırken beyaz eldivenler giyilecek mi?

Hem AKM hem de İstanbul Modern, ikisi birden, eş zamanlı olarak bu ay yıkılıyorlar. Tarih 2018 yılının üçüncü ayı, kaydedelim lütfen, yani aylardan Mart, Eylül değil, ortada uçak falan yok. Fakat yine de belirtmeliyim ki İstanbul’daki kültür kurumlarına yönelik bu ikiz yıkım kararı, ikinci bir 11 Eylül vakasıdır.

Bildiğiniz gibi, 9.11.2001’de teröristlerin kullandığı iki uçak, New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerini art arda girerek binaları yerle bir etmişlerdi. Kuleler yanarak, naklen yıkılmışlardı ve Manhattan’da günlerce duman solumuştuk… Felaketti, çok korkunçtu!

İstanbul’daki ikiz yıkımlar da yine güpegündüz başlayacak ama bu sefer naklen yayın yapan yok… Tam şehirdeki patlamalar bitti, çok şükür diye sevinirken biz hemşeriler, şimdi bu iki ikonik binayı kimler yıkacak, neden yıkıyor, nasıl yapacak, yıkımlar neden eş zamanlı? gibi sorular geliyor insanın aklına. Sorular açık ve net, cevaplar muğlak… Yani gizli değil, bir takım açıklamalar var ama yetersiz… İşleyiş saydam değil… Bilgi paylaşımı yok… Her şey bulanık… Şehir kim vurduya gidiyor yahu? Atatürk Kültürü’nün merkezi göz göre göre yıkılıyor, şehirdeki modernite kelimenin tam anlamı ile bitiyor ve ardında bıraktığı toz duman bize post-post (iki kez) modern dönemin zarafetini işaret ediyor. (1)

Tekrar anlıyoruz ve fark ediyoruz ki 11 Eylül’ün üzerinden onlarca sene geçmiş ama o gün başlayan savaş(lar) hâlâ bir türlü bitmemiş… Şimdi de küresel bir futbol maçı oynanır gibi, binalar Batı da değil bu kez Doğuda çifter, çifter yıkılıyor? Fakat bu sefer ticaret merkezleri değil kültürün merkezleri… Ticaretin rövanşı mıdır bu? Tam bilemiyoruz, anlayamıyoruz kim nefret edebilir ki klasik müzikten bu kadar? Yazıya devam etmeden şunun altını açıkça tekrar çizeyim: İstanbul’daki senkronize yıkım hali, evrensel değerlere açık bir saldırıdır ve tehdit de yine sadece yöresel değil küreseldir. Bugün burada ikiz müze yıkan yarın duşunuzda gizlice şarkı söyler! (2)

Şimdi devam edelim. Evet, kim yıkacak bu müzeyi ve kültür merkezini, ikisini birden? Nasıl cesaret edecek ve hiç çekinmeyecek, utanıp sıkılmadan? Ana sahneye kimler çıkacak kirli botlarıyla? Aman Allahım! Yoksa yine hepsi dış mihraklar mı? Hatıralarımızdan kim izin aldı peki? Çocuklarımıza nasıl anlatacağız Şehirde bale yapılmamasının sebeplerini? Asıl soru şu, sizin kültür ve sanat ile derdiniz nedir kuzum? Çocukken sizi müzeye götüren olmadı mı hiç?

Mecazlarla dolu bir yazı, her zamanki gibi, ama ciddi kısımları da var. Beğendiğim ve takip ettiğim araştırmacı gazeteci Ruşen Çakır durumu şöyle açıklıyor: “Türkiye’de mağdurlar, iktidara gelip kendilerini mağdur edenleri mağdur edecekleri günlerin hayalini kurarak yaşıyorlar” (3) Dolayısı ile politik rekabet fikirler üzerinden değil bunların kültürel sembolleri üzerinden yürütülüyor. Vahşi kapitalizm ile yapılmış zorunlu evlilik de kanımca kültürel alandaki hoyratlığı besliyor, büyütüyor.

Kültürel hoyratlığı nasıl tanımlıyoruz? Eksik bilgi? Şeffaf olmama durumu? Örneğin İstanbul Modern için ilk önce Antrepo 4’te kalacak denmişti. Sonra bir Paket Postanesi binası ismi geçti, fakat derken bir okuduk ki her şey yerle bir ve bina sil baştan… Kasıt var mı? Yoktur inşallah. Sanatçıları geçtim, vatandaşa niçin hiçbir şey sorulmuyor? Şimdi bir plan ve açılış tarihi var, ama nasıl güvenelim?

AKM’nin durumu çok çok daha vahim. Bina Taksim’in ortasında kangrene dönüşmüş bir yara… Sadık bir seyirci için bu durum büyük işkence, rehin alınmışlık hissi! Bina 2008 yılında, yani bundan 10 sene evvel sudan bahaneler ile kapatılıyor ve üzerinden 2010 Kültür Başkenti rüzgarları geçse de bir türlü restorasyon başlamıyor. (4) Bina çürüyor, biz de çürüyoruz. Yargı kararına rağmen, tekrar yazıyorum, yargı kararına rağmen onarılmayan AKM birinci derece kentsel SİT alanıdır. Her hafta klasik müzik konseri provalarına gitmeye alışmış biri için bu 10 sene ne demektir biliyor musunuz?

Beyoğlu Devlet Güzel Sanatlar galerisi ile ilgili de buraya kısa bir not düşeyim. Benim de Gündelik Mütolojler isimli solo sergimi yaptığım, tavanında Bertaux’dan süslemeler olan, bir dönem gayet aktif sergiler ve yarışmalar yapan kurum 2010 yılında Kültür Başkenti Ofisi olarak kullanıldı. O dönem sergileme dönem sergileme faliyetlerine ara verdi. Fakat o tarihten sonra tekrar sergi yapmaya başladı mı başlamadı mı bilmiyoruz. Kağıt üzerinde açık görünüyor ama telefon ile aradım açan olmadı.

Kısacık haberlerde deniyor ki, evet, bu binalar yıkılıyor ama yerlerine yenileri daha güzelleri yapılacak. Peki. Ne zaman? New York’taki İkiz Kuleler de yıkıldıktan sonra yeniden yapıldı. Şimdi biz de yıktıktan sonra AKM ve İstanbul Modern’i beraber tek bir kuleye mi toplayalım? İsmine de Özgürlük Merkezi mi diyelim? Peki, Resim Heykel Müzesi’ne ne oldu? Benim de kütüphanesinde ders verdiğim, salonlarında ilk gençlik heyecanlarıyla yapıtlarımı sergilediğim koca müze nereye gitti? Önce Müze Atatürk’ün bizzat kendisine tahsis ettiği Dolmabahçe Saray kompleksinden başka bir yere taşınacaktı, bu sepeple 2012’de kapatıldı. Aradan altı sene geçmiş ve inşaatı hala sürüyor. (5) Verilen tarihlere artık nasıl güvenmemizi bekliyorsunuz? Zaten 11 Eylül’de de üçüncü bir uçak daha vardı, o da gidip Washington’daki Pentagon binasına girmişti.

Sembolik anlamı ile bina yıkımlarını konuşuyoruz ama yıkım var, yıkım var… Güzel Türkçemizde bir deyim vardır; Ocağına incir ağacı dikmek! Yani yıkıp yakmaktan beter etme hali… Mimar Korhan Gümüş durumun trajedisini ve konunun vahametini şu cümleler ile açıklıyor; “Yeniden inşa edilecek AKM’nin artık bir kurumsal varlığı da yok. Muhtemelen yedi kat artırılan yapılaşma oranı ile inşaatı finanse etmekten öteye karlı bir yatırıma dönüşecek ve bir işletmeciye devredilecek. Çünkü Bakanlık’ta ne böyle bir projeyi yönetebilecek deneyim, ne de kaynak var. “ (6)

Tekrar/ Yeniden İnşa

AKM’de 1996’da yaptığım ilk ve tek kişisel sergim de, sanki bu günleri tahmin eder gibi; ‘Tekrar/ Yeniden İnşa’ (Re-construction) başlığını taşıyordu. Mekana ve döneme özgü yerleştirme için AKM’de oldukça uzun zaman geçirmiş, binayı ve merkezin işleyişini araştırmıştım. Teorik olarak çıkış noktam da kültürel modernleşme süreçleri ve Türkiye özeliydi. Modernleşme süreçlerinde, devrim (veya karşı devrimlerde) yapı kurum ve bozum yöntemleri ve bunların süratleri çok mühimdir. Bu fikirlerden yola çıkarak sergide kullanılmış dekor opera sütunlarını, bir video yerleştirmenin (video installation) parçası olarak, kesik tarih şeridi metal levhaları ve paslanmaz çelik figürler ile beraber kullandım. (7) AKM’de Mısır’daki Opera binası gibi 1970’lerde bir yangın tehlikesi geçirmiş fakat onarılmıştı. O zamanlar pozitivist ilerlemenin, tarihsel gelişmenin kırılmalara uğrayabileceğini ön görebiliyordum ama sürecin iyileşeceğini düşünüyor, geriye döndürülebilineceğini tahmin bile etmiyorduk.

Şahsen benzer bir şekilde, insan uygarlığında (human civilization) gerileyebileceğini gözümle görmesem tahayyül bile edemezdim. Bu sene Mısır seyahatim sırasında gördüm, medeniyet dediğimiz şey de kesinlikle çizgisel gelişen bir şey değil. İniş ve çıkışları var. Mesela Mısır, bugün ülke çöpler içinde fakat vaktiyle paranın icadından bile evvel, piramitleri inşa etmişler, neredeyse tamamen insan gücü ve aklıyla…

Hele Luksor şehir Krallar Vadisi’ndeki mezarlara girince büyülendiğimi söyleyebilirim. Binlerce yıllık tüneller, rengarenk şekiller ile kaplıydı, ve bu görsel şölen labirent boyunca algımızı sarmalayıp bırakmıyordu. Antik Mısır uygarlığı bundan 3, 4 bin sene evvel renkli, görsel ve 3 boyutlu bir yazı sistemi geliştirmiş ve uygulamış. Metni bir kitaptan ya da ekrandan değil binanın içinde gezerek okuyorsunuz. Hiyeroglif ismi verilen ve birkaç yüz görsel sembollerden oluşan bu yazı sistemin yanında Ortaçağ’dan kalma Latince alfabe sistemi ve Arap Rakamları çok primitif kalıyorlar. Zaten bu yüzden sanat yeni bir görsel dil oluşturmaya çalışıyor. 

Yine Luksor’dan devam ediyorum: Nil’in kıyısındaki Luksor tapınağı da çok ilginç bir örnek, zira içinde hem bir cami, hem de bir kilise barındırıyor. Araplar Mısır’a geldikten sonra tapınağın içine özgün bir cami yapmışlar, ne binaya ne de heykellere dokunmamışlar. Camide hala antik oymaların yanında namaz kılınıyor. Büyük İskender de tapınağa uğrayıp kendi imzasını atmış ama başka bir şeyi ellememiş. Benzer şekilde, Hıristiyanlar da, yüzyıllar sonra şehre gelip, tapınağın bir bölümünü kiliseye çevirmişler ama hiç kimse de kıyıp muhteşem tapınağı yıkmamış! Zaten Osmanlı da benzer bir geleneğe sahip olduğu için büyük bir imparatorluğa dönüşebildi. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldığında dini yapıları yıkmadı, dönüştürdü.  O yüzdendir ki bu gün yapılan camilerin tümü Ayasofya gibi kubbelidir.

Kubbelerden tekrar 11 Eylül’e dönüyorum. O gün, binalara çarpan 2 artı bir uçağın şoku hafifler hafiflemez havada dördüncü bir uçağın daha olduğunu hatırladık ve panik havası tüm şehre yayıldı. Kayıp uçak havadaydı ve kim bilir nereye gelip çarpacaktı? Benim iş yerim Birleşmiş Milletler Binası’nın karşısında olduğu için özellikle tedirgin oldum. Neyse o uçaktan akşama kadar haber alınamadı. Şimdi İstanbul’daki 4. kayıp müze hangisidir? Bunu düşünürken Korhan Gümüş’ten bir E-posta geldi. O da Kıraç Vakfı’nın Gehry’e çizdirdiği, bütçelendirdiği muhteşem müzeyi yazmış ve makalesinde yetkililere soruyor? Nereye uçtu bu müze?

Fuzzy Logic

Post-post modernizmin en önemli özelliği tek bir neden sonuç ilişkisine bağımlı kalmaması; eklektik bir neden sonuç ilişkisi kurması, bir fuzzy logic (bulanık mantık ) sistemi kullanmak gibi… 11 Eylül 2001’de uçakları kullanan 4 terörist Arap olduğu için fatura otomatikman radikal İslam’a kesildi ve Orta Doğu’daki ülkeler bombalanmaya başlandı. Geldiğimiz noktada, yani 17 sene sonra, Asya ile Avrupa’nın kesiştiği noktada, Modernist (Batıcı?) kültürün (son?) kaleleri yıkılıyor! İstenen bu muydu?  Düz mantık bile doğru kullanılmadığı zaman daha karmaşık sonuçlar doğurabiliyor.

Ne yazık ki 11 Eylül’de ben de New York’taydım ve yıkılan kuleleri duyduğumda böylesi gerçek üstü bir şeyi ancak Mars’lıların yapabileceğini düşündüm. Rover Mars’ta ama henüz boşta geziyor. Şimdilik buna ilişkin bir kanıt yok. Fakat ısrarlıyım, olayları gerçekten anlamak istiyorsak bir resme bakar gibi tek açıdan değil, tam tersine bir heykele bakar gibi 360 derece bakmak lazım.

Vahşi kapitalizm “utanmadan” yalan söyleyebilir

Vahşi kapitalizmde tek etik paradır. Dolayısı ile yanlış söylemediğiniz sürece doğruyu söylememek etik dışı değildir.  Örnek olarak; Naylon poşetlerin üstünde çevre dostu yazar. Çevre düşmanı yazacak değil ya? Mantık şudur, poşet elbet bir gün dönüşecek, suya değil ama toprağa karışacak. Ama ne zaman? Kaç sene sonra? O bilgi yazmaz. Yani yüz senede mi dönüşecek, 500 sene mi? Bu muğlak bir bilgidir… Hava durumuna göre…

Diyeceksiniz ki İstanbul’da da sadece kültür binaları yıkılmıyor zaten bütün şehir yeniden inşa halinde. Hele sahil şeridinde, benim gördüğüm kadarıyla, Yeşilköy’den Rumeli Hisarı’na kadar sarı vinçler dizilmiş. Kıyı şeridinde, denize sıfır çirkin gökdelenler yükseliyor. Anayasaya göre kıyılar kamu malı niteliğindedir (8), Boğaziçi de AKM gibi bir SİT alanıdır. Hangi yasa değişti de buralarda imar başladı şahsen bilmiyorum. Bildiğim, kıyı şeridine kuleleri diken şirketlerin başında, iktidar partisi ileri gelenlerinin bizzat kendi şirketleri de var. Bu da gizli bir bilgi değil. Sinemada reklamını bile yapıyorlar.

Bugün Galata Port olarak anılan Antrepo Bölgesi de yine bir kıyı bölgesidir. Kıyılar kamuya aittir. Tamam, üzerindeki işletme ya da müze özel olabilir, ama binası veya arazisi kamuya ait ise bu binaya (binalara) ilişkin tasarruflar için halka danışılmalıdır. Niçin yüzlerce yıl imparatorluk başkentliği yapmış şehrin halkına hala üçüncü dünya vatandaşı muamelesi yapılır? Kıyılarda dalga sesi duyamaz ise şair nasıl aşık olacak da şiir yazacak? Opera bitecekse, denize sıfır gökdelende oturmanın anlamı ne? Git çadırda yaşa!

Dada yıkamayı değil Yıkmayı sever

Dadaistler yıkamayı sevmezler. Hep yıkmak isterler. Zira yıkınca yaratıcılığın ateşi ile yeniden hızla yapılabilineceğine yürekten inanırlar. Avangartlar da yapı bozumu (de-construction) sıklıkla metafor olarak da kullanırlar. 2011 yılında yaptığım Razruşenye (Rusça yıkım) isimli performans ve video yerleştirmede Galeri Artist’in Fulya’daki beyaz küpünün üç duvarını bir balyoz yardımı ile yıkmış ve yıkıntıları, bu yıkımın videosu eşliğinde sergilemiştim. (9)

Burada işaret ettiğim şey spesifik olarak Rusya ve oradaki sert toplumsal dönüşüm, Gorbachev ve Perestroika’dan Putin ve Razruşenya’ya geçiş… Bahsettiğim şey her kültürel tahribatın tamir edilemeyeceği… Mesela, Cihangir’in hemen altındaki, İstanbul Modern’in karşısındaki Roma Bahçeleri isimli kalıntılar… Bunlar otopark olarak kullanılmaları nedeniyle her gün biraz daha tahrip ediliyorlar ve bundan da geri dönüş yok. Roma’nın bahçesi gidince, başkent olduğunuz unutuluyor!

Günümüz Türkiye’sinde bir takım ekonomik ve toplumsal çarpıklıklar ayyuka çıkmış durumda. OECD verilerine göre yolsuzlukta tavan yapmış ülkeler arasındayız. (10)Kayıt dışı ekonomide de Türkiye birinci sırada. (11) Ekonomik veriler bu kadar çarpık olunca bunun kültürel alana yansıması da hoş değil ama çok doğal. Rekor sayıda gazeteci de içeride olunca da bu konuları pek kimse yazıp çizemiyor. (12) Açıkçası ben de artık yazarken çekiniyorum ama her şeye rağmen susmamak lazım.

Yazıyı bitirmeden önce, Almanya’ya geçip Münih’teki yapıt biriktirmeyen müze, Haus der Kunst’dan kısaca bahsetmek istiyorum. Bina geçen yüzyılın başlarında, Nazi mimarisinin en görkemli yapıtlarından biri olarak inşa edilmiş. Mısırdaki tapınakları anımsatan gayet görkemli ve keskin hatları ile gayet modernist bir mimari, genişçe bir parkın kenarında inşa edilmiş. Nazilerden sonra binayı kimse yıkmamış. Sadece ismi değişmiş; Milliyeti tarif eden kelime yerine sadece “Sanat” ibaresi kullanılmaya başlanmış. Bina bu gün de yine müze olarak kullanılmaya devam ediliyor ve içinde çok iyi uluslararası sergiler yapılıyor. Bina artık o kadar çağdaş ki (13), oh my God!  neredeyse Türkiyeli sanatçıları bile sergileyecekler? (Yok, hah, hah, ha, bu son cümle espri…)

Münih’teki kırıp dökme olayı da meşhur Kristal Gecesinde (Reichskristallnacht) olmuş. Seçimle işbaşına gelenler kendilerine oy vermeyenleri bin pişman etmişler. İstanbul’da 6, 7 Eylül’de olanların benzeri yaşanınca Almanlar da olanlardan o kadar üzülmüşler ki hâlâ şehrin ortasında ateşler yakıyorlar, gece gündüz. Günümüzde de aşırı sağ hem Türkiye’de hem de Dünya’da hızlı bir yükselişte. Lakin somut örnek Avrupa’nın tam ortasında, Alp’lerin dibinde yanıp duruyor. Umarım aklı salim birileri çıkar da geçmişte yaşananları hatırlatır. İstanbul’da veya New York’ta veya başka bir yerde, yakın bir gelecekte, Münih’teki gibi özür dileyen ateşler tekrar yakılmak zorunda kalınmaz.

Almanya’dan tekrar Mısır’a geçelim, bir darbeden diğerine ışınlanalım; 2011’de askeri müdahale geçirmiş Müslüman ülke Mısır’da herkes hala diken üstünde ama hayat devam ediyor. Kahire’nin tam ortasında, ismi Gezi’ye benzeyen Gezira parkının ortasında tertemiz bir opera binası var. Bina gayet aktif, salonlar ağzına kadar dolu, konserler yok satıyor, ben zor bilet buldum, o da ancak küçük salonda. Operanın tam karşında resim heykel müzeleri var, tabela Arapça, seyirciler modern giyimli. Tamam yapıtlar ahım şahım değil ama küçük deneysel müzik dinletileri (evet deneysel) bile hâlâ devam ediyor. Parkın girişinde X-ray cihazı ile arama var ama kapı açık, hem park hem de müzeye giriş ücretsiz. Henüz kimse binayı kapatmamış, parka AVM yapmaya çalışmamış.

Sorular ile başladık, soru işaretleri ile bitirelim, hep soru sormaya devam edelim: Şimdi Atatürk Kültürü’nün merkezinin yıkımını yapacak şirket, işçilerine öğlen yemek aralarında klasik müzik mi dinletecek? İstanbul Modern yıkıldıktan sonra, binadan arta kalan parçalar, aynen Berlin Duvarı’nda olduğu gibi, hediyelik eşya reyonunda mı satılacak? Mimar imzalı binalar yıkıldıktan sonra İstanbul’da modernlikten eser mi kalacak?

————————————————–

1) ‘Post post modern’ terimini ilk defa 2004 yılında Artefact isimli yayın için yazdığım makalede kullandım. (http://artefact.mi2.hr/_a04/lang_en/theory_gulan_en.htm) “Postmodern Durum” başlıklı kitabı ile François Lyotard 1979 yılında büyük bir tartışma başlatmıştı. Bu günkü durumu ise şöyle tarif edebilirim: Yirmibirinci Yüzyılın ilk çeyreğinde, Wikipedia’ya erişimi yasaklanmış bir ülkede, Müzelerin neden yıkıldığını anlatmaya çalışan bir makale yazarken, Lyotard referansını yine Wikipedia içeriğinden ama bu kez  ‘IPFS, the Distributed Web, A peer-to-peer hypermedia protocol’ üzerindeki yasaksız bir siteden ve yine de Türkçe verebilme durumu, (Bkz. https://ipfs.io/ipns/tr.wikipedia-on-ipfs.org/wiki/Jean-Fran%C3%A7ois_Lyotard.html) linki yazarken, Windows’un otomatik düzeltme fonksiyonları ile sürekli savaşma halidir.

2) Meşhur duş sahnesi için referans; Alfred Hitchcock, Sapık, 1960. (Bkz. http://www.imdb.com/title/tt0054215/) Bu sahnede de katilin kimliği açık olarak belli değildir. Sadece perdenin arkasında bulanık bir görüntü algılanır.

3) http://medyascope.tv/2018/03/04/rusen-cakir-turkiyede-magdurlar-iktidara-gelip-kendilerini-magdur-edenleri-magdur-edecekleri-gunlerin-hayalini-kurarak-yasiyorlar/ 

4) 2010 Kültür Başkenti Ofisi olarak kullanılırken faliyetine ara verilen Beyoğlu’ndaki Devlet Güzel Sanatlar Galerisi de hala aktif değil.

5) http://www.arkitera.com/haber/20989/istanbul-resim-ve-heykel-muzesi-nde-ne-oluyor_/TarkanOnline

6) Korhan Gümüş, Facebook Paylaşımı 26/ 02/2018. Ayrıca bkz. http://t24.com.tr/haber/mimar-korhan-gumus-begen-begenme-akm-anittir,419274

7) 20. yüzyıl ilerlemenin hep ileri, iyiye ve güzele (pozitivist) doğru olacağına inanılan bir dönemdi. İlkokul andımızda söylediğimiz: “Ülküm yükselmek, ileri gitmektir.” Gibi… Kültürel gelişme (veya gerileme) süreçlerinde bunların çizgiselliği veya olası kırılmaları ise benim tartışmaya katkı getirdiğim konulardı. Konu ile ilgili Vahit Tuna ile yaptığım röpörtaj, Gregg Wolf ve Bill Barker’ın sergi yazıları ile beraber Arredamento Mimarlık dergisinde 1997 yılında yayınlanmışlardı.

8) TC Anayasasına göre; ‘kamu malı niteliğinde olan kıyıdan yalnızca bu alana bitişik taşınmazların malikleri değil, herkes yararlanabilecektir.” Metinde bir değişiklik var mı diye kontrol ettim, yok henüz değişmemiş. http://www.kararlaryeni.anayasa.gov.tr/Karar/Content/0581a2a4-d3ef-4ac6-9c73-e370b3aa3c05?excludeGerekce=True&wordsOnly=False

Ve ayrıca http://itudergi.itu.edu.tr/index.php/itudergisi_a/article/viewFile/926/852

9) Bu sergiye ilişkin İngilizce bir Wikipedia sayfası da mevcut. Video için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=vbeNPdckM58&t=87s

10) https://www.birgun.net/haber-detay/oecd-verilerine-gore-yolsuzlukta-tavan-yapan-18-ulke-listelendi-115193.html

11) http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/turkiye-kayitdisi-ekonomide-birinci-40041686

12) Tutuklu gazetecilerin listesi için bakınız; https://tgs.org.tr/cezaevindeki-gazeteciler/

13) Oh! Its so contemporary (Aman Allahım, ne kadar da çağdaş?) genç Alman sanatçı Tino Sehgal’in 2005 Venedik Bienali’nde Alman Pavyonundaki performansının kısa metni ve işin ismi.

 

İLGİLİ HABERLER

“AKM gayriresmi bir okuldu”

Zafer Aracagök: “Belleği Silemezsiniz Ki”

Sahi ne oldu Gehry’nin şu İstanbul’a çağ atlattıracak projesi? 

Daha fazla yazı yok
2024-11-24 13:14:14