Absürt engellenemeyen bir eşitlik talebidir. Bu talep idealize edilemeyen, öngörülemeyen, önlenemeyen, patlayan, yayılan ve daha kendinden önce var olan durumun devamlılığını imkansız kılan yeni bir süreçtir. Absürt, mantığa sığmayan, uyumsuz ve anlamsız gibi kavramları çağrıştırsa da anlamını aşıp her şeyin göründüğü gibi olduğu, her kesin istediği gibi davrandığı ve içinde bulunduğu ana müdahil olduğu bir olasılıklar alanıdır.
Absürt tüm olasılıkların bittiği yerde bir başlangıçtır
Absürt her ne kadar 19. ve 20. yüzyılda Kierkegaard ve Camus ile sinik sofuca bir düşünce sistemi olarak kuramsallaşsa da kökenlerini daha eski halk hikayelerinde aramak gerekir. Tarihte sıradan halkın yaşantısına yer veren çok az kitap vardır ve istisnasız bu kitapların başında Boccacio’nun Decameron adlı kitabı gelir. “1348 yılında İtalya’nın en güzel şehirlerinden birisi olan Floransa’da, veba salgını hüküm sürüyordu.” Decameron, şehirde yayılan vebadan kaçarak, taşrada bir şatoya sığınan yedi kadın ve üç erkeğin zaman geçirmek için anlattığı hikayelerden oluşur. Kitap her ne kadar vebanın ve savaşın getirdiği ölüme tutulan yas ile başlasa da hatalar, şakalar ve saçmalamalar üzerinden devam ederek gündelik dile döner ve itiraflar, aldatma, aldatılma ve cinsel hikayelerle kontrolden çıkarak absürt bir yapıya bürünür.
Boccacio’nun Decameron kitabı, günümüzde yaşanan Covid-19 salgınının beraberinde getirdiği hastalık ve ölüm olgusunun çok da yeni bir durum olmadığını ve absürdün bir çıkış yolu olduğunu altını çizer. Provokatif İtalyan sanatçı Maurizio Cattelan’ın Miami Art Basel’da sergilenen “Komedyen” adlı duvara bantlanan muz işi, absürdün her koşulda yaşanabileceği ve hatta tüm olasılıkların bittiği yerde yeni bir başlangıç sunduğu gerçekliğini hatırlattı. Bu yazıda Cattelan’ın “Komedyen” işinin tesadüf eseri ortaya çıkmadığı ve bir İtalyan geleneğinin devamı olduğuna dair göstergeleri Pier Paolo Pasolini sinemasında arayacağız.
Montaj bir absürt mü?
Pasoloni, sinemasında montajı bir tür absürt, uyuşmayan öğelerin bir arada kullanarak yeni bir kurgu ve ikisini aşan farklı bir yapıt ortaya çıkarmak için kullandı. Bunun için de sinemasında çoklu sanat ve yaşam pratiklerine tragedya, komedya, sado-mazo unsurlar, erotizm, politik gerçekçilik gibi pek çok anlatı türüne yer verdi. Pasolini bu durumu daha da içinden çıkılmaz hale getirmek için kişisel zevk ve bakış açısına da yer verdi. Sinemayı bir ilişki biçimi olarak yaşamsal hale getirdi ve bunu da yaşadığı dönem İtalyası’nın bir göstergesi olarak sundu. Karmaşanın değil basitliğin faşizmi ortaya çıkardığını Mussoloni pratiklerinden öğrenmişti.
Sinemayı bu yüzden toplumsal değil bireysel bir direniş biçimi olarak gördü ve eşitliğin, cinsel özgürlüğün ve ahlaki ölçüsüzlüğün alanı olarak inşa etti. Pasoloni, bir yaşam biçimine dönüştürdüğü sineması, tarihten örnekler kadar içinde bulunduğu sinema dünyasının karakterlerine de yer verdi. Komedyen Charlie Chaplin’in Charlot (Şarlo) karakteri, 1967 yapımı “Le Streghe” (Cadılar) ve 1972 yapımı “Canterbury Öyküleri” filmlerinde karşımıza çıkar. Ki Charlie Chaplin, absürt sinemanın tüm olanaklarını kullanmış ve diktatörlerden modern zaman patronlarına kadar karşı tavrını kişisel bir durum olarak ortaya koymuştur. O da tıpkı Boccacio gibi absürt ve gülmeyi tüm yaşam pratiklerinin merkezine yerleştirmiştir.
“Postmodern” absürt bir durumdur
Pasolini, tüm filmlerinde oynattığı oyuncu, arkadaşı ve dahası yoldaşı Ninetto Davoli‘yi -gerçi tüm filmlerinde neredeyse aynı oyuncular karşımıza çıkar ve bu durum filmi bir yerde bu oyuncuların yasadığı farklı hikayelere dönüştürür.- “Canterbury Öykülerinde” Charlot tiplemesi olarak karşımıza çıkarır. Elinde baston, başında şapka ile bir ortaçağ kitabında karşımıza çıkan Charlot erotizm, şiddet ve eğlencenin iç içe geçtiği absürt hikayeler içinde bulur. Pasolini Orta Çağ’da yazılan bir kitabı 20. yüzyılda ortaya çıkan bir sinema karakterine uyarlaması postmodern bir durum olduğu kadar absürt de bir durumdur. Filmin tamamına yayılan absürt olgusu daha eğlenceli olmayı aşıp tehlikeli bir eleştiriyi de beraberinde getirir. Mussolini faşizminin bıraktığı kötü yaşam koşullarını Hıristiyan Demokratlar devam ettirmektedir. Pasolini, Decameron‘un bir devamı olan Canterbury Öyküleri’ni sinemaya aktarırken kilise ve iktidar kurumlarının baskısının 14. yüzyıldan günümüze değişmediğine aksine daha da arttığını da dile getirir. Nitekim Pasolini’nin şaibeli cinayeti, sahilde bulunan cesedi, Orta Çağ işkencelerini aşan bir nefret saldırısına uğramıştır.
Aydan bakınca dünya daha bir renkli görünür
Pasolini’nin komedyen Charlie Chaplin’in canlandırdığı Charlot karakterine yer verdiği diğer filmi 1967 yapımı “Cadılar” filmi 5 kısa hikâyeden oluşmaktadır. Yönetmenlikleri Luchino Visconti, Franco Rossi, Pier Paolo Pasolini, Mauro Bolognini ve Vittorio De Sica yapmıştır. Her hikâye cadılar ve özellikle Silvana Mangano ile ilgilidir. Pasoloni, Cadılar için çektiği bölümün girişine “Aydan bakıldığında, Dünyanın Aydan Görünüşü adlı bu filmin ne bir anlamı ne de bir yapımcısı var. Ama dünyada olduğumuza göre Pier Paolo Pasploni adındaki biri tarafından yazılıp yönetildiğini söylemekte yarar var” yazar.
Ne anlamı ve ne yapımcısı olan bu aşırı renkli filmin erkek kahramanı Bay Ciancicato Miyav‘ı, Charlot tiplemesi olarak karşımıza çıkarır. Bölüm, mezarlıkta bir kadın mezarı başında ağlayan Bay Miyav ve oğlu Baciu’nun hayatlarına devam etmek için babanın tekrar evlenmesi gerektiği kararının alınması başlar. Bu karar daha mezarlıktan çıkmadan bir arayışa dönüşür ve türlü absürt hikayelerle devam eder. Bu arayış tam bir yıl sürer ve tüm umutların tükendiği bir anda pek çok şey gerçekleşir. Pasolini aynı sahnede birbiri ile uyuşmayan pek çok kareye yer verir. İki turist heyecanlı heyecanla sokaklarda gezinir. Baba ve oğul, bir aziz sunağı önünde diz çöken ve dua eden Bayan Saçmalık’ı (Silvana Mangoni) bulur.
Bay Miyav’ın muzu
Bay Miyav biraz tereddütten sonra cebinden bir parça gazeteye sarılı bir muz ve bir bıçak çıkarır ve Bayan Saçmalık’a yaklaşarak soyduğu muzu bıçakla keserek takdim eder. Bayan Saçmalık, muzu romantik bir hediye gibi kabul edip hemen yerken Bay Miyav ona “haşlanmış yumurta ister misin?” diye sorar. O esnada bir askeri araç gürültü içinde geçer ve Bayan Saçmalık’ın sağır ve dilsiz olduğu anlaşılır. Bu arada Bay Miyav’ın el kol işaretleri ile yaptığı evlenme teklifi kabul edilir. Nikahtan sonra gelinen evde Bayan Saçmalık tek başına işe girişir. Çöp evi andıran gecekondudan ne çıkmaz ki bir el bombası, bir elbise yığının altında cüce bir kravat satıcısı ve bir de Charlie Chaplin posteri dikkatleri çeker. Ev kaşla göz arasında boyanır, düzenlenir ve Charlie Chaplin posteri duvara asılır.
Mutluluk mutluluktur!
“Ama insan denen yaratık elindeki ile asla yetinmez. Bay Miyav da bu kuralı bozmayacaktı.”
Ailece milletten para koparmak için bir dalavere tezgâhlarlar. Bayan Saçmalık, Kolezyum‘a çıkar ve yaşadığı kötü koşullara daha fazla dayanamadığı için atlayarak intihar edeceğini bir pandomim gösterisine çevirir. Bay Miyav da aşağıda toplanan kalabalığa sağır ve dilsiz kadının tercümanı olur. Tabii toplumsal eleştirilerini yapmaktan çekinmez: “Toplu intihar olsun, mezarlıkta herkese yetecek yer var” diyor, diyor ki “Bu dünyada ise sadece alçaklara, korkaklara, hırsızlara, düzenbazlara ve cimrilere yer var!” Bu sözler söylendiği esnada her yeri heyecanla dolaşan turistler düz duvara tırmanır ve muz bu sahnede tekrar ortaya çıkar.
Turistler yedikleri muzun kabuğunu pervasızca atar. Muz kabuğu Bayan Saçmalık’ın ayağı dibine düşer ve bir hayal ölüm ile sona erer. Muzdan ve ölüm meleğinden yapılmış ve artık hayatın renklerini barındırmayan beton gri mezar taşı başında yine ağlayan Bay Miyav ve oğlu “Saçmalık… Aşkım… Beni neden bırakıp gittin?” (Kierkegaard: Ölüm hastalıkları sona erdirir) der ve bir bitişe dikkat çekerken, Pasolini ölümün hiçbir şeyin sonu olmadığı aksine bir devam hali olarak görür. Bölüm Saçmalık’ın tekrar dirilmesi ve babanın oğluna “Başımıza gelen en güzel şey ama sen sırt çeviriyorsun. Aptal! Mutluluk mutluluktur!” sözleri ile sona erer.
“Komedyen” işi, ölüme bir meydan okuma
Maurizio Cattelan’ın “Komedyen” işi absürdü tüm kötü koşullara karşılık bir devam biçimi olarak gördü. Cattelan, işi neredeyse Covid-19 salgını ile beraber ortaya çıktı ve en az Covid-19 salgını kadar dünya gündemini meşgul etti. Küresel bir tehdide dönüşen Covid-19 salgını ve bir tür sosyal mühendislik projesine dönüşen kısıtlamalar ve söylemlerin kontrollü yayılımına karşılık, Cattelan’ın “Komedyen” işi kontrol edilemeyen bir alanda yayıldı ve bir sanat eylemine dönüştü. Ölülerin poşetlere konulduğu, bantlarla sabitlenip bir daha açılmamak üzere gri beton mezarlara kapatıldığı ve bu konuda yetkililerin getirdikleri açıklamalar ve istatistiki veriler her ne kadar bir savaş halini anımsatsa da hastalık ve ölümün gündelik yaşam ve sanat karşısında geçici bir konumda olduğu gerçeğini de hatırlattı.
Bu açıdan Cattelan “Komedyen” işi ne ifade ettiğinden çok ne ifade etmediği esas absürt olanı ortaya çıkaran durumdur. Bana göre Pasolini sinemasına bir gönderme olan “Komedyen” işi, muz ile gri bant; yaşam ve içine sızmaya çalışan ölüm olgusuna dair bir gönderme ve dahası bir meydan okuma. Nitekim İtalya’da insanların yasal düzenlemeleri tanımayıp bar ve restoranları açması, kutlama yapması içmenin, eğlencenin ve şarkı söyleyip dans etmenin ölmekten daha önemeli olduğunu ve iktidarların bunu engelleyemeyeceğini gösterdi.