Peyami Safa, edebiyatın farklı türlerinde eserler veren, üretken ve çok yönlü bir yazar. Pelin Aslan Ayar, Fantastik Roman/Türkçe Edebiyatta Varla Yok Arası Bir Tür adlı kitabında, yazar Beşir Ayvazoğlu’ndan, Peyami Safa’nın yazarlığı ile ilgili şu tespitleri aktarıyor “Devrinin hemen bütün gazete ve dergilerinde yazmıştı; yaklaşık kırk yıl boyunca çok sayıda gazetede sütun yazarlığı yapan, hatta bazılarında aynı anda hem başyazı, hem köşe yazısı, hem de müstear adıyla daha hafif yazılar ve roman tefrikaları yazan, bu arada haftalık ve aylık mecmualara da fıkra ve makale yetiştiren bir gazeteciydi. Öte yandan Server Bedi imzasıyla çok sayıda aşk ve cinayet romanı, Peyami Safa imzasıyla da edebi romanlar yazmış, üstelik roman tekniğine ciddi yenilikler getirmiş bir edebiyat adamı, resimden ve müzikten de çok iyi anlayan bir estet/eleştirmen ve ciddi tezleri bulunan bir fikir adamıydı.
Hatta spiritizma celselerinde ruh çağıran bir medyum. Ve bir ‘dava’ adamı, davası için zaman zaman kalemini kılıç gibi kullanan usta bir polemikçi”* Paragrafta Safa’nın yazarlığı ve çok yönlülüğü ile ilgili verilen bilgiler, onun içerikle birlikte estetik/biçim kaygıları olduğunun, öte yandan kendi yaratıcı olanaklarının da sınırlarını anlama kaygısı taşıdığının da bir göstergesi. En iyi romanı olarak nitelendirilen Dokuzuncu Hariciye Koğuşu ve Sözde Kızlar, Bir Tereddüdün Romanı ya da Bir Akşamdı gibi romanları, onun dünya görüşünün izlerini taşıyan ve bu görüşünü her yönüyle anlatma, izah etme endişesini de görünür hale getiren önemli metinler kuşkusuz.
Fantastiğin tanımı
Peyami Safa’nın, edebi bir tür olarak fantastiğin imkânlarından en çok faydalanan yazarların başında geldiğini de belirtmek gerekiyor. Ancak Peyami Safa’nın fantastik olarak nitelendireceğimiz romanları, fantastik türünün tanımı ile ilgili yeni bir güncelleme yapmayı zorunlu kılıyor. Tzvetan Todorov, Fantastik/Edebi Türe Yapısal Bir Yaklaşım adlı kitabında fantastik olanın gerçekleştirmesi gereken üç koşuldan bahseder “Metin öncelikle okuyucunun, öyküdeki kişilerin dünyasını canlı kişilerin yaşadığı bir dünya olarak görmesini ve anlatılan olaylarla ilgili olarak doğal bir açıklama ile doğaüstü bir açıklama arasında kararsızlık duymasını sağlamalıdır. Sonra, bu kararsızlık bir öykü kişisi tarafından da hissedilmelidir; böylece okuyucunun görevi bir kişiye verilmiş olur, aynı zamanda da ‘kararsızlık’ metin boyutunda ortaya konduğu içindir ki yapıtın izleklerinden biri haline gelir; saf bir okumada gerçek okuyucu öykü kişisiyle özdeşleşir. Son olarak, okuyucunun metin karşısında bir tavır takınması gerekir.”*
Todorov’un önerdiği bu koşullar göz önünde bulundurulduğunda, Peyami Safa’nın 1949’da yayınlanan Matmazel Noraliya’nın Koltuğu adlı romanı, bu tanım içinde kendine bir yer bulamayabilir. Evet, Türk sözlü anlatı geleneğinde fantastik/gizem unsurlar söz konusu. Türk edebiyatına, içerik/malzeme anlamında yabancı olmayan ancak edebi bir form olarak batıdan ithal gelen fantastik, romanın bu tür içindeki yerinin altını çizecek yeterli bir tanım olmayabilir. Berna Moran bu konu için ihtiyacımız olan tanımı yapıyor. “Todorov’un fantastik dediğini ise ‘belirsiz fantastik’ olarak adlandıracağım… Terminolojide bu değişikliği yapmamın nedeni, Todorov’un ‘fantastik’ dediği yani sona kadar kararsızlık sergileyen türe, Türk edebiyatında rastlanılmaması ve buna karşılık günümüz dünya ve Türk edebiyatında yazılan kimi fantastik romanlara Todorov’un sisteminde yer bulunmaması”* Böylelikle Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, kahramanın yolculuğunu fantazyanın olanakları içerisinde anlatmayı seçerken, türün özgürleştirici dilini, belirli bir fikrin vaatlerini açığa çıkarmak, okura sunmak amacı ile metni biçimlendirmeyi tercih ediyor.
Romanın ana karakteri olan Ferit, tıp ve felsefe eğitimleri almış ancak her ikisini de yarıda bırakmış tembel ve ruhi hezeyanlar içerisinde olan genç bir adam. Karanlık ve kirli bir mahallede yer alan sağlıksız, tuhaf bir pansiyonda yaşıyor. Roman boyunca gelişen olayları ve diğer karakterleri onun bakış açısından dinliyoruz, öğreniyoruz. Öte yandan pansiyon güvenli bir mekân da değil. İlerleyen bölümlerde bazı garip/açıklanamaz olayların yaşandığına tanıklık ediyoruz. Bu gelişmelerle birlikte pansiyon, uzun zamandır ‘çıldırma korkusu’ yaşayan Ferit için tekinsiz bir mekâna dönüşüyor. Bununla birlikte pansiyonun, kendisi kadar gizemli ve ‘garip’ başka kiracıları da var. Zehra adında, dili tutulduğu için konuşamayan ancak henüz gerçekleşmemiş olayları haber verebilen, uyurgezer küçük bir kız, tavan arasında yaşayan ama tuhaf bir hikâyesi olan Fatma, odasından dışarı hiç çıkmayan romatizmalı Tosun ve pansiyonun ev sahipliğini yapan Vafi bey, bu garipliklerden nasibini alan romanın diğer karakterleri.
Doğu/Batı meselesi
Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, iki bölümden oluşuyor. Pansiyonda yaşananlarla ilgili bölüm, bu yaşananların Ferit’in aklının oyunları olduğuna dair ya da sembolik düzende yaşanıyor olduğuna ilişkin bir işaret vermiyor. Ancak Todorov’un fantastik tanımında gördüğümüz ‘karakterin kararsızlık hali’, metnin sonuna kadar sürmüyor. Olaylar geliştikçe Berna Moran’ın adlandırdığı ‘belirsiz fantastik’, her şeyin bir izahı olmasına rağmen gizemini devam ettiriyor. Peyami Safa’nın bu türü bir anlatı/biçim dili olarak kullanması da salt bir fantastik metin yaratma niyeti ile sınırlı değil. Matmazel Noraliya’nın Koltuğu 1949 yılında yayımlanıyor. Yani Türkiye’de dinsel inançların zayıfladığı ve özellikle aydınlar arasında Batı bilim ve felsefesinin örnek alındığı, doğaüstü olaylara inanılmadığı ya da bunların kuşkuyla karşılandığı bir dönemde.* Böyle bir dönemde fantastik türde roman kaleme almak, Safa’ya bu sorunlu hal için kendi reçetesi olarak gördüğü dünya görüşünün yani doğu/batı sentezinin karşılaştırmasını, kıyaslamasını yapabilmesi için gerekli malzemeyi veriyor.
Ferit, tam da ‘zamanın ruhu’na kapılıp gitmiş, yaşama dair bir anlam arayışı ile farklı ruh iklimlerine savrulan bir karakter. Batılı bir eğitim hayatı içinden geliyor. Kendi/milli kültürel geleneğini, birikimini bir imbikten geçirip süzebilecek sağduyuya sahip. Ancak eylemci bir tavra sahip değil. Böylelikle Ferit’in ruh dünyası bu ikilemin taarruzu altında kalıyor. Ona bu kimlik hezeyanlarında pansiyonda tanıştığı Aziz yardımcı oluyor. Felsefe, sosyoloji konularına hâkim olan Aziz karakteri, Ferit’in henüz çıldırmadığının da bir göstergesine dönüşüyor romanda.
Diğer yandan pansiyonda meydana gelen garip/açıklanamaz olaylar, doğu mistizminin bir tezahürü oluyor aynı zamanda. Ferit daha sonra başına gelen bu olayları kabulleniyor. Vafi beyin şer varlıklardan korumak amacıyla okuduğu dualar onu rahatlatıyor. Safa, bu olayların yarattığı belirsizlik ile iki kültürün uzlaşmaz unsurlarını görünür hale getiriyor. Daha sonra bu hezeyanların yarattığı yorgunluk üzerine Ferit, hasta kız kardeşi ile adada bir ev tutuyor. Ancak garip olaylar bu evde de yakasını bırakmıyor. Bu kez de adı Nuriye/Noraliya olan, evin eski sahibesinin ruhu Ferit’in etrafında geziniyor.
Bir başka dikkat çekici nokta ise Ferit’in şehvetli bir karakter olması. Ancak romandaki şehvet duygusu insani bir duygulanımın, ihtiyacın dışavurumu olarak orada bulunmuyor. Jale Parla, aşk duygusu üzerine şunları söylüyor. Tüm romanlarda aşk, şehevilik ve sevgi diye ikiye ayrılır; kadın kahramanlar da erkeklere olan bağlılıkları ruhani bir sevgi mi yoksa duyusal bir şehvet mi olduğuna göre melek ya da şeytan olarak sınıflandırılır. Babalarını kaybetmiş ve İslam kültüründen kopmuş genç erkekleri bekleyen en büyük felaket ikinci tür kadınların peşinden sürüklenmektir.* Peyami Safa, bu profile uygun olarak Atiye hanım ve Selma karakterini tasarlıyor. Ferit için diğer tüm meseleler gibi aşk meselesi de bu ikili çelişkiden nasibini alıyor. Selma, sahip olduğu hasletlerle ne tam batılı bir kadındır ne de tam bir doğulu. Çelişki, kimlik kavramını her yönüyle işgal ettiği için Safa, romanında şehvet duygusunu da bu anlamda tartışma konusu haline getiriyor.
Yitirilmiş anne, baba figürü
Tam bu noktada dikkat çekici bir başka husus, Ferit’in anne ve babası ile ilgili Safa’nın okuruna verdiği bilgiler. Romanda Ferit’in anne ve babası ile okur asla karşılaşmıyor. Ferit’in naklettiği bilgilerle aile şemasını tamamlıyoruz. Buna göre annesi batılı hayatın fırtınaları arasında sağa sola savrulmuş bir ‘salon’ kadını. Yani kayıp, yitirilmiş bir anne figürü söz konusu. Aynı durum babası için de geçerli Ferit’in. Bohem bir hayat yaşamış ardından da mütareke yıllarında savaşa katılmış sonra da kendisinden haber alınamamış bir baba profili ile karşılaşıyoruz. Böylelikle baba figürünün de kayıp, yitirilmiş olduğunu görüyoruz.
Peyami Safa bu yetimlik, aidiyetsizlik şeması ile temsil edilen ailenin, bir tehlikenin varlığını işaretlemek için altını çiziyor. Baba otoritesini sarsacak en büyük tehlike ve baba rehberliğinin yokluğunda oğulları baştan çıkaracak şeytan ise Batı’dan gelecek fen ve teknik değil, duyusallık ya da Tanzimat deyimiyle ‘şehevilik’tir.* Ve bu rehberin yokluğu/babasızlık, Ferit’i de sınıyor. Bir gün Selma’yı hiç bilmediği bir apartmanın boşluğuna çekip arsızca öpmeye çalışıyor. Bununla da yetinmeyip Selma’ya temsil ettiği değerlerle ilgili haksız ithamlar yapıyor.
Aslında kafası karışık gençlerin dünyasıdır Matmazel Noraliya’nın Koltuğu. Peyami Safa’nın diğer eserlerinde olduğu gibi sorun Fatih mi Harbiye midir? Swing mi ut/ud mudur? Romanın ikinci bölümü bu ikilemin yarattığı sıkıntıları aşmak için yapılacakların bir manifestosu gibidir.
Peyami Safa, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nu sadece yerli kültürün, Batı kültürü karşısında kaybettiği itibarı geri kazandırmak ya da daha doğru bir deyişle iade etmek amacıyla yazmış olabilir. Ferit’in annesi, kız kardeşi Nilüfer, Selma ve onun annesi, batının baştan çıkarıcı tehlikesinin birer temsiliyeti olarak romanda var oluyorlar. Öte yandan işin içine Matmazel Noraliya/Nuriye’nin de girmesiyle metinde, Safa’nın ruhundaki çatışmalar en açık haliyle seslerini yükseltiyorlar.
Şunu da belirtmek gerekir. Peyami Safa’nın romanı kaleme alırken kullandığı ironik dil, bilinç akışı metodu ve bazı anlarda ansiklopedik bir anlatıma dokunuyor olsa da romanın ikinci bölümünde verdiği sosyoloji/felsefe terminolojisi ile de, okuruna özel bir estetik deneyim vadediyor. Bununla birlikte onun yaratıcı zihninin en önemli başarısı, insan ruhunun en hassas, en mahrem köşelerini görebilmesi, teşhis edebilmesi olmalı.
Kaynaklar:
*Türkçe Edebiyatta Varla Yok Arası Bir Tür, Fantastik Roman, Pelin Aslan Ayar, İletişim Yayınları, 2015, s.205
*Fantastik, Edebi Türe Yapısal Bir Yaklaşım, Tzvetan Todorov, Metis Yayınları,2004, s.39
*Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 3, Berna Moran, İletişim Yayınları, 2010, s.60
*Berna Moran, a.g.e, s.69
*Babalar ve Oğullar, Tanzimat Romanının Epistemolojik Temelleri, Jale Parla, İletişim Yayınları, 2004,s.19
*Jale Parla, a.g.e, s. 19