Lalehan Uysal’ın “Kurda, Kuşa, Aşa… ve Göze…” başlıklı sergisi 25 Ağustos’a dek bomontiada’da devam ediyor. Grafik tasarımcı Lalehan Uysal ilk tohum fotoğrafları sergisini Oxford Üniversitesi’nin Oxford Symposium on Food and Cookery açmıştı. Ardından 16. İstanbul Bienali’nde yine aynı isimle Sarı Köşk’te gerçekleşen Uysal’ın makro çekim fotoğrafları izleyiciyi doğanın en temel öğelerinden birine farklı bir bakış getiriyor.
Fotoğraflarını makro-grafik olarak adlandıran sanatçının bu sergisi de, hem her gün tükettiğimiz en bildik bitkilerin hem de hiç karşımıza çıkmamış olabilecek bitki tohumlarının dikkat çekici bir panoramasını sunuyor.
Lalehan Uysal’ın tohum fotoğrafları bana, en bildik olana aslında ne kadar yabancı olduğumu hissettirdi. Fotoğraflar beni karşılarında durmaya ve düşünmeye itmişken aklımda bunun gibi sorular dolanıyordu: Ne zaman bu kadar uzaklaştık en doğal olandan? Nasıl ayrıştırdık kendimizi topraktan?
En sade ve çıplak haliyle karşımdayken bu tohumların söylediklerine karşı duyarsız kalmak ne mümkün? Anadolu insanı tohum ekerken “kurda, kuşa, aşa…” diye bir tekerleme söylermiş. Zaten doğaya ait olandan her canlının faydalanmasını niyet eden ne güzel bir söz. Bu güzel niyet, insanın toprağa, doğaya aidiyetine dair bir kabul ve bunun kutsanması.
Lalehan Uysal ile Yapı Kredi bomontiada’da 25 Ağustos’a kadar süren sergisi üzerine konuştuk.
“Doğanın korunmaya ihtiyacı yok; ama bizim doğanın bir parçası olduğumuzu kabul etmeye ihtiyacımız var”
Emre Akaltın: Merhaba Lalehan. Tohumları görünür kılmak için niçin fotoğrafı kullandığınızdan bahsedebilir misiniz?
Lalelan Uysal: Fotoğraf, tohumla birebir örtüşen bir disiplin çünkü fotoğraf da direkt tohumlar gibi çektikçe çoğalıyor, tohumlar nasıl ekildikçe çoğalıyorsa fotoğraf da çektikçe çoğalıyor. Tohumları ve fotoğrafı hayatımda çok önemli bir yere koydum. Biraz zaman aldı ikisini birleştirmek. Şu anda iki tutku duyduğum şey bir arada. Düşünülmüş bir şey bu. Bize bu kadar zengin bir malzeme sunan tohumları ancak fotoğrafla anlatabileceğimi düşündüm.
E.A.: Evet, oldukça estetik de görünüyorlar. İzleyiciyi yakalamaları için de tabii bu gerekiyor olmalı.
L.U.: Evet, ancak bu kadar yakından, bu kadar estetik ve bir tablo etkisinde çekersem fark edilebilir olacaklarını düşündüm çünkü insan büyük bir kibirle doğayı koruyor, kendisine çevreciyim diyor. Ama insan, kendisinin de doğanın bir parçası olduğu düşüncesinden uzak. Bilgisizliği var. Doğanın korunmaya ihtiyacı yok; ama bizim doğanın bir parçası olduğumuzu kabul etmeye ihtiyacımız var. Ve bu kabul sırasında gerçekten çok uzaklaşmış durumdayız. Yediğimizden içtiğimizden, gölgesinde oturduğumuz ağaçtan, üzerinde yürüdüğümüz çimden, saksıdaki çiçeğin tohumu olduğunu ya da içtiğimiz çayın tohumu olduğunu bilmiyoruz. Bugün sergimde dehşetle öğrendiğim bir şey çayın tohumu olduğu.
Bütün fotoğrafları makro çekiyorum. Fotoğraflarımı makro-grafik olarak adlandırıyorum. Grafik tasarımcı olduğum için bu fotoğraflardaki görme biçimimde bir fark olduğunu düşünüyorum. Makro çekim ile grafik gözü birleştirince makro-grafik adını verdiğim bir teknik çıktı ortaya.
“Sanat, şu anda benim tohumlarla sizlere aktarmak istediklerim için bir elçi”
Çay tohumlarını elimde orijinali ile sergiliyorum. Sergi turlarımda kimseyi elimdekinin çay tohumu olduğuna inandıramıyorum. Herkes içtiği çayın o yeşil yapraklardan geldiğini düşünüyor, çünkü bize sadece o gösterildi. Çocuklar patatesin toprakta olduğunu bilmiyor, patatesi fast food menülerinde yediği paketteki patates kadar tanıyor. Doğayla ilişkimiz kopuk. Dolayısıyla sanat, iklim değişikliği dediğimiz -benim iklim felaketi dediğim- durum için de önemli bir görev üstlenmesi gereken bir araç. Sanat, şu anda benim tohumlarla sizlere aktarmak istediklerim için bir elçi. Ben Bauhaus ekolünden yetişmiş bir tasarımcıyım. Bu tohum fotoğraflarının herkesin evine girmesini istiyorum.
E.A.: Zaten fotoğraf tekniğini kullanmanızda, fotoğrafların çoğaltılabilirliği ile tohumların çoğaltılabilirliği bir denklik taşıyor. Niyetinizle kullandığınız yöntem bir şekilde üst üste biniyor.
L.U.: Evet. Hem fotoğraf sanatını kullanıyorum, evet çoğaltıyorum. Ama edisyon yok fotoğraflarımda. Baskıları, 3 farklı boyda 2 farklı malzemeyle kısıtladım. Çünkü bu fotoğrafların herkesin evine gitmesini, yaşamına girmesini, sadece bir kişiye ait olmamasını istiyorum. Çünkü tohumlar öyle, soframızdaki zenginlikten, topraktan çıkandan herkes nasıl faydalanıyorsa fotoğraflarımdan da aynı şekilde faydalanılmalı. Neden bir edisyon koyarak diyelim 10 kişi alabilsin bu fotoğrafı? Sanat değeri biraz aşağı mı iner? Ama amaç bu zaten. Sergilemede ve baskılarda paspartu ve çerçeve kullanmıyorum. Ve kendim baskılı olarak teslim ediyorum.
E.A.: Tohumları fotoğraflama sürecinizi de merak ediyorum.
L.U.: Tohumları çekerken büyüleniyorum. Hatta büyülendiğimi bazen öyle kolay çekemiyorum. Şu sarı tonunu bulabilmek için günün batışını bekliyorum örneğin. O sırada uygun ışık geliyor.
E.A.: Kompozisyonlar tamamen size ait sanıyorum.
L.U.: Sergilerimde en çok karşılaştığım sorulardan biri bu. “Bir prodüksiyon desteği alıyor musunuz?”. Fotoğraflardaki zeminler çok özel. Eski bir tabak örneğin. Bunları özellikle seçiyorum. Yalnız çalışıyorum çünkü, tohumların benimle konuşmasını duymam gerekiyor. Ancak sessizlikte ve tohumlarla baş başa kaldığımda onların sesini duyuyorum. Tohum bana diyor ki: “Beni yeşil bir zeminde, güneş ışığında çek,” ya da “beni biraz gölgede çek.” Tohumlar ancak o zaman kendilerini ele verebiliyorlar. Tohumlarla çok uzun zaman geçirdiğim için onları duymaya başladım. Saatlerce uğraştığım, asla kendilerini ele vermeyen tohumlar var. Bazı tohumlar gerçekten tek deklanşörle halledebildiğim karelerken, bazıları bir hafta bırakıp, bazıları bir sene bırakıp ilgilenmediğim tohumlar oluyor. Çünkü hangi tabakta, hangi zeminde, hangi ışıkta çekersen çek görünmeyen tohumlar var. Biraz bu yalnız çalışma özellikle seçtiğim bir şey özetle. Işıklar doğal, stüdyo çekimi yapmıyorum. Hiçbir fotoğrafımda rötuş, müdahale yok.
“Hiçbir zaman bir tohumu zamanı gelmeden sallasanız da düşüremezsiniz”
E.A.: Tohum fotoğrafları her ne kadar durağan görünseler de bir şekilde rastlantısallığa da açıklar sanırım.
L.U.: Evet, örneğin fotoğraflarımdan biri, hepimizin çocukluğundan bildiği karahindibağı uçuşurken çektim. Tüyleri tamamen uçuşmadan yakalamam gerekiyordu be çok anlık bir poz oldu. Benzer şekilde, tohuma durmuşlar dediğim başka bitkileri de hemen o an çekmek durumunda oluyorum. Bitkilerin zamanı bizim zamanımızdan çok farklıdır, bizi beklemezler.
Balon sarmaşığı nasıl bizim gibi büyüdüklerini, bizim gibi bir dönüşüm geçirdiklerinin kanıtı. Bu bitkinin, çiçekleri bittikten, turuncumsu bir renk aldıktan sonra top top tohumlukları olur. Tohuma durduğunda bir besleyiciden tohumlarını besler ve bu tohumlar tıpkı bebeğin anneye tutunduğu gibi toplara tutunur. Tohumlar siyah bir nokta iken büyürler ve zamanı geldiğinde düşerler. Hiçbir zaman bir tohumu zamanı gelmeden sallasanız da düşüremezsiniz. Bütün bunları makro çekim sayesinde bu şekilde görebiliyoruz. Doğa büyük bir sanatçı.
E.A.: Evet ve zamanı bizimkinden farklı. Onu görebilmek, duyabilmek için biraz yavaşlamamız, belki durmamız gerekiyor diyebilir miyiz?
L.U.: Evet, çok gürültü var. Görsel gürültü, işitsel gürültü. Hemen sayfa çeviriyor, yeni bir görüntüye geçiyoruz. Hızla geçiyor görüntüler. Ben bütün bu akışa bir es vermenin önemini vurguluyorum. Benim için, tek kare fotoğrafımı gördükleri zaman, örneğin çay tohumunu, durmaları yeterli. Karşısında bir es vermeli, bir durup bakmalı.