Yılın sevilen ve festivallerde isminden en çok söz ettiren filmi “Mukadderat”, festival yolculuğunun hemen ardından bu hafta vizyondaki yerini aldı. “Soğan”, “Tünel”, “Dört Duvar Saraybosna”, “Yolculuk” gibi kısa filmlerinden sonra TV dizileri “Anne” ve “Kadın”la ismini duyduğumuz Nadim Güç’ün ilk uzun metrajlı çalışması olan “Mukadderat”ı, geçtiğimiz Antalya Film Festivali’nde izleme imkânım olmuştu.
Dünya prömiyerini Antalya’da yaptıktan sonra Boğaziçi, İzmir, Ankara festivallerine de katılan film, Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu (Nur Sürer) ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Osman Sonant) ödülleri ile 12. Boğaziçi Film Festivali ve 4. Uluslararası İzmir Film ve Müzik Festivali’nde En İyi Film ödüllerine layık görülmüştü.
Filmin senaristi Erdi Işık, Almanya’da aldığı tiyatro eğitiminin ardından yazdığı oyunlarla adından söz ettirmiş başarılı kalem. Hatta son olarak Altın Portakal öncesinde katıldığım Adana Altın Koza’nın Ulusal Yarışma bölümünde izlediğimiz Ceylan Özgün Özçelik’in yönettiği “On Saniye” filmi de kendi oyunundan uyarlamaydı. Gayet başarılı olan bu yapımı seyirci de çok beğenmişti. Erdi Işık, seyircinin kodlarını her yeni filminde daha iyi idrak ediyor ve temposundan ödün vermeyen iyi senaryolar ortaya koyuyor. Bunu artık ziyadesiyle ispatlamış durumda.
Seyirci nezdinde yine beğeni gören 2022 yapımı “LCV (Lütfen Cevap Veriniz)” filminin senaryosunun da Işık’a ait olduğunu yeri gelmişken hatırlatmak isterim.
Film, yazar Rıfat Ilgaz gibi Erdi Işık’ın da memleketi olan Cide’yi mesken tutarken, eşini kaybettikten sonra yalnız kalma korkusu yaşayan ve hemen evlenmek isteyen Sultan’ın maceralı ve komik hikâyesine davet ediyor bizi.
“Ben Evlenmek İstiyorum.”
Film, kocası henüz vefat eden Sultan’ın (Nur Sürer) yas evinde başlıyor. Yas evi dediysem bir tek yas tutmayan ve tutmaya da niyeti olmayan kişinin Sultan olduğunu söyleyebilirim. Öyle ki defin işleminin bittiği akşam, sofrada toplanan çocukları, gelini ve torunlarına “Ben evlenmek istiyorum.” der. Çocukları, babalarının ölümünün üzerinden henüz bir gün geçtiği için Sultan’ın evlenme isteğine karşı çıkar. Geleneksel bir bakış açısına sahip olan oğlu Nevzat’a (Osman Sonant) göre küçük bir ilçede kimse bunu hoş karşılamaz. Kızı Reyhan (Aslıhan Gürbüz) ise annesinin isteğine saygı duymaya çalışsa da çok erken verilmiş bir karar olduğuna inanır.
Nevzat ve Reyhan ne dediyse de Sultan bu isteğinden vazgeçmez ve ilk işi kendisine iyi bir eş aramak olur. Bu uğurda mahallede çıkan dedikodulara prim vermez. Eş adaylarını tek tek kendi süzgecinden geçiren Sultan’ın gözünün açılmasına biraz da Şerif Erol’un canlandırdığı Refik karakteri vesile olur. Almanya’dan dönüp bundan böyle vatanında yaşamaya karar veren Refik, başlangıçta Sultan’ın hedefindeki ideal koca adayıdır. Onunla nehir kıyısında yaptığı sohbetler Sultan’da başka bir bakış açısı yaratır. Tabii bu sohbetler sırasında Refik’in cinsel yönelimini de açık etmesi aralarında arkadaşlıktan öte bir şey olamayacağını gösterir. Sultan’ın bir kadının hayata bağlanmak için illa ki bir erkeğe ihtiyaç duymayacağını -nihayet- kavraması, mutluluğun kendi emeğiyle üreterek ve çalışarak da yaratılabileceğini öğrenmeye başladığı bir sürecin kapısını aralar. Nadim Güç bundan sonrasını Sultan’ın özgürleşme deneyimi yaşadığı ve dozu gittikçe artan bir aile komedisi anlatısında yansıtır perdeye.
Kendi Kimliğini Kazanma Yolunda
Sultan ticarete atılır, ona “Bir kadın olarak yapamazsın” dedikleri her şeyi yapmaya başlar. Önce pazarda tezgâh açar, bahçesinde yetiştirdiklerini satar tabii biraz geçimsiz ve lafını esirgemeyen bir kadın olarak münakaşası da erkek pazarcılarla olan mücadelesi de bitmez. Daha sonra yaşadığı evini pansiyona çevirip, ilçedeki diğer kadınlara da iş imkânı yaratır. Kadınlar yavaş yavaş kocalarından bağımsız, kendi paralarını ve kendi kimliklerini kazandıkları bir hayat yaratmanın ne denli önemli bir şey olduğunu anlamaya başlarlar.
Ana karakterimiz Sultan’ın dünyasında bunlar yaşanırken yan hikâyede ise babalarından kalan mirasın kardeşler arasındaki paylaşımında çıkan sorunlar işlenir. Babalarının Nevzat’a mirasından daha fazla pay bırakmış olmasına içerlenen Reyhan, eşit paylaşım hakkı için ağabeyi Nevzat’la bir mücadeleye girişir.
Her ikisi de Cide’de doğup büyümüş kardeşlerden Reyhan okumak için İstanbul’a gitmiş ve bankacı olmuştur. Nevzat ise mahallesinde kahvehane işletmektedir. Kahvehanedeki erkeklerin hem Sultan hem de kardeşler hakkındaki dedikodusu en can sıkıcı haliyle günbegün artarken, Nevzat söylenenlere kayıtsız kalmakta zorlanmaya başlar.
En Büyük Muktedir: El Alem
Michel Foucault, söylem ve iktidar arasındaki ilişkileri sorgularken, muktedirin “dil” üzerinden kendi mevcudiyetini inşa edişini ve bu süreç dahilinde söylemsel pratikler vasıtasıyla toplumsal bir meşruiyet edinimini hangi yöntemlerle kurguladığını anlatır. Bu minvalde mekânsal olarak bir kahvehanenin, ana mekân olan evle birlikte anlatının merkezine oturtulması çok doğru bir tercih olmuş. Öyle ya el alemin birileri hakkında ne deyip ne düşündüğünü öğrenebilmek adına çok doğru adrestir mahalle kahvehaneleri! Ve haklarında yargıya varılan kişiler de kadınlar ve onların hayatları olunca muktedir erk dil, nüfuzlu olduğu bu alanda kendisini olanca despotik ve elbette cüretkâr bir şekilde sergileme imkânı bulur.
Bu sebeple Sultan’ın küçük bir taşra kasabasının tabularını yerle bir eden eylemleri, işletmeye açtığı pansiyonunda kasabanın kadınlarını çalıştırması, Reyhan’ın dedikoduların ana mekânı kahvehaneye konuşlanıp meydan okuması muktedire atılan esaslı bir tokattır.
“Mukadderat”, 2024’ün çok da güçlü olmayan yerli sinema seçkisi içerisinde gerek konusu, işlenişi, oyuncu kadrosuyla oldukça ön plana çıkan bir yapım. Nur Sürer’in ve Osman Sonant’ın şahane performansları zaten Altın Portakal’la taçlandırılmıştı. Aslıhan Gürbüz, Şeri̇f Erol, Osman Alkaş, Şi̇ri̇n Sultan Saldamlı, Cem Zeynel Kılıç gibi isimlerle güçlü bir kadro kuran film, Barış Işık’ın görüntü yönetiminde gayet temiz çekilen kadrajları ile çok keyifli bir seyirlik sunuyor.
Feminist tandaslı, kız çocuklarının okuması gerekliliğinin altını çizen ve emekçi kadınları destekleyen “Sultan”, tam anlamıyla başarılı bir gişe komedisi. Filmi -biraz da Yeşilçam tadını hissettiren yapısını göz önünde bulundurursak- üst skala bir TV/dijital platform filmi olarak da nitelendirebilirim.
Güçlü ve popüler oyuncuları dışında konuşulmayı hak eden diğer bir oyuncu (?) da Nevzat’ın kahvehanesindeki yaşlı amca. Tek kelimeyle ba-yıl-dım!
“El alem ne der?” sarmalının özellikle ve çokça kadını kuşattığı bir anlayışla halen mücadele ettiğimiz bir dönemde, kadının varlığına ve özgürlüğüne dair kelam eden bu tarzdaki filmlerin çekilmesini ve izleyiciyle buluşmasını çok ama çok önemsiyorum.
Vizyondayken kaçırmayın derim.