Andy Warhol – Jean Michel Basquiat ve Köle-Efendi Diyalektiği
Birçok yerde Andy Warhol’un ölümünden sonra yıkılan, iyice yalnızlaşan, artan depresyonlarında daha yoğun uyuşturucu kullanmaya başlayan ve sonunda da Warhol’dan iki yıl sonra uyuşturucu kullanımından 27 yaşında hayatını kaybeden Jean-Michel Basquiat’nın ölümünün birincil sebebinin Andy Warhol’un ölümü olduğuna dair şeyler görüp okuyabilirsiniz. Muhtemelen bu tarz yazılarda biraz abartı söz konusudur. Ama muhtemelen yine de biraz doğruluk payı olabilir bu söylentilerin. Eğer bu biraz bile öyleyse, yani Basquiat’yı ölüme götüren sürecin birincil sebebi Warhol’un ölümüyse bunun bizce sembolik değeri hem sanat tarihi, hem felsefe, hem de politika açısından çok önemli olabilir. Warhol ve Basquiat gibi hem sanat yaklaşımları hem politik duruşlarıyla bugünün kültürel hayatının en önemli iki mirasçısından birinin varlığının ötekini var ve yokluğunun ötekini yok etmesi gibi bir durumun irdelenmesi politika ve sanat açısından dünü de bu günü de anlamaya yardımcı olabilir.
Bu sembolik değer post-kolonyal çalışmaların merkezinde yer alan Hegel’in efendi-köle diyalektiği bağlamında oluşur. Ve bizce gerçekten de Warhol-Basquiat ikilisinin hem bir araya gelmesinin hem de birlikte çalışmalarının altında yatan sebep budur: kolonyal süreç boyunca beyaz adam ile siyah adam arasında oluşmuş efendi-köle diyalektiğini ve bunun kodlarını silip süpürmek. Her ikisi açısından da bu böyledir. Pop Art gibi Amerikan rüyasının kitle toplumunun karakterini güzide bir şekilde yansıtabilecek bir tarzın yaratıcısı Andy Warhol’un bir sonraki sanat yaklaşımının ne olabileceğini hissetmeden bilmeden Jean-Michel Basquiat ile çalışmayı seçmesinin şans eseri olduğunu düşünmek pek doğru olmasa gerek. Ve Jean-Michel Basquiat’nın da sadece ve sadece daha ünlenmek adına Warhol’la çalıştığını öne sürmek de hem kendisine -sanatına ve sanat tarihindeki yerine- haksızlık hem de yaratmayı istediği ve yarattığı sosyo-politik etkiyi yadsımak olur. Her ikisi de muhtemelen ne yaptıklarının bilincindeydi ve yapmaya çalıştıkları Hegel’i yani onun efendi-köle diyalektiğini bütün efendiler ve köleler için öldürmekti. Bu güne baktığımızda ortak çalışmalar yaratarak kolonyalizmin diyalektiği olan efendi-köle diyalektiğini böylesine sorun ederek kendi açılarından bunu iyi bir şekilde başardıklarını söylemek mümkün ama böyle anlamlı bir girişim acaba aynı şekilde Basquiat’nın da ölümüne mi sebebiyet verdi?
Hegel’in efendi-köle diyalektiği Marksizmin sınıf çatışması diyalektiğinin kökeni olmasının yanında bu gün post-kolonyal çalışmalar ve tanınma politikalarının da merkezinde yer alır. Bu diyalektik, öznenin bir başkası tarafından tanınmasıyla gerçekleşen ya da tanınmamasıyla ölümüne bir mücadeleye dönüşen bir özneleşme sürecinin diyalektiğidir. Ölümüne bir mücadeledir çünkü efendi köleyi özgür bir birey olarak tanımayarak kendini riske atar ve köle de aynı şekilde isyan etmesi durumunda aynı riskle karşı karşıya kalır. Bu risk Mutlak-Efendi olan ölüm riskidir. Ve bu risk aynı zamanda onları birbirine bağlayan böylece kölenin köle, efendinin efendi kalmasını sağlayıp her ikisinin de arzularıyla birbirlerini bu şekilde anlamlandıracakları bir yapı oluşturacaktır, öyle ki bu bağ artık birini öteki olmaksızın anlamsız kılacak bir bağdır. Biri öldüğünde artık ötekinin de yaşamı tanımsızlaşacak, eksik kalacak ve yıkıcı dönüşümler yaşanacaktır.
Elbette ki bu gün her siyah ve beyaz adam arasında bu ilişki söz konusu değildir. Ama bu kültürel kodlar günümüze kadar -ve günümüzde de- yoğun bir şekilde yaşar. Basquiat’nın birçok resimlerinde bu konu açık bir şekilde dile gelir. Sadece resimlerinde değil üstelik artık ünlü bir sanatçı olduğunda bile, beyazlara ait elitist sanat dünyasında siyah olmanın sıkıntıları ve yalnızlığıyla mücadele içindedir. Böyle bir yalnızlığın biricik panzehiri onun için, beyaz kültürün en ileri olduğu seviyelerde var oluş biçimini ayrıntılarıyla anlamış olan Andy Warhol olacaktır. Warhol’un o ana dek kapitalizme ve beyaz adamın kitle kültürüne dair yaptığı eleştiri Basquiat’yı ona yaklaştıracak ve aynı şekilde Basquiat’nın bu mekaniğin dışında yer alan ve güçlü ve yeni bir sanat anlayışı sunacak tarzı ve soysal konumu onu Warhol’a yaklaştıracaktır. Warhol biliyordu ki kendinden sonra gelecek sanat akımının en güçlü temsilcilerinden biri Basquiat olacaktı ve bu sanatın yeri -beyaz adama oranla o ana dek çok az konuşmuş olanların diliyle- sokaklar olacaktı. Warhol biliyordu ki Pop Arttan sonra Street Art kaçınılmaz olacaktı ve bir sokak-graffiti- sanatçısı olarak kariyerine başlamış olan Basquiat tıpkı kendisi gibi çağını etkileyen önemli bir sanatçı olacaktı. Warhol bir beyaz adam olarak bu sanatın karşısında ya da uzağında değil eleştirel bir sanatçı olarak bunun içinde yer almalıydı. Basquiat içinse bu muhtemelen beyaz adama karşı özlemini duyduğu meydan okuma hissini saygın bir seviyede yerine getirebilme anlamına gelecekti. Buradaki beyaz adam hem Warhol’du hem de gerçekte o değildi: Warhol’un çizdiği beyaz adamın kitle kültürünün temsillerini Basquiat istediği çizgilerle, istediği şekilde yeniden çizecekti ve efendinin popüler kültürünün hikâyesini yeniden yazabilecekti. Dolayısıyla da Basquiat için ister istemez, bu diyalektiğin tüm toplum için kültürel kodlarını silmeye çalışırken, Warhol’un sevgi dolu dostluğu birlikte çalıştıkları sürece onu böyle bir sembolik efendi-köle diyalektiği içine yerleştirecekti. Böylece Warhol’un ölümü belki de onu bu efendi-köle diyalektiğini açık bir şekilde okunur kılan “Riding with death” tablosu gibi hüzünlü bir eser yaratmaya itecek kadar acısını katmerleştirmişti. Warhol’un ölümünün ardından yaptığı bu eserde kolları ve bacakları üzerinde duran gövdesiz beyaz bir iskeletin üzerinde Basquiat ölüme doğru süren kendini çizmiş gibidir. Dostunun ölümü, onun artık var olmayışı Basquiat’yı, efendiye karşı galibiyetini kutlar gibi, kendini gövdesiz beyaz bir efendi iskeletinin üzerine yerleştirmesine neden olmuştur. Ve belki de resmi hüzne boğan iskeletin sağ elinin başparmağını yere bastırırken bileğini saran belki de Warhol’un siyah yanını ya da Basquiat ile dostluğunu simgeleyen ve efendi-köle diyalektiğine bıçak gibi saplanan siyah çizgilerin ayrıntısındadır.
Bizce Jean-Michel Basquiat ve Andy Warhol’un dostluğu ve birlikte ortaya koydukları eserler bunları ifade etmektedir. Ne var ki bu, bugünün hem sosyo-politik gerçeklerine hem de sanat yaklaşımlarına dair birçok şey söyler. Bizce, çok basit olarak, örneğin Jean-Michel Basquiat ve onun Andy Warhol’la kurduğu ilişki olmasaydı bugün Amerika Birleşik Devletleri’nin başında bir siyah başkan olamayacaktı. Ve başkan Obama seçim propagandaları esnasında bir Street Artist tarafından duvarlara yapılmış portrelerini seçim kampanyasına dahil etmeseydi başkan olamayacaktı. Zamanımız başkan Obama’dan İşid’e, tüm dünyadaki eşcinsel yürüyüşlerinden tüm dünyada iktidarlar tarafından kabul görmeyenlerin gerçekleştirdikleri occupy eylemlerine kimlik politikalarının zamanıdır. Kobanî’de ya da Suriye’de herhangi bir yerde sokak çatışmalarında yıkılan şehirlerden occupy eylemlerinde sokaklara yazılan yazılara, o yazılardan Banksy’ye ya da Brezilya’da, Hollanda da, Tunus’ta ya da herhangi bir yerde bir Street Art eserine, zamanımız efendi-köle diyalektiğiyle yapılanıp kimlikler üzerine politikalarla biçimlenen sokak hareketlerinin zamanıdır. Bunların hiçbiri, bizce, Warhol-Basquiat dostluğundan bağımsız değil çünkü onlar olabilecek en iyi ve güzel şekilde yani sanatla bugün sokakları yeniden yapılandıran bu diyalektiği ortadan kaldırmanın anahtarını sundular.