Kemal Varol çağdaş bir dengbej. Vakti zamanında sanki avuçlarına – ‘eksik de olsa’- harfler boşaltılmış. Masalı gerçeğe, dünü yarına bağlayarak, mizahı hiç eksik olmayan bir ağır başlılıkla anlatıyor. Bu haftaki kitap önerimiz de onun İletişim Yayınları imzalı yeni kitabı…
Ahmet Hamdi Tanpınar, Erzurum Lisesi’nde öğretmen. Geyikli Destanı’nın peşinde iken yolunun düştüğü kahvehanede, beş mumluk petrol lambası ışığında, Battal Gazi okunuyor: “.. Etrafında her cinsten bir kalabalık toplanmıştı. Omuz omuza, yüzlerinde, bilhassa gözlerinde acayip bir parıltı, nadir görülen bir dikkatle onu dinliyorlardı. (…) Bu yüzlere biraz dikkat edilince … bu insanların oraya en fazla muhtaç oldukları şeyden, hayal ve harikuladeden nasiplerini almak için geldikleri görülüyordu. Ve bu harikulade o küçük tahta iskemlenin üzerinde adeta etrafı dal budak kaplayan bir ağaç gibi büyüyordu.” – Beş Şehir. Erzurum makalesi. –
***
Kazablanka Meyhanesi’nin “SENEİDEVRİYE”sinde, bütün dostlar bir arada. Elektro Cemil, herkesin nicedir merakla izlediği Rahatsız Kamil ve İçli Halil’in ‘sırrını’ anlatmayı vaat ediyor ama bir şartı var: Anlatacağı üç hikayeden sadece birisi doğru olacak. Hatta belki hepsi yalan olacak veya tümü birlikte bir gerçeğe işaret edecek. Zira ona göre, “Gerçek denilen şey, biraz olsun yalana selam vermeli.”
Elektro Cemil: “Anlatayım mı, anlatmayayım mı?”
Sami: “Anlat ulan işte”
Hayri abi, “Doğrusunu anlat ama”
Elektro Cemil: “Doğru ya da yalan… Onu siz bulacaksınız artık”
Çatapat: “Neden?”
Elektro Cemil: “Alengir lazım ağbicim. Yoksa çekilmez hiçbir hikaye.” – JAR–
***
Makam Dağı’nın eteklerindeki kasaba mezarlığını mesken tutmuş köpek çetesinin adı, Alevli Kalpler. Latif Dede, en yaşlıları. Durmadan hikaye anlatıyor. Çetenin ruhani lideri. Sadece köpekler değil, cümle hayvanat saygıda kusur etmiyor ona. Yıllar sonra Mikasa ile barınakta karşılaşacaklar. Mikasa, Lafo Dede’yi türünün ‘son masal anlatıcısı’ olarak tanıştıracak arkadaşlarına.- HAW–
***
Ağıtçı Kadın’ın, içinde, ‘elli yıldır susmak bilmeyen’ türküyü söyleyen; Konya, Bursa, İstanbul, Erzurum ve Arkanya’da izlerini aradığı lirik aşkı, bir saz şairi: Heves Ali. – Ucunda Ölüm Var–
***
Lamek, dedesini hiç görmemiş. Sesinin çok güzel olduğunu ve yakın köylerde ‘içli bir ezgiyle’ anlattığı hikayelere herkesin bayıldığını biliyor. Bu hikayeleri bazen sesini kısarak anlattığını ve en heyecanlı ve acıklı yerinde bu defa yanık bir türküyle sürdürdüğünü ve merakı kursağında kalan ahalinin yalvarıp yakarmasına aldırmadan devamını bir sonraki geceye bıraktığını da…
Nenesinin adı, Kelime. Ve… günlerden bir gün küçük kahramanımız aşk acısı ile yıkılmış, amcasından medet umuyor:
“Bundan sonra nasıl yaşayacağım?”
“… elini pantolonunun ceplerine sokuyor. Bana harçlık vereceğini sanıyorum. ‘Avuçlarını açar mısın?’ diyor amcam. (…) İki elimi birleştirip küçük bir avuç yapıyorum. Bir dolu harf boşaltıyor avuçlarıma… Sanki bir kitaptan koparılmış gibiler. Ama kağıdın hafifliği yok harflerde. Aksine hepsinin bir ağırlığı var. Avucumdayken ağır, hareket halindeyken hafif bu harfler. Çok geçmeden diğer cebinden de harfler çıkarıyor. Bu sefer büyük harfler doluyor avucuma. Gözlerimin kenarında kuruyup kalmış gözyaşlarımı alıp nokta niyetine harflerin arasına atıyor. Avucumda büyüklü küçüklü yirmi sekizer harf, birkaç nokta; bir soru işareti gibi öylece yüzüne bakıyorum. ‘Bunlar senin,’ diyor. (…) ‘Ne yapacağım bunları?’ diye soruyorum.”
Bundan sonraki hayatında yalnızca bu harflerin kendisine iyi geleceğini söyleyen amca, ağlamaya başlayan yeğeniyle konuşmasını şu sözlerle bitiriyor: “Derdini bu harflerin arasına serpiştirirken kendini fazla da açık etme.. Bu harfleri yan yana getirip güzel güzel şeyler anlat insanlara! Ki onlar bunları okurken sahiden hikaye sansınlar her seferinde.” – Sahiden Hikaye–
***
Tahir Abacı, ‘Dicle- Fırat Havzası’nın, İstanbul Müziği ile yarışan derinlik ve zenginliğinden söz ederken: “Yöre, tarih boyunca Türk, Kürt, Ermeni, Azeri, Süryani, Yahudi, Rum, Gürcü, Arap, Acem boylarının ve bu boylara özgü kültürün karşılaştığı, alışverişte bulunduğu bir köprü başı oldu. … Özellikle müzikte bu sentez çok belirgin bir biçimde gözlenebilmektedir” diyor ve şöyle bitiriyor: “Notalar da sular gibi: Akıyorlar, etkileşiyorlar, ‘havza’ oluşturuyorlar…” – Gramofonlu Kahvehane. Dicle Fırat Havzası makalesi–
Esas hikaye’nin devamı
Aşıklar Bayramı; Kemal Varol’un son romanı. Yazarın daha önceki metinlerinden bildiğimiz bir ‘esas hikaye’nin devamı. Kader, keder, kin, aşk, ayrılık, hasret, sabır, heves… yollar. Kendisinin ve başka yazarların metinleri ve kişileriyle selamlaşmalar ve: ‘babanın incinmiş sesi.’
Kemal Varol çağdaş bir dengbej.
Vakti zamanında sanki avuçlarına – ‘eksik de olsa’- harfler boşaltılmış. Masalı gerçeğe, dünü yarına bağlayarak, mizahı hiç eksik olmayan bir ağır başlılıkla anlatıyor. Arada sustuğu vakit, türküler başlıyor. Sesler sular gibi, akıyor. Etkileşiyor. Çok bereketli bir havza oluşuyor. Hayal ve harikuladeden nasibimizi almak için okudukça, giderek dal budak saran bir ağaç görüyoruz karşımızda.