Modern Batı’nın karanlık yüzünü keşfe çıkan In-Shadow: A Modern Odyssey; kasvetli atmosferi ve keskin betimlemeleriyle izleyiciyi çağın gölgesiyle yüzleşmeye çağırıyor.
Lubomir Arsov yapımı animasyonda; insanlığın beşikten mezara maruz kaldığı her türden üretim-tüketim mekanizmalarının, küresel güç ve iktidar sahiplerinin hakimiyetinde nasıl şekillendiğinin resmi çizilmiş. Eğitim, beslenme, medya, moda, eğlence, teknoloji, politika, terörizm gibi temel konular üstünden yaşatılan bireysel-toplumsal kaos ile, duygusal-psikolojik olarak zayıflatılan insanların zihin kontrolünü kaybederek kitle manipülasyonuna adapte oluşunu anlatan filmde, insanlık küçük kıyametini yaşamakta…
Bu tür distopik atmosferlerde çıkış yolu bulmak genelde zordur. In-Shadow : A Modern Odyssey’de de öyle. Arsov’un önümüze serdiği tabloda, modern Batı’nın gölgesi ete kemiğe bürünerek sisteme ve küresel iktidara hakim olmuştur. Daha doğrusu, uygarlık fikri beslendikçe, söyleminin ötekileştirdiği zıddı (gölgesi) da beslenmiş ve cisimlenmiştir. In-Shadow’u doğru yorumlamak adına Jung’un gölge arketipine değinmek yerinde olur. Böylece filmdeki gölge sistemin, büyük kentlerin uygar toplumlarında bastırılmaya çalışılan gizli ve bilinç dışı taraf oluşu hakkında konuşabiliriz.
Jung’un; “Zaman içinde bilinç dışındaki zıtlığın ortaya çıkışı” olarak tanımladığı Enantiodromia prensibi; bir şeyi tek taraflı yücelttiğimizde onun karşıtını da aynı ölçüde beslemiş oluruz, der. Persona’nın yok saydığı ancak bilinç dışının karanlığından çıkarak gerçekliğimize düşen gölge ise, kişisel ve kolektif olarak ikiye ayrılmakta. Kişisel gölge, kendimize yakıştıramadığımız her türden korku, arzu, öfke, şehvet, şiddet gibi unsurların itildiği bilinç dışında güçlenmesidir. Kolektif gölge arketipi ise insanlığın başından beri var olan; sosyal veya dini olarak değer kaybetmiş insan duygu ve dürtülerinden oluşmaktadır. Aydınlanmamış doğası sebebiyle kolektif gölge; kişi-ötesi, saf ve kökten kötü sayılan yıkıcı güçleri ifade eder. Daha çok kitlesel kıyımlara yol açan kurgu veya gerçek karakterler kolektif gölge arketipinin betimlenişi yahut vücut buluşu olarak görülmekte. Mesela Adolf Hitler ve Darth Vader. Gölge arketipinin In-Shadow’daki cisimlenişi her ne kadar oligarşik bir yapı ve onun algı ve gerçeklik manipülasyonu ekseninde sunulsa da, sistemleşmesi kişisel gölgelerimizle oldukça bağlantılı.
“Kişi aydınlık figürleri hayal ederek aydınlanmaz ama karanlığı bilinçli yaparak aydınlanabilir.” – Jung
Film başından sonuna dek zekice kurgulanmış sembolik bir dile sahip. Çoğunlukla ana akım medya, genel kültür ve popüler kültür ögelerinden faydalanılsa da, hikayenin iskeletinin mitik bir macera temeline oturtulduğunu unutmayalım. In-Shadow: A Modern Odyssey yalnızca sembolik açıdan dahi detaylı bir incelemeyi hak ediyor; ancak biz şimdilik değinilmesi elzem olan sembollerle yetineceğiz.
Filmin ana sembolü küp
Film, birazdan izleyeceğimiz evrenin yapısını oluşturan temel mekanizmadan söz açarak başlıyor. Karanlık bir dairenin üçe bölünmesi ve ışıması; evrensel yaratımı oluşturan yasa olarak betimlenmiş. Zihin-beden-ruh olarak da düşünebileceğimiz kutsal üçlü, dünya gerçekliğini ve onu algılama biçimimizi ifade eder. Ancak, küp şeklinde sunulan dünya ile sınırsız yaratım enerjisinin sahte bir gerçekliğe kıstırıldığı fikrini duyumsuyoruz. Ardından karşımızda beliren mega kent; söz konusu kıstırmanın gerçekleştiği yer olup, modern Batı’nın uygarlık ikonu gibi gözükmektedir.
Mega kentler, bireysel ve toplumsal ayrışmanın merkezi sayılabilir. Diğer açıdan, uzun yıllar boyu kapitalizmin kentler üstündeki etkileri ve buna bağlı olarak değişen sosyal hareketler hakkında çalışmalar sürdüren Manuel Castells, ağ toplumu anlayışıyla; kapitalizmin getirisi seri üretimi sağlayan yüksek teknolojinin ve enformasyon devriminin toplum hayatı ve şehir üstündeki etkisine değinir. Space of flows olarak adlandırdığı akış mekanı ile anlatmaya çalıştığı, küresel kentler arasındaki bilgi ve para akışıdır. Castells’in küresel kentler arasındaki akışın altını çizmesinin en önemli sebeplerinden biri küresel iktidar ilişkileridir. Dolayısıyla, mega kentin tepesindeki kara dumanın kaynağı olan en yüksek binadakilerin yarattığı Küp, bilgi ve para akışını kontrol eden bir arayüz işlevi görmektedir. Ancak Küp’ün mahiyetleri bununla sınırlı değildir.
Filmin ana sembolü olan Küp; ‘tepedekilerce’ oluşturulmuş bir kuşatma ve transfer alanı olarak karşımıza çıkıyor. Psikolojik ve duygusal tahribat yaşamış kimsenin kafasını çevreleyen küp, dijital bir hücre gibi görünmekte. Küp’ü bir ayinle oluşturan altı kişilik grup gizli ezoterik cemiyetlere ve onların varoluş hakkındaki kadim bilgileri kullanışına gönderme yapmakta. Günümüzde küp sembolizmini dinden sanata, okültizmden teknolojiye pek çok alanda görüyoruz. Almanya, Danimarka, Kaliforniya, New York; büyük siyah küp heykellerin bulunduğu bazı yerler. Bunun dışında Kabe, Yahudilerin tefillimi; Marvel’ın kozmik kübü veya Vincenzo Natali’nin kült filmi Küp’e (The Cube) değin, gerek popüler kültürde gerekse eski mit ve inanışlarda bol miktarda siyah küp sembolizmi bulunmakta. Güneşin etrafında fotoğraflanan veya bulutlarda görülen kara küpler de bu sembolün dedikoduları arasında.
İnsanın hayvansı doğasına çekilmiş bir set
Satürn’ü ifade eden küp ezoterik olarak; insanın sınırlamaları, kısıtlamaları, ölüm ve çürüme ile ilişkilendirilmiştir. Azrail’in geleneksel tasfiri de Satürn’ün özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Kronos’un zamanla olan ilişkisi gibidir. Eski İbraniler, Satürn’ü altı köşeli yıldızla temsil etmiş; ardından bu yıldız Davut’un yıldızı olarak İsrail bayrağında yer almıştır. Filmin başında Küp’ü oluşturanların da altı kişi olduğunu hatırlayalım. Diğer açıdan pek çok araştırmacı Satan (Şeytan) kelimesinin Satürn’den türediğini öne sürmekte. Aynı şekilde antik paganizmde Pan da, Şeytan’ın bir temsili olarak; alt dünyaların kontrolünü elinde bulunduran, sarhoş, şehvetli ve hilebaz özellikleriyle insanın hayvansı doğası ile alakalıdır. Satürn’ün genel olarak ilkel insandaki asi tutkuları azarlamak ve evcilleştirmekle alakalı olduğu söylenebilir.
O halde In-Shadow’da gördüğümüz Küp’ün, insanların yaşam enerjilerinin büyük kısmını barındıran hayvansı doğasına çekilmiş bir set olduğu söylenebilir. Elbette bu sete baraj kurup zihin kontrolünü kodlayanlar, tepedekiler oluyor. Ancak o küpün parçalanışı herkesi sular altında bırakacak, pek azı kurtulabilecektir.
Dijital çağda mega kentlerin mahiyetini sorguluyorsak, şehrin en yüksek binasından çıkan kara dumanın neden her yeri ve herkesi sardığına değinmeliyiz. Manuel Castells’e göre; ağ, birbiriyle bağlantılı düğümler dizisidir. Düğümün ne olduğu, hangi somut ağlardan bahsedildiğine bağlıdır. Enformasyon Çağı’nda kültürel ifadenin, kamuoyunun kökenlerinde yer alan yeni medyanın küresel ağında ise bu düğümler, televizyon sistemleri, eğlence stüdyoları, bilgisayar grafiği ortamları, haber ekipleri, sinyaller üreten, gönderen, alan seyyar aygıtlardır. İktidarın iletişim ve enformasyon denetimine dayandığı fikrinden hareketle, ağ toplumundaki iktidar ilişkisini ele alan Castells, bilgi edinme ve davranış sergileme arasındaki kabul ve onayların kolektif ve bireysel algı yoluyla oluştuğunu ve bu algının söz konusu teknoloji ve enformasyon ağı ile dönüştürülebileceğini vurgular.
Maske bu baskıya dayanabilir mi?
“İktidar ilişkileri iletişim süreçlerinin yönetimiyle neden, nasıl ve kimler tarafından kurulur ve icra edilir, bu iktidar ilişkileri kamuoyunun zihnini etkileyerek toplumsal değişim yaratmayı amaçlayan toplumsal aktörlerce nasıl değiştirilebilir? Çalışma varsayımım, en temel iktidar biçiminin insan zihnini şekillendirebilme becerisinde yattığıdır. Hissetme ve düşünme biçimimiz hem bireysel hem kolektif olarak davranma biçimimizi belirler.’’ Manuel Castells*
İnsanların Amerikan rüyasına ulaşmak için kendilerini ıskartaya çıkarışlarının ardından, baş etmeye çalıştıkları yaşama renk veren şey, ulaşmaya çalıştıkları mutluluğun maskesi oluyor. Gerçeklikten kaçış yolu olarak sunulan eğlence sektörü, gülen yüz maskesi olarak betimlenmekte. TV eğlencesinde evvela tahta gördüğümüz maske zamanla dijital olarak da belirecek, sanal personalarımızda yer edecektir. Ancak, persona ve gölge arasındaki çekişmenin nevroza yol açması gibi, maske de bu baskıya dayanamayacaktır.
Kişisel ve toplumsal travmalarımız, yüzleşmek yerine halı altı ettiğimiz her şey, bizim için ne anlamı olduğunu; onları neden bastırdığımızı sorgulamaya geliyor. “Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur”daki dağ, yanıp bitip kül oluyorsa; yani aşırılık – hız ve tüketimle şişen bir sistem, kendi dengeleyicisi olarak bir yıkım doğuruyorsa da (Satürn); o dağ ile yanmamak için gölgemizi bilinçlendirmeli ve çöpleri geri dönüşüme dökmeliyiz. JBM’in, Going Back Home şarkısında dediği gibi “Gather your feet and start walking to the sun, my love. Kill off your daemons before your heart turns into one.”
Çağın gölgesi ile yüzleşmek…
Modern insanın eve dönüş serüvenini anlatan In-Shadow: A Modern Odyssey; kaybettiğimiz kendimizi bulmak için karanlığımızı bilinçlendirmemiz gerektiğini vurguluyor. Bunu da kör göze parmak sokarak yapıyor Arsov; yıkımı kelime anlamındaki olumsuzlamadan kurtararak bir umut haline getiriyor. Konforlu alanından çıkmak istemeyen insan için yıkım fikri huzursuzluk yaratır. Ancak konfor alanının onu sömüren bir hapishane olduğunu gören insan için yıkım pekala neşe ve özgürlük getirebilir. In-Shadow, mutluluk peşinde köleleşen insanın illüzyonlarını kırarak onu güvenli alanından çıkarıyor ve çağın gölgesi ile yüzleşmeyi toplumsal bir mesele olarak izleyiciye bırakıyor. Bu tür distopik atmosferlerde çıkış yolu bulmak genelde zordur, demiştik. In-Shadow, içinde kaybolduğumuz labirentte sürünmek yerine, elimizdeki çekiçlerin mahiyetini vurguluyor. Çünkü anlıyoruz ki labirent de devamlı değişiyor ve kendini içinden çıkılmaz olarak kurguluyor. Yahut kurgulanıyor.
In-Shadow’un kasvetli atmosferi onu bir distopya olarak sunsa da, aslında bu atmosferin lafı dolandırmamak ve yüzleşilmesi gerekenden kaçmamak için oluşturulduğunu anlıyoruz. Gölge ile yüzleşmek… Buna karşın 13 dakikalık film yalnızca kıyamet çığırtkanlığı yapmıyor, insana eve dönüşünün müjdesini de veriyor. Bunu da öylesine güçlü bir şekilde yapıyor ki; kimimizin bundan sağ çıkamayacağını, ancak çıkabilenler için aydınlanmış bir insanlığın ve çağın başlayacağını vurguluyor.
Starward Projections’ın Age of Wake soundtrack’i ile tekrar tekrar izleme isteği uyandıran In-Shadow: A Modern Odyssey’yi aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz. Filmle ilgili eklemek istediklerinizi yorumlara yazabilir, filmin iletmek istediği mesaja güveniyorsanız bu metnin yayılmasına yardımcı olabilirsiniz. Pandemi sonucu kapandığımız evlerimizden şifalanarak çıkmak bizim elimizde. Karantinada geçen günlerimiz, spatyumda geçen zaman gibi; yapıp etmelerimizi sorgulamaya zaman bırakıyor. Dağ ile birlikte yanacaklardan vazgeçmeniz ve güneşte yürüyebilmeniz dileğiyle… İyi seyirler.
“This film was created with earnest effort, diligence, and sacrifice. It is an urgent call to growth. If you are moved by the content, please SHARE.” — Lubomir Arsov
* İletişim Gücü, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2016, S.35