A password will be e-mailed to you.

2019 yılının ilk kaybıydı Gülriz Sururi. Sanatçının geçtiğimiz yıl kaybettiği eşi Engin Cezzar ile birlikte Gümüşsuyu’nda yaşadıkları binayı Nesin Vakfı’na bıraktığı vasiyetiyle ortaya çıktı.

Kültür ve sanat evi olacak

Ali Nesin’in konuyla ilgili yazısı Doğan Hızlan‘ın Hürriyet’teki köşe yazısında şu şekilde yer aldı:

“Sevgili Dostlar,

Babamın sevgili dostları, benim ise çocukluğumdan beri hayranlıkla izlediğim Gülriz Sururi ve Engin Cezzar, bu dünyaya veda etmeden önce, bir dairesinde yaşadıkları Gümüşsüyu’ndaki beş katlı binayı bir kültür ve sanat evi yapılmak üzere Nesin Vakfı’na bıraktılar. Böylece hayatımıza yeni bir yön verdiler.

Kendilerini şükranla, sevgiyle, saygıyla anıyorum.”

Suriri kendi ölüm ilanını da hazırlamış

Nesin Vakfı yöneticilerinden Süleyman Cihangiroğlu da, Gülriz Sururi’nin ölümünün ardından şu yazıyı kaleme aldı:

“Sevgili Dostlar, 

“Gülriz Sururi veda etti.” Veda etti ama giderken bizim hayatımızı da değiştirdi. Gülriz Hanım’ın hayatımızı nasıl değiştirdiğini anlatırken, kısacık ama çok değerli, hatta bir lütuf olarak gördüğüm dostluğumuza dair benim de bir iki kelam etmem gerektiğine karar verdim. 

O zarif, o güzel, o ince ruhlu kadını, Gülriz Sururi’yi ilk kez 1993’te  tanıdım. Kısacık uzaktan hatta tek taraflı bir tanımaydı bu. O kısacık anda hayatımıza girip çıkmıştı. Hep böyle kalacak sanıyordum. 

O zamanlar televizyonda A La Luna programını sunuyordu. 23 Nisan günü çocuk bayramı dolayısıyla Aziz Nesin ve Vakıf’tan iki çocuk davet etmek istiyordu. En küçüklerimizden Sema ve Şehriban katılmışlardı o programa. O gün tüm Vakıf ailesi kilitlenmiştik ekrana. Program boyunca gözüm o zarif, o güzel kadındaydı. Ne kadar güzel konuşuyordu. Programı şuradan izleyebilirsiniz:

Aradan yıllar geçti, Gülriz Hanım’ı bir daha görmedim. O sıralar pek sık olurdu bu; biri gelir yüzünü bize gösterirdi, sonra da yok olurdu. Aziz Nesin’den sonra birçoğu hepten yok oldular, sanki hiç hayatımıza girmemişler gibi. 

Sonra 2016 yılının bir Nisan günü arkadaşlarım Gülriz Hanım’ın aradığını söylediler. Meğer unutmamış bizi, hem de öyle böyle değil, önemli bir bağış yapmak istemiş ve aklına biz gelmişiz. Koşa koşa gittim o zarif, o güzel kadını görmek için. 

Uzun uzun sohbet ettik. 1993’teki televizyon programının yapıldığı günü konuştuk, benim de o sırada vakıfta öğrenci olduğumu ve programa katılmayı çok istediğimi söylediğimde şaşırdı, gülümsedi. “Şimdi ise yöneticiliğini yapıyorum Vakf’ın” dedim, sevindi, “demek Aziz Bey doğru bir şey yapmış” dedi. 

Aziz Dede’den, anılarından, oradan buradan bir yığın şeyi o kısacık zaman diliminde konuştuk. Bir yandan da zarif bardaklarda çaylar ikram etti. Derken öteki odadan güler yüzüyle Engin Bey geldi. Gülriz Hanım bizi tanıştırdı. Engin Bey, memnuniyetini anlamadığım bir iki sesle gösterdi. Sanki bir tek Gülriz Hanım’ı anlıyormuş gibiydi, Gülriz Hanım benim memnuniyetimi de ona tercüme etti. O samimi gülümsemesi hiç yüzünden eksilmedi ve odasına çekildi. 

Bir süre daha kaldım. Gülriz Hanım’la o dakikaları geçirirken öyle mutlu olmuştum ki o gün zaman geçmesin istiyordum. Ayrılırken elime, -Aziz Nesin’in ismini verdiği- kendi hayat hikâyesini anlattığı “Kıldan İnce Kılıçtan Keskince” kitabını elime tutuşturdu. “Oku ama, bunları hep anlatıyorum orada” dedi. “Okudum zaten” diyememenin utancı yüzüme vurmuş olacak ki “okursun” diye de ekledi. Görüşmek üzere deyip ayrıldım. 

Birkaç ay sonra -bu arada kitabı okumuştum- yine aradı, konuşacakları varmış, davet etti, gittim. Engin Bey’in rahatsızlığından, kendinden, yaşından söz etti ve sonra bir çırpıda konuya geçti, “Vefat ettiğimizde Aziz Bey gibi törensiz gömülmek istiyoruz” dedi. “Engin’in de isteği bu yöndeydi, sizin Zeynep’le birlikte bu sorumluluğu almanızı istiyorum, mümkün mü?” diye sordu. Belli ki uzun zamandır aklından bunu geçiriyormuş. Tatsız bir konuydu ama kabul etmemek elde mi? Bu bir vazifeydi. “Elbette elimizden geleni yaparız” dedim. Aziz Dede böyle defnedilmişti; Vakf’ın bu tecrübesinden mi, yoksa sadece güven duyduğu için mi bilmiyorum, ama o bunu uygun görmüştü ve bizim için geri çevrilemeyecek bir görevdi bu. 

Şu günlerde bu anı tekrar tekrar hatırlıyorum. O gün nasıl bu kadar kolay kabul etmiştim bu görevi? Şimdi düşününce daha iyi anlıyorum, insan konduramıyor, o günler o kadar uzak geliyor ki, o kadar emindim ki bugünün hiç gelmeyeceğine. 

Daha birçok isteklerini, dileklerini, arzularını sıraladı, bir daha buluşmak üzere ayrıldım. 

Bir süre sonra tekrar aradı, Sesi çok yorgun ve üzgün geliyordu, Engin Bey’i bir iki gün önce ansızın hastaneye yatırdıklarını söyledi. Her şeye hazır olmalıyız demiş doktorlar. Akabinde aynı günün akşamı Engin Bey’in vefat haberini de yine aynı yorgun sesle kendisi verdi. 

Apar topar defin işlerini yapmak üzere harekete geçtik ve ertesi gün sabah erkenden Engin Bey’in defnini üç beş kişiyle merasimsiz törensiz, olabilecek en sade biçimde gerçekleştirdik. 

Aynı gün beş gazeteye ilanları göndermek için telefon görüşmeleri yaptık. İşte ilk fırçamı da burada yedim. Bir fırça bu kadar mı güzel atılır! İlanda küçük bir hata yapmıştım çünkü. Neyse ki erken fark etmişti, hemen düzelttik. 

Tüm üzüntüsüne rağmen her şeyin dilediği gibi gitmesi yüzünde bir tebessüm oluşmasına neden olmuştu. 

Bizler de halen olayın şokunu yaşarken o, “bir gün aynı şeyleri benim için de yapacaksınız” deyip bizi yeniden hayatın acı gerçeğine çekti. Bu gerçekliğin karşısındaki sağlam duruş yaşla mı oluşuyor, yoksa sadece kimi insanlara mı özgü bilmiyorum. Aynı duruşu Aziz Dede’yi ölümünden bir iki hafta önce arabayla hastaneye götürürken onda gördüm. Ben aracın önündeydim, bir arkadaşım aracı sürüyordu, Aziz Dede ve Ali Abi arkada, acil olarak hastaneye gitmeye çalışıyorduk. Aziz Dede, “Ali o evrakları unutma, şu mektupları şunlara ilet, bak şu işler yarım kaldı sen tamamlarsın” diyordu. Ali abi, “tamam baba merak etme, boş ver bunları, yorma kendini lütfen” diyordu. Bizse önde iki genç yüreğimiz ağzımızda duyuyoruz bu konuşmaları. Aziz Dede günler sonra bu günü öz yaşam notlarının arasına kaydedecekti. 

Gülriz Hanım’la görüştüğümüz bu süre boyunca defalarca buna benzer anlar yaşadık, duygulandık, o her seferinde bir iki cümleyle bizi gerçeğe çekti. Sonunda bir gün, “tamam bu bir gün olan olacak belki ama artık konuşmayalım bu konuları, ben çok etkileniyorum” dedim. Ciddi olduğumu görmüş olacak ki yüzünde bir gülümsemeyle peki dedi. 

Yine de hepimizi ilk günden bu güne hazırladı. Hem de kırmadan dökmeden, üzmeden, incelikle. Nasıl defnedilmek istediğinden vasiyetinin nasıl olacağına kadar her bir ayrıntısını tasarladı. 

Öyle ki o sabah kendisini defnederken bile başımızda gibiydi. Fırça yememek için titiz davrandık. Evet, ama sağolsunlar dostları onun yerine fırçalarını atıyorlar, sitemlerini ediyorlar. Neden haber vermediniz diye kızan çok oldu. Dostlarımızın anlamadıkları şu: Bu bizim değil doğrudan Gülriz hanımın kendi kararıydı. Bunu ona nasıl yapabilirdik? Ama eminiz bize kızanlar, sitem edenlerin her birinin bizim yerimizde olsalardı aynı şeyi yapacaklardı, biliyoruz. 

Evet bu, Gülriz Hanım’ın bu hayatta en çok yapmak istediklerinden biriydi. Yaşarken her bir ayrıntıyı defalarca kontrol etti. Her bir ayrıntının üzerinden özenle geçti. Ölüm ilanının tümcelerini bile özenle seçti, bizlere sordu. Beğenmedi değiştirdi. Yine sordu ve ellerimize tutuşturdu. Eklemeyi unutmadı: “Ben ölüp defnedildikten sonraki gün bu ilanı dört gazetede yayınlayacaksınız, -gazete kaldıysa- (gülüşmeler.)”

Metin şöyleydi; 

Veda, 

Gülriz Sururi Cezzar, 

Dünyamızdaki yolculuğunu tamamladı. 

Dilediği gibi dün toprağa karıştı. 

Evet, sevgili dostlar, Gülriz Sururi eşi Engin Cezzar’dan tam tamına iki yıl sonra yine bir ocak günü dilediği gibi toprağa karıştı. 

Şimdi bizler onun vasiyeti çerçevesinde üzerimize düşeni yapacağız. 

Onun ve Engin Bey’in ismini Matematik Köyümüzde yaşatacağız. Matematik ve Felsefe köylerimizi birleştiren ana yola Gülriz Sururi ve Engin Cezzar Sokağı ismini verdik, hatta şu bir iki günde sokağın tabelalarını astık bile. Yine onların adına Gümüşsuyu’nda yaşadıkları evi ve binayı “Nesin Vakfı Gülriz Sururi ve Engin Cezzar Kültür Merkezi”ne dönüştüreceğiz. 

Bu bizim hayatımızı değiştiren bir proje olacak, sizlerle ve gençlerle daha iç içe olacağız. 

Tahmin edersiniz ki kültür merkezinin de her bir ayrıntısını konuştuk, logosunu tasarladık, logodaki fotoğrafları beğenmedi, yine kendi seçti, gönderdi, değiştirdik. Merkeze yerleşecek özel eşyalar, tiyatro afişleri, kostümlerini bile uzun uzun konuştuk. Son konuşmamızda isimlerinin burada yaşayacak olmasından dolayı ne kadar heyecanlandığını söylerken o kocaman gözleri daha da parlıyordu. 

Gülriz Sururi ve Engin Cezzar dönemi bizim için de, onlar için de yeni bir başlangıç olacak. Artık bizimle yaşayacaklar… 

 

İLGİLİ HABERLER

22. İstanbul Tiyatro Festivali programı belli oldu

James BaldwIn’in Türkiye’deki 10 yılı

Daha fazla yazı yok
2024-11-21 20:19:27