Arda Karaböcek ve Aras Bayram Filmekiminde izledikleri filmlerin kısa değerlendirmelerini yapıyorlar.
Dile Veda (Goodbye to Language)
Festivalin en yenilikçi filmlerinden birini 84 yaşındaki Jean-Luc Godard’dan izledik. Godard, sinema dilini zorlamaya devam ediyor. 3 boyut teknolojisinin bugüne kadar hakkını tek veren film olarak tarihe geçirebileceğimiz Dile Veda, aynı zamanda klasik anlamda sinema diline de bir veda niteliği taşıyor. Bir görüntüyü 3 boyutlu görebilmemiz için çift katmanlı bir çekim sistemi ile çalışılıyor, Godard ise bu iki katmana ayrı görüntüler yerleştirerek hem görüntüyü hem de anlatımı zorluyor. Aynı anda bir gözünüzü kapattığınızda kadın karakterin kadrajını izleyebilirken, diğer gözünüzü kapattığınızda erkek karakterin kadrajını görüyorsunuz. Tüm filme yayılmasa da bu yaklaşımı efektif bir şekilde kullanabilmek için Godard kapıları açmış oluyor. Filmin bir diğer denediği teknik ise, neredeyse VHS video görüntüsü kalitesindeki görüntüleri 3 boyutlu olarak karşımıza çıkarması. Godard’ın aforizmaları ise film tekniğinin gerisinde kalıyor ve doğru bir şekilde değerlendirmek için filmi bir daha izlemeye davet ediyor (izlemedi). Filmi festivalde kaçıranlar için üzücü haberim ise 3 boyutsuz pek bir anlam taşıyamayacağı yönünde. ½Arda Karaböcek1
Mezara Kadar (A Hard Day)
Bilet bulduğum için sorgulamadan girdiğim Güney Kore filmi Mezara Kadar, benim için hoş bir süpriz oldu. Film, başından sonuna kadar zeki şekilde tasarlanmış aksyon sahneleri ile dolu. Yönetmeni Seong-hoon Kim rahat bir nefes almanıza bir an olsun izin vermiyor. Film, kahramanımız Go Geon-soo’nun annesinin öldüğü gün bir dizi talihsizlik ile mücadele etmesini konu alıyor. Filmin yaşadığı sorunlara ise en iyi eleştiri İngilizce çevirisinin A Hard Day (Zor Gün) olması diyebiliriz. Film bir günden değil iki günden oluşuyor. İlk 45 dakikada yaşadığımız macera o günün sonunda son buluyor fakat 45 dakikalık bir uzun metraj olamayacağından ikinci bir gün daha filme eklenmiş ve iki gün arasındaki bağ yapay bir şekilde kurulmuş. Ama merak etmeyin bu ikinci gün de en az ilk gün kadar izlemesi eğlenceli bir gün oluyor. İki başarılı kısa filmden oluşan bu filmi keyifli zaman geçirmek isteyen Aksiyon-Komedi tarzı severlere tavsiye ederim. ½Arda Karaböcek
Özgürlük Dansı (Jimmy’s Hall)
Britanyalı usta yönetmen Ken Loach’un elinden çıktığı daha ilk planda belli olan Jimmy’s Hall, yönetmenin en iyi filmlerinden değil belki ama her Ken Loach filmi gibi sizi perdeye kilitleyen, temposunu asla düşürmeyen, ağaç kokularıyla bezeli bir yapım. Filmin adı rahatlıkla “Ken Loach’un Yeni Filmi”, “Yeşil Britanya”, “Yaşasın Sosyalizm” ya da “Kahrolsun Sağcılar” olabilirmiş. Yine yerinden demokrasi, taşra devrimi, sınıf mücadelesi ve sağcıların yıkıcılığı gibi konuların peşinden koşan Loach, 50 senelik sinema dilinden kesitler sunuyor. Güçlü kadın figürlerinin ön planda olduğu film bazen çok teatral hale gelse de meramını anlatmak konusunda başarısı da su götürmez bir gerçek. Ken Loach sevenlerin, Ken Loach’a doyacakları yapımda müziklerin ve dans koreografilerinin başarısı da en önemli unsurlardan. ½Aras Bayram
Beyaz Tanrı (White God)
Macar yapımı Beyaz Tanrı haklı olarak festivalin en çok konuşulan filmlerinden biri oldu. Ancak ek seans açıldığında bilet bulup gidebildiğim Kornél Mundruczó filmi izleyenleri ikilemde bırakan bir film. Sokak köpeği olan Hagen’in ve esir edilen diğer sokak köpeklerinin intikam yolculuğunu anlatan filmde, köpeğe işkence yapılan sahneleri izlemesi oldukça zor ve bu sahnelerde salonu terk eden pek çok seyirci oldu fakat filmin sonuna kadar sabredenler de göz yaşlarıyla ödüllendirildi. Duygusu oldukça yüksek olan film, 13 yaşındaki Lili ve onun sokak köpeği Hagen arasındaki dostluğu konu alıyor. ½Arda Karaböcek
Turist (Force Majeure)
Turist’in Instagram’dan fırlama #nofilter fotoğraflarla açılması tesadüf değil. Güzel bir çift ve dünya tatlısı iki çocuk Alpler’de kayak yaparken tabii ki evrenin en mutlu ailesi gibi düşünüyorlar kendilerini. Ta ki büyük bir güç, orta sınıfın devamını sağlayan patriyarkayı yıkana kadar. Evimizin direği, gözümüzün bebeği baba figürü Tomas’ın ailesinin üstündeki gücünü geri çalışmaya kazanırken yaptığı saçmalıkları izlerken özellikle erkeklerin sinema salonunda saklanacak yer aradığı, temposu hiç düşmeyen bir hikâye. Oyuncak uçakların ve sinir krizlerinin ateşlediği bir büyüme ve kalıpları kırma öyküsü. Çığ oluşmasını engellemek için umarsızca patlayan boruların kusursuz aile tablosunu sinsice tehdit ettiği, etrafındaki dünya yıkılırken iç reddetmelerinden beslenen maço kültürünün çetin sınavı. Östlund’un bembeyaz kadrajları seyirciyi iliklerine kadar üşütürken bir orta sınıf ailenin yıkılışını oteldeki temizlik görevlisi gibi bir tatmin duygusuyla izlediğimiz; sırf bu özelliğiyle bile ehlileştirilmiş bir Haneke hikâyesine evrilen çarpıcı bir yapım. ½Aras Bayram
İki Gün, Bir Gece (Two Days, One Night)
Dardenne kardeşlerin filmi İki Gün, Bir Gece, benim festivalde en beğendiğim film oldu. Aksiyon filmi formülüyle çekilmiş bir drama filmi olan İki Gün, Bir Gece’de depresyondan çıkmaya çabalarken işinden olma riski ile karşı karşıya kalan Sandra’nın işte kalabilmesi için onaltı iş arkadaşından dokuzunu ikna etmesi gerekmektedir ve bunu yapabilmek için sadece iki gün, bir gecesi vardır. Marion Cotillard’ın belki de Oscar aldığı Edith Piaf rolünden sonra en etkileyici performansını ortaya koyduğu film, sadece oyunculuklarıyla değil, Dardenne kardeşlerle özdeşleşen kamera kullanımı ve renk paletiyle de oldukça etkileyici bir yapım. ½Arda Karaböcek