Sinemamızın havası bu yaz da yerinde! Filmlerimizin dünya prömiyerleri Edinburgh, Karlovy Vary, Moskova film festivallerinde yapıldı, sırada Saraybosna, Locarno, Venedik, Nancy film festivalleri var! Zer, Daha ve Sarı Sıcak’tan sonra sıra Meteorlar, Buğday ve Körfez’de.
Türkiye sineması hakkında sürekli olumsuz haberler okuyor, sürekli olumsuz yorumlar dinliyorsunuz… İtiraf edeyim ben bile son iki yıldır biraz karamsardım sinemamızın durumu ve geleceği konusunda. Peki bu arada nasıl oluyor da dünya çapında başarılar kaydediliyor? Şöyle açıklayalım çok konuşup çok yazmayanlar işlerine odaklanıp iyi film yapıyor! İşte o karamsarlığımı bir yana bırakıp hevesle sinemaya inanmamı sağlayan da bu filmler, onları yapan ve yapmaya devam edecek olan sinemacılar! Bu yazının konusu uzun metrajlı kurmacalar…. Türkiye ortak yapımı belgesellerin dünya turu da ayrı bir yazıyı hak ediyor.
Hem onlar hem bizim için gurur verici
Sondan başa gidelim. Emre Yeksan’in ilk uzun metrajlı yönetmenlik denemesi Körfez, bu ay Venedik Film Festivali Eleştirmenlerin Haftası / Settimana della Critica’da yarışacak. Yine bu ay Gürcan Keltek’in ilk uzun metrajlı kurmaca filmi Meteorlar, Locarno Film Festivali Günümüz Sinemacıları / Cineasti del Presente bölömünde yarışacak. Ağustos ayında dünyanın en prestijli festivallerinden iki tanesinin, yaptıkları keşifler üzerinden bütün dikkatleri üzerlerinde toplayan bölümlerinde Türkiye’nin iki cevheri daha parlayacak.
İlginçtir bu yazın parlak isimlerinden dördü ilk filmlerine imza atan sinemacılar! İlk kez kamera arkasına geçip dünyanın sayılı isimlerinin yanında yer bulmak gurur verici. Hem onlar hem bizim için…
Sorbonne eğitimli Emre Yeksan, Semih Kaplanoğlu ile Süt’te, Hüseyin Karabey ile Sesime Gel’de çalışmış, başarılı bir yapımcı. O senaryosunu da yazdığı Körfez için yönetmen koltuğunda otururken enerjik ve heyecanlı Anna Maria Aslanoğlu da İstos Film adına onun yapımcılığını üstlendi. Tamamı İzmir’de çekilen Körfez, kentin hemen hemen bütün boyutlarıyla filme bir karakter gibi katılımını sağlayan bir proje. Boşandıktan sonra doğup büyüdüğü İzmir’e gelen 30 yaş eşiğindeki kahramanının da hayatını Körfez’de meydana gelen ve insanların kenti terk etmesine neden olan bir kaza etkiliyor.
Tartışmalar yaratabilecek bir isim: Gürcan Keltek
Gürcan Keltek ise yıllardır sektörün içinde sessiz ve derinden ilerleyen, müzik videoları çeken bir sinemacı. Kovboylar ve Melekler adlı kısa filmiyle Adana Altın Koza Öğrenci Filmleri Yarışması’nı kazandığı 1995 yılından beri sinemamızın geleceği olarak görülüyordu! 2015’te Koloni adlı çarpıcı Kıbrıs belgeseliyle gündeme geldi. Belgeselin siyasi angajmanlı röportaja dönüştüğü günümüzde, konusuna uygun sinema dili oluşturmayı başarması ve her daim mevcut olan estetik kaygısıyla artık sinemanın göbeğinde yer alacak. Muhtemelen tartışmalar da yaratacak.
Yönetmenlerin ikinci ve üçüncü yapıtlarını beklemeliyiz
Türkiye sinemasının ’90’lı yıllardan bu yana gösterdiği uluslararası gelişmeyi estetik açıdan tartışmayı henüz başaramadık. İçerik her daim biçimin üstüne çıktı. Farklı türlerde film yapımının mali zorlukları da eklenince minimalist üslup kendini sinemacılarımıza dikte ettirdi. Buna rağmen kişiselliklerini koruyan ve dillerini yaratabilen, bugün usta kabul ettiğimiz yönetmenlerin ortaya çıkması tektipleşmeyi büyük ölçüde önledi. Bu kadar kalabalık bir nüfusta 90 kuşağının takipçileri olarak niteleyebileceğimiz çok sayıda genç yönetmenin ortaya çıkması minimalizmi bir ‘yeni Türkiye sineması üslubu’ olarak gelenekselleşmiş gibi gösterdi… Oysa bu filmlere dikkatle bakınca genç yönetmenlerin her birinin öykü anlatımındaki ve meselelere yaklaşımındaki farklılık görülüyor. Bu filmlerin hepsini aynı kefeye koyup, yönetmenlerinin ikinci ve üçüncü yapıtlarını beklemeden kategorize etmek sağlıklı bir değerlendirme olmaz.
Fikret Reyhan’ın İstanbul Film Festivali’nde En İyi Film seçilen Sarı Sıcak ile Moskova Film Festivali’nde de En İyi Yönetmen ödülü kazanması bu bağlamda önemli. Sarı Sıcak da bir ilk film olmasına rağmen yönetmenin biçim içerik örtüşmesini sağlaması, dengeli, ölçülü ve olgun bir mizansen yapması elbette etkileyici. Minimal sinemanın sahip olduğu gücü ve sinefiller üzerindeki cazibesini özetliyor: Karakter ve konuya odaklanıp meseleleri arka planda incelikle betimlerken filmi yan öykülere ve süslemelere boğmama, müzik kullanıp izleyicinin duygularını doğrudan uyarmama nitelikleri Sarı Sıcak’ta mevcut. Moskova’daki ödül de hem Reyhan’ı hem bu çizgide ilerleyen genç sinemacıları teşvik edecek nitelikte.
Gelenekten kopmuş filmler
Öte yandan, bu yılın filmlerinin bu yeni oluşmuş gelenekten kopuşunu da memnuniyetle gözlemliyoruz. Gürcan Keltek’in potansiyeli zaten ilk kısa filmi Cyberotica’dan beri ortada… Ama oyunculuktan gelen Onur Saylak’ın bir filmin bütün bileşenlerinden gücünü alan, teknik olarak mükemmeliyetçi yaklaşımı onu daha şimdiden sinemamızda farklı bir yere oturtuyor. Orman adlı kısa filmi eşsiz bir çalışma olan Saylak’ın Daha ile Karlovy Vary Film Festivali’nde usta isimlerin yanında Kristal Küre için yarışmış olması rastlantı değil. Hakan Günday’ın aynı adlı romanından uyarlanan Daha her öğesi, olayı, karakterleri, temaları, teknik ve estetik gücüyle çok çarpıcı bir film. Özcan Alper’in Sonbahar adlı filminin unutulmaz başrol oyuncusu ve televizyon dizilerinin sevilen ismi Onur Saylak, sektörün iki kutbundan beslenerek belki nihayet arthouse ve popüler sinema ayrımını ortadan kaldırarak kitleleri birleştiren sinemacımız olacaktır… Filmin uluslararası medyadaki kıvanç verici eleştirileri de bu öngörüyü destekler nitelikte. Daha, sonbaharda da önemli uluslararası festivallerde boy gösterecek.
Ustalarımızdan Semih Kaplanoğlu ise Altın Ayı kazanan Bal’dan sonra sabırsızlıkla beklenen Buğday’ın prömiyerini bu ay Saraybosna Film Festivali’nde yapacak. Tarkovski’nin İz Sürücü / Stalker adlı filmini referans verebileceğimiz bir siyah beyaz gelecek distopyası olan Buğday’ın macerası oldukça uzun sürdü. Üç ülkede yapılan çekimler, çileli kurgu aşaması ve festivaller arasında gelgitlerden sonra filmdeki tükenmiş insanlık misali Buğday da umudu Saraybosna’da bulacak ve dağıtacaktır… Buğday, bilimkurgu sinemasına alternatif bir örnek diyebileceğimiz etkili başlangıcının ardından felsefi ve tasavvufi yönü ağır basan bir yolculuğu anlatıyor. GDO’lu ürünlerle, her şeyin sentetik ve organik ayrımına gidip doğallığını yitirdiği bir dönemde Kaplanoğlu’nun vizyonu sinema için de sinema dışında da önem taşıyor, kuşkusuz.
Zer’in festival yolculuğu sürecek
İstanbul Film Festivali’nde yarışan “Zer”in sansürlenen bölümünü belirtip protesto eden Kazım Öz, filmin uluslararası prömiyerini yaz başında Edinburgh Film Festivali’nde yaptı. ABD’de yaşayan bir müzisyenin babaannesinin son günlerinde söyledikleri üzerine kökenini araştırmak üzere Anadolu’da çıktığı yolculuğu konu alan film 25 Ağustos – 3 Eylül tarihleri arasında Fransa’da düzenlenecek 23. Nancy Uluslararası Film Festivali’nin Yıldızların Altında bölümünde gösterilecek. Türkiye Kürtlerinin genç kuşağının öncü sinemacısı Kazım Öz’ün filmografisindeki en iyi kurmaca olan Zer’in festival yolculuğuna daha çok devam edeceğini ve Avrupa’da geniş gösterim olanağı bulacağını öngörebiliriz.