Nice kutsalımız vardır Dünya’da: Tanrıçalar, tanrılar, ritüeller, aynalar, ışıklar, kıyafetler ve niceleri. Hepimizin sıkı sıkıya bağlı olduğu kutsiyet evreni tabii ki iyi, güzel ve doğru ile donatılmıştır. Yani kutsallarımız kendine evrenin en güzel pastasından pay almışlardır. Peki her yerde sıkça duyduğumuz “insanız ve sınırlıyız haliyle” söz öbeği nerede acaba? Kutsallar evrenin mezarlığından ara ara çıkıyormuş bazılarımız için. Kalanlar içinse bir şey ya iyiymiş ya kötü, aradalık çok sevilmiyor. Siz siz olun arada “arada” olun ki zıtlıkları ziyaret edip “echo chamber” yani yankı odalarınızdan çıkın. Böylece kutsallarınız barındırdığı gücü her bir köşesinden deneyimleme olanağını sizlere sunabilir.
Ben de geçen hafta Mecidikeköy’de Pilevneli Galeri‘de “Fabrika’da: 10 Sanatçı/ 10 Bireysel Pratik” isimli sergiyi deneyimledim. Devasa fil, duvarın dibinden biten çiçek, insanların kafasının üzerine yerleştirilmiş gibi duran parlak hare, bir Salma Hayek filmi. Sergiyi tıpkı yapım tekrar inşa edilen Likör Fabrikası’nda ziyaret edenler ve Instagram’den de ziyaret etme olanağı olanlar bu dörtlüyü bilir.
Fabrika
Mekan büyük, eserler büyük, kalabalık büyük. Böyle olunca nereden başlasak diye düşünmeden edemiyor insan. Buldum! Bedenin ve mekanın beraber anlamlandırılıp yapılandırılmasına olan obsesyonumdan olsa gerek Likör ve Kanyak Fabrikası ile başlamak isterim. Evet içinde şahane “selfie”ler çekebildiğiniz o yapı 1930’lu yıllarda Atatürk’ün direktifleri ile Robert Mallet-Stevens tarafından tasarlanmış fabrikanın tıpkı yapımı. Neden tıpkı yapım mı? Biraz bekleyin ona geleceğiz. Robert Mallet Stevens Art-Deco döneminin önemli bir mimarıdır.
Yapıldığı dönemde fabrikanın 48 dönüm arazisi vardı; 1960 yılında 13 dönüm arazisi alınıp üzerine Ali Sami Yen Stadı yapıldı; çevre yolları yapılırken 11 dönüm arazisi de Karayolları’na devredildi sonuç 24 dönüm arazi kaldı. Arazinin içindeki fabrika binaları ise 4 bin 600 metrekare alanı kaplıyordu. Fabrika ‘endüstriyel miras’ kapsamında ‘kültür varlığı’ olarak da tescilliydi. Zamanda bir atlama ile 2012’ye gelelim: Quasar İstanbul‘un yapımı sırasında fabrika binası yıkıldı. Tıpkı yapımı için yeri kaydılırılıp röproksiyonu mimar Emre Arolat tarafından yeniden yapıldı. Hakkını vermek lazım beden böyle yapıları görünce kendini ona eşliyor; arkadaki gökdelenleri saymazsak.
Misafiriniz gelince de likör ikram edin!
Yıkımlar ağzımızın tadını bozuyor tabii, ama biz tatlara geri dönelim; Fabrika’da cin, kanyak, brandy, vermut, ahududu, kayısı, çilek, moka, acıbadem, limon, vişne, portakal, mandalina, turunçgil, bindallı, altın, kakao, beğendik, muz ve nane likörleri üretiliyordu. Vefa Zat, İstanbul Ansiklopedisi’nde 1940’lı yıllarda fabrika bahçesinde likör yapımında kullanılan adaçayı, nane, kekik gibi tonik nebatlar ile gül yetiştirildiğinden, fabrikanın karşısındaki yolun başında bir Hamidiye suyu çeşmesi bulunduğundan söz eder.
“Fabrika’da: 10 Sanatçı/ 10 Bireysel Pratik”
Tatlardan görsel ve işitsel dünyamıza geri dönüyoruz. Sergide yer alan sanatçılar Pilevneli Galeri’nin temsil ettiği Refik Anadol, Hans Op de Beeck, Daniel Firman, Arik Levy, Tony Matelli, Ida Tursic & Wilfried Mille, Youssef Nabil, Şener Özmen, Jean Pigozzi ve Erdoğan Zümrütoğlu.
Bir performans sanatçısı olarak yine beden-mekan-zaman diyerek sergiden kutsal üçlümü açıklıyorum. Birinci sırada, bu kez izleyici-eser-mekan ilişkisi var. Arik Levy’nin girişte hemen sağınızda kalan ışıklı heykeli “benim de başımda harem olsun” güdüsünden olsa gerek selfie kuyruğu yarattı. Daniel Firman’ın Fil’ini ise görmeyen yoktur, ancak o fil ağırlıklı olarak önünde fotoğraf çekilen kitlenin arka planı olmaktan kendini koruyamadı. “Selfie“ye veya fotoğraf çekimine karşı olduğumu düşünmeyin, ben de kullanıyorum bu ikisini, ama bir mekana girdiğinizde bazen de bırakın oradaki enerji sizin hafıza sarayınızın bir parçası olsun. İstifinizi arada sırada işte bu saraya yapın.
İkinci sırada, New York’ta çalışan ve yaşayan Mısırlı sanatçı Youssef Nabil‘in “Dansözümü Kurtardım” isimli 12 dakikalık (Salma Hayek’li) filmi. Sanatçı dansözlere olan hayranlığının şiirsel tasviri ve Orta Doğu’ya ait olan bu sanat dalının yok oluşundan kaygı duyuyormuş! Sanatçının sitesinden, biyografi kısmından da bu bilgiye ulaşabilirsiniz. Ancak filmde oryantalin kadim gücü hiçe sayılmış ve tamamıyla bir erkeğin fantezi dünyasından anlatılmış ne yazık ki.
Üç sekanslı bir rüya yolculuğunda birinci sekans yerde sırtı dönük uzanan bir adam, yüzünü suya dönmüş kumların üstünde yatıyor, sırtını ise izleyene dönmüş. Ve karşımızda Mısır Krallığı’nın bayrağını taşıyan kadınlı, erkekli, dansözlü bir topluluk. Malum Mısır Krallığı artık yok ve bu topluluğu kumların üzerinde metaforik ölüm ile izliyoruz.
İkinci sekans; Salma Hayek yerde yatan erkeğin özellikle omuz ve popo altı seviyesi arasında birtakım salınımlar yapar, sonra ayağa kalkar oryantalimsi bir dans! başlar, gün batımı romantizmi, birbirine sarılan kadın-erkek.
Üçüncü sekans; kovboyun dahil olması ile izleyici ve oyuncular artık bir vahşi batı tasvirinin içindedir. Dansözümüz yerde sırtı dönük yatan adamı bırakıp atında oturan kovboya arkasından sarılır ve gün batımına doğru giderler. Filmde Orta Doğu’nun Batı ile olan çatışkısı verilmiş verilmesine ancak tanrıçaların ritüellerine kadar dayanan ve kadını güçlendiren bir dansı bedenine eşleyen kırmızılar içindeki dansözün at üstündeki bir kovboya sarılarak hayatına devam etmesini doğru bir bilgi aktarımı olarak değerlendiremeyeceğim.
Üçüncü sırada, Daniel Firman’ın “İmkanızı Yakalamak” Andrea-Sonia-Pierre isimli üç bronz heykeli.Heykelle, merdivenlerin üçgensi yapısı ile uyumlu neredeyse eşkenar üçgenin üç köşesine ait gibi yerleştirilmiş. Birbirini tamamlamaya çalışan bedenler ve tamamlanmışlık yanılmasını hissettiren heykeller Aristofanes’in, Platon’un Symposium (Şölen) adlı eserindeki aşk anlatısını gibi. ‘’İnsan soyunun mutluluğu kendisini ‘tam’ yapacak bu gerçek aşka kavuşmasına bağlı. İşte Eros, bizi ‘orijinal ve bütünlüklü kendimize’ kavuşturup yaramızı saran yüce hayırseverdir’’. Ve izleyici olarak bu üç köşenin ortasında durup başınızı yukarı kaldırdıysanız ışıklı çatıdan sarkan Fil’in altında kendinizin bu evrende küçücük bir parça olduğunu hissetmiş olabilirsiniz. Lakin evren tüm parçaları ile bir bütündür onda nicelikler ve nitelikler döngüsel olarak hepimize deneyimletilir.
Not: Yaşamda bazı şeyleri demlendirmek güzeldir; pilav, çay, şarap ve sergi yazıları. Gönül isterdi ki 10 sanatçıdan biri de mekana özgü, yeni ürettiği bir işle sergide yer alsaydı.
İLGİLİ HABERLER
Sergi Eleştirisi / Zümrütoğlu: Elin Armağan Olduğu Bir Zaman