Profesyonel izleyicinin; küratör, sanatçı, eleştirmen, yazarların teori yoksunu bulmakta güçlük çekmeyeceği bir bienal 15. İstanbul Bienali.
Ağır felsefi metin göndermeleri yok. Güncel sanatın tarihine ilişkin retoriği gözetmiyor. Bu tarihe karşı bir sorumluluk hissetmiyor. Alabildiğine özgür. Alabildiğine izleyici yanında. Alabildiğine izleyicinin kendisi hatta.
Kendi adıma ‘naive’ olarak tanımlayabileceğim bir duruşu var. Hikâyeseverliği, duygusallığı da…
Küratörlerin profesyonel küratör olmaması, birer sanatçı olmasının getirdiği özellikler bunlar. Küratör ikilisi Elmgreen ve Dragset’in bienalin açılış toplantısında söylediği şu sözler bienal boyunca kulağımıza küpe olmalı: “Bugüne kadar sanatçı olarak katıldığımız bienallerde hiç ilgi görmedik. Sanatçılarına ilgi gösteren bir bienal yapmayı istedik.” Öte yandan küratörlerini birebir tanımadıkları sayısız bienale katılan ikilinin ‘İyi Bir Komşu’ başlığı altında bir araya getirdikleri sanatçıları da ikili için birer iyi komşu olarak düşünmek mümkün. Eğer Elmgreen ve Dragset kendilerine birer komşu seçselerdi kimi seçerlerdi sorusuna yanıt olabilir her bir bienal sanatçısı. 56 kişilik sanatçı kadrosundan sizler için seçtiklerim ise şöyle:
1- Mahmoud Khaled – Ağlayan Adam
Bienalin şüphesiz en iyi işi. Bienalin temasının da hakkını veren, üstelik bunu hem sanatsal hem de küratoryal anlamda yapan bir enstalasyon. Mahmoud Khaled’in Ark Kültür’deki işi tepeden tırnağa, sofistike detayları, incelikli metni, titiz obje seçimiyle bir başyapıt. ‘İyi Bir Komşu’ başlıklı bienalin üzerinde dolaştığı, dolaşabileceği suları işaret etmesi bu suları bulandırması açısından da kıymetli. Makro bir bienal aslında bu iş. Bir evde geçiyor. İzleyicisini hem şimdide hem kurgu bir geçmişte gezdirdiği yetmiyormuş gibi iki zamanda buluşturuyor. Zamansal, anlar arası, kaygılı, hüzünlü, kendinizi de birlikte götürdüğünüz zamanaşırı bir yolculuk bu. Girişte size verilen kulaklıkların yönlendirmesiyle ‘Ağlayan Adam’ın hüzünlü öyküsüne dahil oluyorsunuz. Onun iki sandalyeli, tek tabak çanaklı akşam yemeğine, başucu kitabına, fotoğraflarına… Şarkılı dövmeli ‘ayfon’dan mermerden kaideli heykeline… Mahmoud Khaled’in başarısı hem mekân hem de o mekâna ilişkin bilgiler veren kulaklıktan gelen sese rağmen hikâyeci olmaktan kendini muaf tutabilmesi. İzleyiciyi dışlayan bir hüzünlü ‘Ağlayan Adam’ dinlemiyoruz. Bu bir radyo tiyatrosu değil. Aksine, izleyicinin de arzu, özlem, kaygılarını devreye sokan, kendi ‘Ağlayan Adam’ı, objesi, aidiyetlerini bulmasını sağlayan bir oyun. Khaled çok zor bir iş çıkarmış bu bakımdan. Sizi pasif kılacak pek çok koşula rağmen sizi bilinçaltınızla birlikte evde gezdirmeyi başarmış. Nice detay var. Sonunda da bodruma inmek sizin tercihiniz. Arzunuza kulak verecek misiniz? Karanlık sizi çağırınca gidecek misiniz?
2- Yoğunluk Atölyesi
Karanlık demişken Yoğunluk Atölyesi’nin dört dakikalık rutubetli deneyimi önemli. Karanlıkta geçiyor. İstanbullu sanatçı kolektifi, Beyoğlu Yakup’un hemen üstünde dördüncü katta bir mekânda sizi misafir ediyor. Fotoğraf çekmek, cep telefonu hepsi yasak. Karanlıkta kaldığınız dakikalar boyunca duyacağınız sesler ve zaman zaman aydınlanacak ev objeleri, serginin kendi hikâyesini anlatmak iştahından sizinkini dışlayan işlerinden biri olmaması açısından harika.
3- Lee Miller, siyah beyaz fotoğraflarıyla yer alıyor
Belki de bienali komşuluk ve ev işleri diye kategorize etmeyi deneyebiliriz. Ev işlerinden biri ve belki de bienalin en politik, en kavramını tıpkı Khaled gibi karanlık, yüzülmesi güç sularda dolaştıranı bu iş: Lee Miller’in Pera Müzesi’nde yer alan siyah beyaz fotoğraf serisi. Efsanevi fotoğraf serisi, 30 Nisan 1945 günü Amerikalıların Nazileri yenilgiye uğratmasından hemen sonra Amerikalı gazeteciler Lee Miller ve David E. Scherman’ın Adolf Hitler’in ve sevgilisi Eva Braun’un evine, hatta yatağına girerek çektiği fotoğraflardan oluşuyor. Miller’in mankenlik yaparak Hitler’in evinin çeşitli noktalarında, banyosu, yatak odasında pozlar vererek spontane çekilen bu fotoğraflar, tarihin yazılamaz tarafına dair önemli belgeler olma özelliğini taşıyor. İlginç bir tesadüf: Amerikalı fotoğrafçılar bu fotoğrafları çektikleri gün, Hitler ve Braun’un intihar ettikleri gün. İnsanlığın en büyük suçunu işlemiş Hitler’in Miller ve Scherman tarafından kamuya açılan mahremi, evin Freudvari pek çok açılımına işaret ediyor.
4- Erkan Özgen – Harikalar Diyarı
Erkan Özgen’in ’Harikalar Diyarı’ videosu Galata Rum Okulu’nda yer alıyor. Videoda Kobani’den kaçan işitme ve konuşma engelli Muhammed’in başına gelenleri konuşamamasına rağmen jestlerle ve bazı sesler çıkararak anlatışına tanık oluyoruz. Muhammed’in anlatışı Munch’un ‘Çığlık’ından benzersiz bir dramatik dışavuruma sahip. Lakin tam da bu yüzden sanatçının, çocuğun travmasını metalaştırdığı bir süreci tetikliyor. Bienal gezimizde Galata Rum Okulu’nda oturduğumuz bankta aldığımız pozisyonu konforlu kıldığı gibi travmalarıyla bir çocuk olarak korunmasız Muhammed’i seyirlik kılıyor, Muhammed’i, bir çocuğu gösteri figürüne dönüştürüyor. Oysa buna benzer gerçek hayattan, Gürcistan’da bir düşkünler evinden bir yaşlıyı konu eden Vajiko Chachkhiani’nin ‘Yaşam Yolu’ videosu Pera Müzesi’nde bunun tam tersini mümkün kılıyor. Camın arkasından izleyiciye bakan gerçek hayattan figürün bakışları tüm hayatımızı kuşatan kendi bakışlarımızla çakıştığı, eşitlendiği ölçüde bunu mümkün kılıyor.
5- Gözde İlkin’in Pera Müzesi’ndeki işleri
2000’lerin ikinci yarısından itibaren hayatımıza kumaştan işleriyle iyi ki de giren sanatçı Gözde İlkin adeta mini bir solosuyla bienalde. Aile içini şiddeti ve şefkatiyle birlikte yine ailenin dokunduğu, üzerinde oturduğu, perde olarak astığı kumaşlar üzerine işlediği kompozisyonlarla anlatan İlkin’in işleri Pera Müzesi’nde. Aile fotoğraflarımızda görünmeyenlerin, ensest, taciz, şiddet, şefkat, hasret, aşk, yasak aşk, ihanet, tutku ve elbette sevginin izini sürüyor. (Bienale özel koyu bordomsu boyanan müze duvarlarının, işlerin gücünü azalttığı, dekoratifleştirme riskini çoğalttığı kanaatindeyim.)
6- Andrea Joyce Heimer’ın Galata Rum Okulu’ndaki eserleri
Gözde İlkin’in mini solosunun yakınında olsa çok mutlu olacağım bir başka küçük sergi de Galata Rum Okulu’ndaki Andrea Joyce Heimer’dan geliyor. İlkin’le büyük bir duygu ve hatta estetik kardeşliği içindeler. Heimer’ınki gücünü tıpkı İlkin’in el işinden aldığı gibi hem metin hem el yazısından alıyor. Minyatürvari, perspektif tanımayan yağlıboya resimlerle yanlarında, tam da o resmi anlatmayan kişisel hikâyeleriyle Raymond Pettibon’u da akla getiriyor, görsel ile yazıyı paralel akıtmada, ikisine de aynı rolü eşit, mağrur tanımada.
7- Bruyckere’nin battaniyelerin altındaki figürleri
Şimdi Pera’daki bu ‘oturma odası’ demek istiyorum önemli. Bu odada Liliana Maresca var. Louise Bourgeois var. Monica Bonvicini ve Berlinde De Bruyckere var. Küratör Elmgreen ve Dragset’in özel dokunuşunu nadir içeren küratoryal bir oda burası. Bonvicini kafasına geçirdiği evle kafasını duvarlara vurduğu performans videosuyla Arjantinli sanatçı AIDS’ten ölen Maresca’nın 1984 tarihli fotoğrafları ve yük arabacısı enstalasyonu, Bruyckere’in battaniyeler altındaki figürleri ve Louise Bourgeois’nin ‘Kadın Ev’ serisinden minik bir baskıyla tamamlanıyor. Bu odayı çok sevdim doğrusu. Hararetle tavsiye. (Kurtçuklara yuva olan Ikea bebek yatağı da dahil.)
8- Yasını forma dönüştüren Dan Stockholm
Sanatçı Dan Stockholm, 2013’te babasını kaybettikten sonra bir aksiyon yapacaktı. Üç gün boyunca babasının kırmızı tuğladan evinin tüm dış yüzeyine eliyle fiziksel olarak dokundu. Boyunun yetişmediği yerlere ulaşmak için inşaat iskelesi kurdu. Daha sonra da bu elinin alçıdan kalıbını aldı. İşte bu iskele temsili olarak Galata Rum Okulu’nda. O alçıdan sanatçı eli de! Bu iş tam da bienalin o kolay, naif, teori yoksunu, nasıl adlandırırsak adlandıralım, ruhunu pek güzel yansıtıyor. Özetliyor. Harald Szeemann’ınkini hatırlarsak: ‘Tavırlar Forma Dönüşünce’ demişti değil mi? Kavramsal işleri bir araya getirirken hayatla sanatı uzlaştırırken…
15. İstanbul Bienali de adeta şöyle diyor: Yaslar forma dönüşünce. Danimarkalı Stockholm’ünki bienaldeki ebeveyn kaybı ardından girilen yas üstüne ilk ve son iş de değil üstelik.
9- Candeğer Furtun’un organik şekilleri
Gerçekten bienal küratörlerini Candeğer Furtun’u sergiye dahil etmelerinden ötürü tebrik ediyorum. Türkiye’de seramiği kadın sanatçıya atfedilen çilekeşlik ve zanaattan kurtararak sanat kategorisine, çağdaş sanat kategorisine taşıyanlardan Candeğer Furtun’un bienalde ağırlanması benzersiz bir keyif bizler için. Ve fakat hazır Danimarkalı Stockholm, babasının evinin her köşesine dokunduğu elinin kalıbını Galata Rum okulunda sergiliyor, Furtun’un hep mirasçısı olduğunu söylediği ilk kadın çağdaş seramik sanatçısı Füreya Koral’ın yaşarken kalıbını aldığı elleri, neden 15. İstanbul Bienali’nde Stockholm’e komşuluk edemedi? O kadar iyi bir komşu olurdu ki… Gerçekten yazık… Sadece Füreya Hanım’ın elleri değil, Füreya Hanım’ın kendisi de İstanbul Porselen için 1973 yılında ürettiği porselen takımdan günümüze intikal eden birkaç nadide fincanıyla evin içine dair pek çok objeye ev sahipliği yapan bienale konuk olabilirdi. Öyle değil mi?
10- Fred Wilson’ın Pera Müzesi’ndeki çinileri
Pera Müzesi’ndeki Fred Wilson enstalasyonunu iyi niyetli ama eksik bir çaba olarak değerlendirmek mümkün. 50. Venedik Bienali’nde ABD pavyonunu temsil eden Wilson, İstanbul’a özgü işinde, çinilerden örülü iki panoya Arapça ‘Siyah Güzeldir’ ve ‘Anne Afrika’ yazmış. Osmanlı döneminde köleleştirilen Afrikalılara neden Arap dediğimizi sorguladığı diğer işlerinde bir minyatür sanatçısıyla çalışmış. Minyatürlerde alışık olduğumuz beyaz figürleri siyahiye dönüştürmüş. Eski arşiv fotoğraflarında görünmez Afrikalıları küçük müdahalelerle görünür hale getirmiş. Lakin sadece Osmanlı değil, Cumhuriyet döneminde de özellikle 1940 ve 1950’lere ait çocuk dergilerinde Afrikalıların Arap muamelesi gördüklerini eklememiş. Hatta Arapların çocuk hikâyelerinde neredeyse onları yiyecek bir canavardan farksız olarak mitleştirildiğini de… Wilson’un yakın zamana kadar anneannelerimizin mutfaklarında asılı eskiciden bulduğu siyahi kadın süsünün altına ‘Arap değil’ yazması evet anlamlı ama dediğimiz gibi yetmedi…
11- Adel Abdessemed – Feryat
‘Başkalarının Acısına Bakmak’ta artık hiç de zorlanmadığımızın heykeli… Adel Abdessemed’in İstanbul Modern’de sergilenen heykeli, fildişinden yapılmış. Vietnam savaşında yaşanan tarihi acının belgesinin reprodüksiyonunda pek çok ihtilaf ve ittifak bulunuyor.
15. İstanbul Bienali 12 Kasım’a kadar ücretsiz gezilebilir.
KAYNAK: Hürriyet Kitap Sanat