“Punta Atmak” Brecht’in Kafkas Tebeşir Dairesi isimli oyununun farklı bir yorumu. Detayları oyunu bir mask tiyatrosu olarak bomontiada ALT‘ta sahneye koyan Emre Koyuncuoğlu’na sorduk.
Kafkas Tebeşir Dairesi‘ni Can Yücel çevirisinden mi okudunuz çalıştınız? Bu çeviriye ilişkin etkilenmeleriniz, bazı özel spesifik noktalarınız var mıdır?
Biz tüm çevirileri ekipçe okuduk, hatta ekipte Almanca bilenler Almancasından okudular. Sonra oyunun genel dinamikleri, çatışmaları, ve belirlediğim konsept üzerinden çalıştık. Yani metni birebir sahnelemedik. Sahnelediğimiz oyun sözel ağırlıklı bir oyun değil zaten. Sahnede oyunun hikayesini kaba hatlarıyla izliyorsunuz ve bu akışa arada baloncuklar giriyor, ara oyunlar, bizim eklediğimiz kısa sahneler ve metinler var, sonra yine Kafkas Tebeşir Dairesi’nin öyküsüne bağlanıyoruz. Oyunda yer alan kaçış-göç sahnesine biz eklemeler yaptık. Şehirden, savaştan kaçış bölümüne, şu ana dair mini hikayeler girdi. Tüm bu gelişmeler içinde “sanatçının duruşuna” dair eklemeler de yaptık. Kendimize çok sert baktık! Oyunda ses efektlerini canlı -sahnede üreten- arkadaşımızın bazı yerlerde mırıldandığı bazı replikler var. Onlar Yılmaz Öğüt çevirisinden alıntılanmıştır. Birkaç replik olduğu için Öğüt çevirisi daha uygun oldu. Bizim oyunumuz mask tiyatrosu için yapılmış serbest bir adaptasyon.
Bizi etkileyen ve aslında üzerine kafa yorduğumuz Mehmet Ulusoy’un sahnelediği Brecht’in Kafkas Tebeşir Dairesi’nin yapılış hikayesi, sanatçıların bir arada üretim biçimi özellikleri, yerel özelliklerin Brecht’in metniyle buluşması, Kuzgun Acar’ın hepsi birer çağdaş sanat eseri sayılan maskları, Metin Deniz’in sahne tasarımı. O nedenle adı; Punta Atmak. Birbirine iliştirmek istedik, tarihi de, sanatçıları da. Brecht’in oyununda olan sorunsallara bakarken, sahneleyeceğimiz hikayeyi Brecht’in ortaya koyuş biçimiyle ele alıp, metnin çözümüme öneri de sunduk. Biz hikayeyi ve ele aldığı sorunsalları revize ettik. Yerel estetiği ve birikimi ve problematiği kullanarak yaptık bunu… Bizim “Kafkas Tebeşir Dairesi”nin sonu hepsinden farklı, biz Brecht’in önerisine aslında başka bir öneri getiriyoruz. Bu nedenle hikaye dönüştü, revize edildi. Final için başka bir önerimiz var.
T.S. Eliot’ın “Waste Land”i (Çorak Ülke) de, metinsel olarak oyunun kurulumundaki atmosfer için çalıştığımız metinlerdendi. Ayrıca, Kuzgun Acar’ın “Soyut Kompozisyon” olarak adlandırdığı ancak sonradan yerleştirmelerin çevresinde yaşayanların “Kuşlar”, “Türkiye” olarak isimlendirdiği duvar heykellerinden bir söyleşisinde “Türkiye” heykeli için “Anadolu’nun bozkırlaşması ve kuraklaşmasını” düşünerek eseri çalıştığını söylüyordu.
Ama bizim işimizi çok etkileyen bir Can Yücel şiiri var. Daha çok üzerinde konuşup, sanatçıların birbirleriyle yan yana duruşlarını aktaran:
1972 Yazı
Nerdeyse ışığa inanmaz olacaktık,
Öyle hızla büyüyordu içimizdeki karanlık…
Kalamışta,
Öğlen sıcağında,
Heykeltraş Kuzgun’la beraber
Damarları varisli ve mermer bir masanın başında
Yeni kesilmiş iki sığır kulağı gibi otururken,
(Bu Kuzgun’un susması demek değil ya hoş, O ara MİT’olojik işkence usulleri hazretin en büyük merakı.)
Buz gibi biliyordum
Ne kadar su koysan üstüne, boş,
Ağarmayacaktı önümüzdeki nâmıssız rakı…
Yandaki sokaktan mayolu gençler geçiyor,
Gözlerinde fosfor, bacaklarında 4000 kalorilik gurur,
Geçiyorlar Rüzgâr Gibi Geçti kızlarıyla ;
Mutluluk omuzlarına atıverdikleri o yumuşacık havlu…
Düzenleri düzenlerine mübarek olsun !
Ben burda öbür gençliği ihtiyarlıyorum .
O ,
Daireden daireye,
Apartımandan apartımana,
En enli arz dairesinden en boylu tul dairesine taşınırmışçasına, Güneş bombalarını,
Yıldız kitaplarını
Ve çiçek dürbünleriyle tüfeklerini
Ve kurşundan ağır, kurşundan vahim yüreklerini
Gık demeden taşıyan
O Sevgi ve
Öfke Hamallarını
Kendi ecel terlerimle terliyorum
Damarları varisli ve mermer bir masanın başında…
Kargaların şânındanmış, — Biri söyledi, ama kim?—
Yezitler gagalarına geçirdikleri kemikleri
Kırıp iliklerini sömürmek için
Yükselip yükselip taa yukarlardan
Tak diye bırakırmış damların üzerine
Garson öğlen ajansını açtığı zaman,
Çatırtısı geliyordu kaval kemiklerimin
Bitişikteki Rum kilisesinin arduvazlarından…
“Garson dedim, bana biraz sabır ver
-Allah’tan isteyeceğini benden istiyorsunuz paşam, dedi.
-Öyleyse bir Allah ver, dedim
Gitti bir daha gelmedi.”
Nasıl da hırtça bölündük birader!
Herifler satırı indirince,
Sakatatçı dükkanına döndük,
Ciğerler, kelleler, işkembeler…
Gözümün ucuyla bakıyorum
O tenhalar kahramanı mistik serçe
Tabağın dibinde kalmış kurtlu kirazları didikliyor,
Yanaşmış gizlice
Yalnızlığın ufunetleri bunlar!..
– Ama geçer, geçer hepsi
Yakında hapse girince…
Gerçi… gerçi…
Adaptasyonunuz bunlardan hangilerini süzdü, hangisini temel aldı?
Tabii en temeli; Emek-Sermaye, kim ürünün sahibi. Adalet kavramı ve yargıç, vicdan tartışması, sınıfsal farklılık… İç savaş, otoritenin devrimle/darbeyle el değiştirmesi, ne ararsan var! Biz; birini birine yeğlemedik galiba. Çocuğu/bebeği gelecek olarak yorumladık. Bebek yalnızca gelecek değil, gelecekte varolan umut aslında. Ve iki kadının, emekçinin ve doğuranın gözünden anlattık, hikayeyi. Ve bugünümüzü. Biz de sevgi ön planda.
Brecht ile aranız nasıldır? Berliner Ensemble’ın Kafkas Tebeşir Dairesi’ni izlediniz mi? Ya da gördüğünüz oyunun başka adaptasyonlarından bahsedebilir misiniz?
Türkiye’de Brecht’le aram iyi demek, biraz “baba”yiğitlik gerektiriyor. Sevsen de, kendini o kadar “babayiğit” görmüyorsan, sevdiğini saklamak ihtiyacı oluşuyor. Bir kere halen ülkemizde rahat oynanan bir yazar değil, yalnızca politik olmasıyla ilgili değil, bu birçok açıdan böyle. Bir açısı, bence de tiyatro adına en önemli açısı; tiyatro çevrelerince, sanki tek bir tarz ve üslupta oynanması gerekirmiş gibi, bir görünmez söylenmez ama bilinir bir tabu yazar olması. Ama bu bizim ülkemizde böyle. Bu Brecht’i aslında tiyatro içinde sansürlememiz anlamına geliyor ki, önden işini birçok şeyde olduğu gibi bitiriyoruz. Yani, kısaca, “Brechtçilik”te pek bir iddiam yok, ama oyun yapmayı ve bu oyunlarla seyircilere şimdiye kadar olandan başka “yeni”, bir şeyler aktarmayı seviyorum. Burada da, “vicdanı ve sevgiyi” öne çıkardım.
Berliner Ensemble‘ın Kafkas Tebeşir Dairesi’ni izlemedim, ama rejisörü M. Thalheimer’ın işlerini izlemiştim. Çok iyi bir yönetmen. Türkiye’de birkaç Kafkas Tebeşir Dairesi izledim. En etkilendiklerim arasında Yücel Erten’inki vardı. Gruşa’yı da Şebnem Köstem oynuyordu, onu da unutamam.
Gelelim gösterideki Kuzgun Acar faktörüne…. Bence linkine demeliyim…. Bunu uzun uzun anlatabilir misiniz?
En başından itibaren, Bertold Brecht’in “Kafkas Tebeşir Dairesi”nin bir mask tiyatrosu adaptasyonu olarak tasarladık, “Punta Atmak”ı.
Kuzgun Acar bizim için çok değerli bir sanatçı olmasının ötesinde, kolektif üreten ve toplumla yan yana yaşayan bir sanatçıdır. Ondan esinlenirken çok disiplinli ve çok farklı sanatsal dillerden bir araya gelmesi ve dostlukların ön plana çıkması kaçınılmazdı. Yasemin Nur, Sibel Horado, Çiğdem Borucu Erdoğan… Birlikte çalıştık ve zaten yıllardır birlikte üreten farklı disiplinlerden gelen sanatçılarız. Belki nesiller arasındaki en dikkat çeken fark, bu birliktelikte daha fazla yaratıcı kadının bir arada olması.
“Punta Atmak” gösterisi ilk, Ekim 2016 tarihleri arasında Sakıp Sabancı Müzesi’nin bahçesinde sahnelendi. O dönem Kuzgun Acar’ın IMÇ için yaptığı, restorasyon geçiren bir duvar heykeli “Soyut Kompozisyon” orada sergi halindeydi. Sabancı Müzesi’nin heykelin yerine yerleştirilmeden bir süreliğine müzede sergilemek istediklerini ve düşündüğümüz sokak tiyatrosu projesiyle de ilgili oldukları söylediler. Sabancı Müzesi bizim işin atölyesini kurduğumuz yer oldu. Müze- performansın atölyesi olarak aslında devamlılık ve bağlanma kavramlarını bizim adımıza süreç içinde bile işler hale getirdi. Gerçekten müze müdürü Nazan Ölçer projeyi çok destekledi, Sabancı Vakfı’ndan Zerrin Koyunsağan bize inandı ve destek verdi. Tüm masklar, malzemeler prova sürecinde çıktı. Atölye-prova mekanı bütünlüğü içinde çalıştığımız müzenin kış bahçesinde masklar, aksesuarlar, dekor orada elde yapıldı.
“Punta Atmak” ilk olarak bir performans olarak, Sabancı Vakfı’nın katkıları ve Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı işbirliğiyle sahnelendi. bomontiada ALT’ta ise sahneye bir mask tiyatrosu oyunu olarak adapte edilmesi için ek sahneler çalışılmış hali…
Kuzgun Acar’ın performansları da var. Özellikle sokak tiyatrosu ve yürüyüşler için ürettiği malzemeler var. Sanatını aktif kullanımda tutmuş hep. Ondan etkilenmemek mümkün değil.
“Oyunun sonunda da punta atıyoruz, birleştiriyoruz”
“Punta atmak” ne anlama geliyor? Bu oyununuzla edindiği anlamlar üzerinde de konuşalım mı?
Heykel sanatında çok teknik bir kelime aslında… Bir araya getirip kaynaştırmak… Biz oyunun sonunda da punta atıyoruz, birleştiriyoruz, bağlıyoruz, çekiştirmiyoruz… Çelişkileri birbirine kaynatıyoruz.
Modern dans/çağdaş dans şimdinin dansı, güncel dans, performans bütün bu kafa karışıklığı üzerine uzun yıllardır bu alana büyük emek vermiş biri olarak ne demek istersiniz?
Bu isimleri daha da çoğaltabiliriz. Her tanımın kendine ait incelikleri var tabii. Tanımı, işi üreten seyircinin algısını yapılan işi bir çatıya toparlaması için koyar. Ama aslında iş kendisi için konuşur, ya temiz ve güzel konuşur, ya da mırıldanır… Ya da ne söylediği anlaşılmaz.