Şehre kahve festivali geldi. 2014’ün son haftasında düzenlenen İstanbul Coffee Festival’i Yağmur Yıldırım yazıyor.
Günlük kafein tüketimi dört kişilik bir ailenin aylık tüketimine eşdeğer birisi, kokusunun tahayyülünün bile heyecanlandırdığı, iyisinin yollara düşürdüğü, olağan cumartesi gecesini komşu barda kahve içerek geçiren bir zat olarak İstanbul Coffee Festival’in haberini ilk duyduğumda cennete iki adımım kaldı sandım; sınırsız “iyi” kahve ile Epikuros’un denizinde kulaç atacaktım. Ama olanca niyetime rağmen kulaç bir yana, mekânda kolumu bile kaldıramadım; 2014’ün son haftasında Galata Rum İlkokulu’nda düzenlenen etkinlik öylesine hıncahınçtı ki değil takip etmek, son saatine kadar benim için şöyle bir kahve koklamak bile mümkün olmadı. Tabii bu durum hafta sonuna yorulabilir ya da etkinliğin başarısı olarak görülebilir ama kendi adıma özenle hazırlanmış standları geniş vakitlerde ziyaret edip sohbet etmek, performansları izlemek, yeni bir kurguda Rum Okulu’nu deneyimleyip yukarı aşağı, güzelim neoklasik sınıflarındaki atölyelere girip çıkmak, süreçlere temas etmek, sınırsızca denemek, duyumsamak ve keyiflenmek isterdim; koşulların itmesinin tersine “festival” algım, giriş mekânını “görev bilinci” ile tavaf etmek değil. (Kendimi bir an post-apokaliptik bir film sahnesinde sanmadım değil; tabii kahve bardağını koklayan, sallayan, hatta ışığa tutan “bilinçli” bir kitle olması farkı vardı –asit tanen dengesinin yerinde olduğunu ümit ediyorum.) Beklentilerimi henüz ilki düzenlenmiş olan etkinliğin geleceğine bırakıyor, İstanbul’un kahve sevgisine şaşırıyor ve seviniyorum. “Ben bir neskafe alayım” döneminin geçtiğinin farkında olsak da siyah doğramalı, karosiman döşemeli kafeterya furyasının* ötesinde yaygın ve hevesli bir kahve kültürünün olduğunu görmek güzel.
Festival ile kahvede Üçüncü Dalga’nın cumhuriyetini ilan ettiği aşikâr. Espressonun dünyada yaygınlaşması ile gelen markalaşma ve zincirleşme süreci İkinci Dalga’nın ardından gelen Üçüncü Dalga, kahveyi yüksek kaliteli bir ürün olarak sunuyor ve çekirdekleri kadar kavurma-demleme yöntemleri ve sunumu üzerinde de düşünüyor, üretimin her aşamasına dahil olmayı gözetiyor, kahvede “artizan” olduğu gibi deneyselliğe de açık bir alan yaratıyor.** Bu deney halinin tasarıma, dolayısıyla da üretime doğrudan müdahalede bulunan katılımcılarıyla tanıştırdığı kahve festivalinde dikkat çekici olduğunu söylemeliyim. Yerçekimi -ve heybetli ayaklar- ile işleyen soğuk demleme makineleri, küçük aletler ya da ambalajlar gibi estetik kaygının doğrudan dışavurumuna imkân sunan konulardaki denemelerin yanı sıra, tasarımın duyuma etki ettiği alana uzanarak, uzmanlarla birlikte geliştirdikleri tasarımların asiditeye, acılığa ve aromaya müdahalesine odaklanan ekiplerin çalışmaları heyecan verici. Kahve-tasarım birlikteliğinde şaşırtıcı ve keyifli projelerle karşılaşmamız sıklaşacak gibi görünüyor.
Festivalde bir de “kahve milli takımı”mız oldu; “barista, latte art, kahve demleme, kahve kavurma ve türk kahvesi” olarak beş kategoride devam eden yarışmaların birincileri, yurt dışındaki yarışmalara katılacak, kendilerine başarılar diliyorum. İletişimi son derece önemseyen Üçüncü Dalga için barista, yetenekli olduğu kadar “bilgi vermeye hevesli, samimi bir arkadaş ve iyi bir dinleyici” niteliğinde. Bu barista algısı her daim iki dirhem bir çekirdek, kişiye göre kahve sunan, iyi sohbetin yanında, “kötü kahve”nin tam karşısında süper-baristaları ile İtalya’dan miras olsa da, “barda espresso shot” kültürünün yerleşmediği, yerleştirme gayesi güden işletmelerin de mekân kurgularını ve fiyatlarını gözden geçirmelerini önereceğim -İtalyanlar’ın ayakta espresso içme sevgisi, mekâna oturunca kuver ödemelerindendir ve tek yudumda tüketilen bir fincan kahve bir adet bozuk para ile ödenebilir- Türkiye’deki yansıması nasıl bir karşılık bulabildi, sorguya açık.
Süren furyadan istifade birbiri ardına açılan kafeteryaların, barista kurslarının, kahve atölyelerinin arasında keyifli bir etkinliğe de dikkat çekmekte fayda var: Pera Müzesi’nde 1 Şubat’a kadar devam edecek olan “Kahve Bahane, Sinema Şahane”, uzun metrajlı filmlerle ve belgesellerle Ocak ayı sonunu, bir kafeine övgü haftası ilan ediyor. Gösterimde Jim Jarmusch’tan Paul Auster’a “kahve ve etrafındaki gizemli kültürün sinemadaki hikâyelerinden bir seçki sunulacak” imiş, etkinlik kapsamında ayın 30’unda bir de kahvenin kültürel önemi ve lezzet algısı üzerine Cansu Şekular söyleşisi var; merakla bekliyoruz diyelim, biterken bir de kahve koyalım.
*Küçük esnafın yerine mahalle aralarında birbiri ardına açılan, bir örnek endüstriyel dekorlu kafeteryalar ile parçasını sundukları yaşam biçimi bir başka yazının konusu olabilir. Konuyu gündeme taşıyan Kadıköylü Halükâr Mimarlar Bilge Kalfa ve Gamze İşcan’ı takipte kalın derim.
** Bu deneyselliğin uç örneklerinden birisi olan, bildik duyum biçimlerini aşıp ultrasonik dalgalarla gaz fazına dönüştürdüğü partikülleri akciğerlerden duyumsatan “gustatif bulut” WHAF’ten daha önce bir yazımda söz etmiştim. http://sanatatak.com/view/Yine-mi-Yemeginle-Oynuyorsun-Evladim/1283