Güney Ulutaş’la ilk kitabı Kopuklar’ı, karakterlerini ve romanın 8 yıl süren macerasını konuştuk.
İlk kitabınız Kopuklar… Nasıl bir serüven oldu?
Kopuklar, zaten hep içimdeydi, sadece hayatımın bir döneminde içimi kazıp o hikâyeyi ortaya çıkarabilme cesareti gösterdim diyebilirim. Romanı yazmaya yedi sekiz yıl önce başladım. Parçalar halinde ilerliyordum. Zaten yazının içindeydim, yazarak geçiniyordum. Fakat tür olarak ilk kez bir roman yazmaya çalıştığım için bir süre sonra editör desteği aldım. Genco Gün ile çalıştık. İlk taslağı ise 2013 Nisan’ında bitirip Can Yayınları‘na gönderdim. Bekleyiş süreci oldu tabii bir de arada… Onay aldıktan sonra, düzeltiler, yayınlanma aşaması, takvimi derken uzun bir yolculuk oldu. Sonunda da kitabı elime aldığımda, uzunca bir yolu beraber yürüdüğüm arkadaşlarımdan ayrılmışım gibi hissettim. Dile kolay hikâye kalbime gireli yıllar olmuştu…
Kitabınızda kurgusal bir zenginlik var. Farklı zamanlarda geçiyor. Zor bir zamansal kurgu mu oldu?
Kitapta üç farklı zaman var. Şimdi, bir yıl önce ve otuz yıl öncesi… Kahramanımız Zucco, annesinin otuz yıl önce yazdığı bir kitabı arıyor. Kurgu, bir yandan Zucco’nun bu yavaş yavaş neredeyse cinnete dönüşen yolculuğu, bir yandan kayıp romanın içindeki bambaşka bir hikâyenin bulunan parçalarıyla ilerliyor.
İlk roman için fazlaca deneysel bir kurgu evet, ama üzerinde yıllarca emek harcayınca bu hikâyeyi klasik örgüde anlatmak zaten içime sinmezdi. Dramatik yazarlık eğitimim olmasa bu çetrefilli kurguyu nasıl tamamlayabilirdim ondan tam emin değilim. Kopuklar’ın ilk cümlesini kitabı bitirdiğimde yazdım. Aslında son noktam ilk cümlemdi. Yıllar önce kitabın içindeki romanı yazdım, hatta ilk yazdığım bölüm kayıp romandaki “Buda- Peşte’nin izinde” adlı son bölümdür. O bölüm yıllar önce çıkan Aylak adlı öykü dergisinde yayımlanmıştı mesela… “Buda-Peşte’nin izinde” bölümü, aslında Kopuklar’ın çekirdeği. Romandaki tüm kahramanların toplandığı yer… Buradan başladım yazmaya. Durum böyle olunca zaten geçmişlerini bildiğim kahramanların, gelecekte kimler olacaklarını az çok tahmin ediyordum. Hatta bu anlamda kurgunun işimi kolaylaştırdığını söyleyebilirim.
Kitabınızın karakteri Zucco. Zucco karakteri roman ilerlerken bambaşka birine dönüşüyor. Biraz ana karakterinizden de bahsedebilir miyiz? Zucco’yu nasıl tanımlarsınız?
Zucco’nun yolu “Ben aslında kimim?” sorusuyla başlıyor ve Arthur Rimbaud’un “Ben bir başkasıdır” sözüne kadar gidiyor… Sevgisizlikten kalbi şişen genç bir adam Zucco, durmadan yalnızlığın mutlu edici yanlarını anlatmasının nedeni bu… Zucco’nun iç dünyasını hayal ederken onu nasıl ve ne şekilde anlatmam gerektiğini uzun uzun düşündüm diyebilirim. Zor, ele avuca sığmayan, taşkın, bencil biri. Ona çok kızdığım zamanlar da oldu… Kazlar devreye girince ancak aramız ısındı, kahramanımı sevmek için ona haylazlıklar bile ekledim, değişimi göz yaşartıcı oldu benim için, çünkü değişim dipten gelmeye başladı, köklerinden, kendiliğinden… Zucco haddinden fazla açık sözlü biri, başına gelen trajik durumlar da bunun eseri. Bu hikâyede beni ilgilendiren asıl şey, Zucco ve şair olan annesinin daha iyi bir dünyada karşılaşma ümidiydi. Karşılaşıp karşılaşamayacakları kitaba kalsın, ama daha iyi bir dünya var mı, artık ondan emin değilim…
Kitabınızın türü için polisiye diyebilir miyiz? Bir tür olarak hangi türe yakın görüyorsunuz kitabınızı ?
İnsanların öldürülmesi, başkahramanın peşindeki deccal, kendisinin bir dedektif gibi annesinin kayıp romanını araması gibi unsurlar elbette polisiye unsurları katıyor romana. Fakat aynı zamanda, konu ve üslup bakımından bir kitapta iki kitap olduğu için birçok türü içinde barındırıyor. Zucco’nun hikâyesi polisiye unsurlarla gelişirken, kayıp roman Kopuklar’da ise büyülü gerçekçilik ön planda… Genel olarak da zamanın eğilip büküldüğü, düş ve gerçeğin birbirine karıştığı postmodern bir şehir romanı diyebilirim.
Kitabınız bir roman; ancak içinde şiirler de var. Bu kitapta aslında sizin şiire yakınlığınız da görüyoruz.
Benim için şiir, sesten gelip sese gider, büyülüdür, anlam peşine düşmez, saftır ve düşüncelidir de… Bir hikâye anlatıcısının, iyi roman ararken, iyi şiirler bulup keşfetmesini önemsiyorum. Kayıp romandaki ana karakterin zalimler zalimi şiirini araması belki kişisel olarak şiirle başa çıkamadığımın resmi olabilir. Şiir beni seçmedi ama düzyazıyı bilerek isteyerek seçtim. Roman türü, hem dramatik yazarlık eğitimimden edindiklerimle hem de şiirle olan yolculuğumda bana bambaşka imkânlar sunan, yazarken dili ve anlamı yeniden keşfettiğim, fazlasıyla iyi hissettiğim tür oldu. Şiire olan düşkünlüğüm artık bir okur olarak devam ediyor.
Kitabınızda edebi karakterlere ve yazarlara da göndermeler bulunuyor. Özellikle mekân isimlerini seçerken çok sevdiğiniz yazarlara bir selam yolladığınızı da söylemek mümkün olur mu acaba?
Unutma çağında olduğumuzdan bahsetmiştim, evet nihayetinde olay gelip unutmaya varıyor yine… Her yönden popüler olana rağbetin çoğaldığı zamanlardayız, çoksatarlar başımızı döndürüyor… Ben artık kitap okumakla geçireceğim zamanı, iyi kitap arayarak geçirdiğimi fark ediyorum. Evet, kitap seçiyorum, seçmeliyim de… Bu düşüncelerimi de direkt dile getirdim Kopuklar’da. Bunun için üzerime düşen sorumluluğun da farkındayım, önce kendime hatırlatmak sonra da unutturmamak için onların isimlerini hikâyemde şehirlere, kahramanlara, mekânlara, sokaklara, istasyonlara verdim. Diğer yandan da Paul Auster tüm romanlarıyla birlikte bir şehir olsaydı nasıl olurdu diye düşünmek ve benim algıladığım kadarıyla şehrin Auster’ın kitaplarındaki ruh halini yansıtmaya çalışmak yazarlık çalışması bakımından müthiş haz vericiydi… Aynı şekilde Saramago, Woolf, Baricco kasabası… En çok da Roberto Zucco’nun yazarı Bernard Maria Koltes’e bu romanı oluştururken çok şey borçlu olduğumu söyleyebilirim. Kitabı okuduktan sonra, isimleri merak eden ve ilgilenen okur çoğalırsa Kopuklar nihai amacına ulaşmış olacaktır.
Kitabı yazma sürecinizden de bahsetmek istiyorum. Oldukça uzun bir süreç oldu galiba.
Uzun, çoğu zaman karanlık, tutkulu ve bir o kadar yalnız…
Kopuklar, Gezi direnişinden yıllar önce hayal gücümün yarattığı bir hikâyeydi. Kitabı bitirdikten kısa bir süre sonra da direniş başladı. Eğer o sıralarda bitiremeseydim, roman yarım kalabilir, belki şimdilerde bitirmek için geri dönerdim. Ama şimdiki hislerimle direnişin yansımalarını büyülü bir şeyin içinde var etmek istemeyeceğimden yazmaktan vazgeçebilirdim. Çünkü çocuklar ölmüştü ve hiçbir şey onları geri getirmeyecekti.