X-Men Origins serisi, popüler X-Men’lerin solo filmlerinden ibaret olarak tasarlanmıştı fakat ilk Wolverine filmi o kadar kötüydü ki tüm seri planları çöpe atıldı. İkinci Wolverine filmi The Wolverine, Logan’ın ölümlü olması üzerinden işlenmiş ve filmin bu bölümleri başarılı olmuştu. Logan, belli ki bu ilk iki filmden gerekli dersleri çıkarmış ve seyircinin karşısına oturaklı bir solo film olarak çıkmayı başarmış. Logan sadece Wolverine serisinin değil, tüm çizgi romandan uyarlanan filmler içinde özel bir yere sahip olmayı başarıyor.
Alkolik ve iyileşme özelliğini yavaş yavaş kaybeden Wolverine, tüm gücünü beyninden alan alzheimer hastası Charles Xavier ve güneşe çıkamayan albino Caliban filmin ana kahramanları. Bu hatalı kahramanları bir yolculuğa çıkmaya mecbur bırakan karakterimiz ise dünya üzerindeki son mutantlardan biri olan 11 yaşındaki X-23. Filmi başarılı yapan en büyük etkenlerden birisi Logan‘ın ‘süper kahraman filmi’ değil de bir ‘yol filmi’ olarak ele alınması. Sadece bu yol filminde bolca kan ve süper güçleri olan mutantlar var. ‘Film’ olmayı seçmesi, temponun da harika bir şekilde ayarlanmasına imkan veriyor.
Youtube’de video essayler hazırlayan Nerdwriter’ın bir videosunda temponun süper kahraman filmlerindeki önemini çok iyi anlatılıyor. Seyircileri ve yönetmenleri büyüleyen ‘anlar’, ‘aksiyonlar’, iyi bir hikayenin içinde işlenmediğinde, havada asılı kalan, duygu uyandırmayan görsel şovlara dönüşmenin ötesine geçemiyor. Logan’ın yönetmeni James Mangold bunu anlayan yönetmenlerden biri. Filmin ağır ve hayal kırıklıklarıyla bezenmiş tonu ve tüm karakterlerin net motivasyonları olması için gösterilen özen filmin çalışmasını sağlıyor. Bu sayede tüm aksiyon sahneleri bir anlam taşıyor.
Gelelim filmin eleştirilebilecek yanlarına… Film bir çok yerde, karakterlerle bağ kurabilmemiz için ‘aptala anlatır gibi’ birkaç defa ailevi bağlardan bahsediyor. Logan’ın aslında kafamızda oturan motivasyonunun altını çizmek için elinden geleni yapıyor yani aslında seyircisinin izlediğini anlayabileceğine güvenmiyor. Fakat filmin en büyük sorunu bu da değil, ana çatışmanın Wolverine’nin defalarca izlediğimiz geçmişi üzerinden kurulması, Terminatör’vari bir düşmanın karşımıza çıkması (spoiler olmaması için detay vermiyorum ama müzik bile aynı, gördüğünüz anda anlayacaksınız) ve en önemlisi, bu kadar depresif olan karakterlerimizin neden depresif olduğunun açıklanmaması filmin büyük günahları. Özellikle bu depresif havanın açıklanmaması çok rahatsız edici.
Cevapsız kalan sorular
Spoiler vermeden bu durumu şöyle açıklayabilirim: Kız arkadaşınız size efsane bir trip atıyor, siz de ‘n’oldu Pınar?’ diyorsunuz o da size ‘yok bi şey ya trip atmıyorum’ diyor. Logan seyircisinde aynen böyle bir tatminsizlik yaratıyor. Tabii filmin içinde bu durum hiç açıklanmıyor değil fakat aldığımız açıklama yeterli değil. Tüm mutantların neden ortadan yok olduğunun açıklaması için de aynı şeyi söylemek mümkün. Bu iki olayın senaryonun ilk versiyonunda birbirine bağlı olduğunu fakat sonradan stüdyo hamlesi ile bağın koparıldığını tahmin etmek zor değil. Filmin final sekansının da çok iyi tasarlanmadığını, finaldeki aksiyon koreografisinin biraz zayıf kaldığını filmin eksilerine eklemek gerekir.
Logan, hataları da olsa, aynılaşmaya başlayan, yeni bir şey üretemeyen çizgi roman uyarlamalarının arasından parlak pençeleriyle sıyrılmayı başaran bir film. Umarım bu filmin açtığı yolda ilerleyecek, görsel şovun ötesinde bir filme benzemeye çalışacak filmler izleme devam ederiz. Transformers’laşan dünyada Little Miss Sunshine’laşan süper kahraman filmlerine ihtiyacımız var.