A password will be e-mailed to you.

Öncesinde tiyatro oyunlarında vardı ancak hayatımıza televizyonun fenomen ve ilk günlük dizisi olan “Ferhunde Hanımlar”ın Necla’sı olarak girdi. O gün bugündür diziler onu, o da rol ayırmaksızın setleri bırakmıyor. Hiç unutmayacağımız rollerine de yenilerini eklemeye devam ediyor, şu sıralar TV’nin çok sevilen dizisi “Bahar” ve festivallerden art arda En İyi Kadın Oyuncu Ödülü kazandığı, Müge Uğurlar’ın ilk uzun metraj filmi “Derûn” ile gündemde.

Hatice Aslan’la geçmişten bugüne, geniş skalada hayat verdiği tüm kadın karakterleri, içinde yer aldığı projeleri, sektörü ve hayata bakışını tüm samimiyetiyle anlattığı çok keyifli bir röportaj gerçekleştirdim.

 

Arzu Arda Deger: Sizin çok şanslı bir oyuncu olduğunuzu düşünüyorum. Çünkü Türkiye’de pek çok şey gibi klişeleşen şeylerden biri de casting. Bir oyuncu bir rolde oynar ve üzerine yapışır. İyiyse iyi, kötüyse kötü. Oysa size hep çok farklı, çok güzel hatta “cesur” da diyebileceğimiz roller geliyor.

Hatice Aslan: Şanslıyım evet. Şunu oynarım, bunu oynamam gibi kurallarım yok. Her gelen rolü ve o karakterin yolculuğunu merak ediyorum. Sınır koymayınca çeşitlilik de oluyor. Fiziksel olarak da avantajlarım var çünkü fiziğimle çok oynamadım açıkçası, çünkü oyunculuk ifade demek, duygularımı yansıtabilmek benim için çok önemli. Çoğu yönetmenin de önemsediği bir şey bu; oyuncunun her çizgisini, ifadesini kullanabilmeyi istiyorlar.

 

A.A.D.: Tiyatro, dizi, sinema… Hepsinde varsınız ve içinde yer aldığınız her projede başarılısınız.

H.A.: Skalayı geniş tutmak çok hoşuma gidiyor, Köylü bir kadını da şehirli Fransız bir kadını da oynamak istiyorum. Mesleğimi çok seviyorum, bunun verdiği bir iştah var. Evet, ben iştahlı bir oyuncuyum ve böyle de devam eder umarım.

 

A.A.D.: Rolünüze hazırlanırken dünyada neler olup bitiyor, yabancı filmler ve dizilerde neler var deyip araştırma yapıyor musunuz?

H.A.: Benzer bir rolü canlandıracaksam o tarzda olan şeyleri etkilenmemek için özellikle izlemiyorum. Ama kendi çalışmamı bitirdikten sonra “Bakalım ne yapmışlar” diye izliyorum. Önce kendimde keşfedip sonra başkaları neler yapmış diye bakmak daha doğru geliyor.

 

“İstanbul Sözleşmesi Bütün İnsanları Koruyan ve Olması Gereken Bir Sözleşme”

 

A.A.D.: Mesleğiniz adına nelerden besleniyorsunuz?

H.A.: Samimiyet. Bu bedende bulunan her kimse onunla diyaloğu seviyorum. Karakterimle günlük hayatın içinde düşünmeyi ilk olarak ele alıyorum. “Burada olsaydı nasıl otururdu, ruh hali nasıl olurdu, elini-ayağını nereye koyardı?” gibi sorulara yanıt arıyorum. “Güncel bir meseleye tepkisi nasıl olurdu?” diyorum, mesela şimdi gündemimizde bitmek tükenmek bilmeyen kadın cinayetleri var değil mi? “Benim karakterim nasıl tepki?” verirdi dediğimde onun replikleri hemen kafamda uçuşabilir.

 

A.A.D.: Hatice Aslan ne diyor peki bu konuda? İstanbul Sözleşmesini de katarak düşüncelerinizi öğrenmek isterim.

H.A.: İstanbul Sözleşmesi sadece kadını değil erkeği de yani bütün insanları koruyan ve olması gereken bir sözleşme. Zaten imzaladığımız ve içinde olmaktan dolayı gurur duyduğumuz bir sözleşmeden neden çıktığımızı anlayabilmiş değilim.

 

A.A.D.: Bu hatadan bir an önce dönmek dileğiyle diyelim.

H.A.: Evet, evet bir an önce.

“ ‘Yüzün Eskiyecek’ Diye Bir Tabir Var, Ben Buna İnanmıyorum”

A.A.D.: “Bahar” dizisinde yine farklı ve işlenmeye çok müsait, çok tatlı bir karakteri, Nevra’yı oynuyorsunuz.  Çok sevilen bir karakter oldu Nevra, biraz onu konuşalım mı?

H.A.: Ben çok fazla rol deşen biri değilim, önüme gelen tekliflere “Tamam” deyip yol alıyorum. “Bahar’ın öncesinde “Adım Farah” dizisindeydim. Uç uca ekleyerek gittim, yani birinin son bölümünden çıkıp diğerine başladım. “Yüzün eskiyecek” diye bir tabir var, hayır ben buna inanmıyorum, yüz eskimiyor; o karakter başka, bu karakter başka. “Bakalım bu sefer ne çıkacak?” diyorum. Gerçekten Nevra’yı da bilmiyordum, böyle bir şey çıkacağını da bilmiyordum. Fakat etki-tepki dediğimiz bir şey var ya… Nevra biraz böyle oluştu; oğlumla olan sahnelerle, gelinimle olan sahnelerimle. Bahar, Timur, eski hayatı, yeni hayatı, giyimi-kuşamı, bulunduğu ortam derken “Bu kadın kendinden başka kimseyi düşünmüyor.” diyerek temeli bunun üzerine kurdum ve Nevra’yı ortaya çıkardım.

 

A.A.D.: “Bahar” bu sezon da tam gaz ilerliyor, televizyonun çok sevilen dizilerinden biri oldu.

H.A.: “Bahar”ı özel yapan 7’den 70’e herkesin izlediği bir dizi olması, artı oyunculukların doğallığı. Uzun uzun uzaklara bakış, anlamsız bir duruş göremezsiniz.

 

A.A.D.: Komedisi de var ve belli oluyor ki siz oyuncuların doğaçlama katkısı çok.

H.A.: Evet, kesinlikle. Hem de fazlasıyla var. Başka türlüsü çok zor zaten.

 

“Keşke Dediğim Bir Şey Yok, Daha Yapabileceğim Bir Sürü Rol Var”

 

A.A.D.: Bugüne dek oynadıklarınızın hepsini sevdiniz mi? “Keşke şunu da oynasam” dediğiniz bir şey var mı?

H.A.: Şimdiye kadar çok çeşitli rollerde oynadım. Şöyle bir kolajını yaptırıp koysam mı diyorum aslında. “Kadın Analar”dan tut, Ferhunde Hanımlar”a, “En Son Babalar Duyar”dan  “Aga”ya, “Samanyolu” dizisine… Keskin, kötü bir karakterdi. Bana göre en kötü, acımasız karakter oydu.

A.A.D.: Hangisi?

H.A.: “Samanyolu” dizisindeki Belkıs karakteri benim için bayağı ürkütücüydü. ”Lale Devri”nde Zümrüt karakteri var, sonra “Bir Deli Rüzgar”da düşmüş, eski bir şarkıcı olan Melike’yi oynadım, bambaşka bir roldü. “Zümrüdü Anka”da Ülfet var. O kadar çok ki… Keşke dediğim bir şey yok ama daha yapabileceğim bir sürü rol var.

A.A.D.: Öncesinde tiyatro oyunlarınız vardı ama sizi geniş seyirci kitlesine ulaştıran yapım “Ferhunde Hanımlar” oldu. Ben de sizi ilk olarak orada tanıdım. Sizin de gönlünüzde ayrı yeri olsa gerek.

H.A.: Öyle kesinlikle.

 

A.A.D.: “En Son Babalar Duyar”, “Lale Devri”, “Bahar”… Hepsi uzun soluklu, başarılı yapımlar. Seçtiğiniz projeleri sanki içgüdüsel olarak ”Bol reyting alacak, kesin tutacak, çok sevilecek” diye en baştan biliyor gibisiniz.

H.A.: Ben seçmiyorum aslında, seçiliyoruz diyeyim. Ben bunu gayet net söyleyebilirim. Teklif geliyor ve ben de kabul ediyorum. Şanslıyım sadece.

 

“Oynadığım Karakterlerin Çoğu, Anlayış ve Şefkatten Uzak Büyümüş”

 

A.A.D.: Bir karakteri oynamak için kriterleriniz vardır ama değil mi?

H.A.: Hayır yok, hiç öyle havalı bir durumda değilim açıkçası. İşimi çok seviyorum bunu söyleyebilirim. Sadece fark ettiğim şöyle bir şey var; oynadığım karakterlerin çoğu, anlayış ve şefkatten uzak büyümüş olan karakterler. Nevra da öyle, o şefkati göremediği için bu kadar dışa vuruyor her şeyi; güzelliğine, çantalara, mücevherlere düşkünlüğü bundan.

 

A.A.D.: O zaman böyle karakterleri oynamak ilginizi çekiyor diyebilir miyiz?

H.A.: Yoo, böyle bir sınırım yok. Mutlu karakterleri de çok oynadım; Necla (Ferhunde Hanımlar) onlardan biriydi, Hülya (En Son Babalar Duyar) da öyleydi. Mutlu karakterlerdi.

“Aşk Acısından Dolayı 40 Yıl İnzivaya Çekilmiş Bir Kadın”

 

A.A.D.: Son olarak Müge Uğurlar’ın ilk uzun metrajlı filmi “Derûn”da Marife karakterini oynadınız. Hem Boğaziçi hem de Antakya Film Festivallerinden “En İyi Kadın Oyuncu Ödülü”nü kazandınız. Tebrik ediyorum.

H.A.: Teşekkür ederim.

 

A.A.D.: “Derûn”, Antalya Altın Portakal’ın Uluslararası Yarışma bölümünde yer almıştı ve ben de orada izlemiştim. Projeye nasıl dahil oldunuz, sizi çeken ne oldu?

H.A.: Sinema filmi yapmayı çok özlüyorum. Konuştuğumuz gibi farklı karakterleri canlandırma fikri beni çok heyecanlandıran bir durum. Müge (Uğurlar) ile görüşmeye gittiğimde bana “Senden başka hiç kimseyi düşünmedik ki” demişti. Hikâyeyi anlattığında zaten ilgimi çok çekmişti, anında içselleştirdim. “Aşk acısından dolayı 40 yıl inzivaya çekilmiş bir kadın” diye başlayan bir cümle, herkesin ilgisini çeker herhalde.

 

A.A.D.: Marife 60 yaşlarında, Karadeniz’de tek başına yaşayan bir kadın. Marife’yi bu yalnızlığa hapsedense gençliğinde yaşadığı büyük aşkı ve hayal kırıklığı. Filmin sonunu açık etmeyeyim ama ne kavuşma ne kavuşamama durumu var. Ve tek başına geçirdiği 40 yılın ardından bir gün kapısı çalar…

H.A.: Evet, filmin temelinde Mesnevi’nin ilk hikâyesi olan “Padişah ve Cariye” kıssası var. Senaristimiz Makbule (Kosif), Mesnevi’yle ilgili biri zaten. Trabzon’da çektik filmi ama yeri ve zamanı çok belli olmayan bir hikâye anlattık. Yaylada dört mevsimi de yaşadık. Mart ayında çalışmaya başladık. Yağmurda ıslanıyoruz, karda ıslanıyoruz Ekip halinde “Bir kurusak mı artık?” dedik. Çok zor şartlar altında çekimleri gerçekleştirdik. Bir de şelaleye girdim!  Soğuk suya girebilen biri olarak nefesim kesildi! Kıyafetlerimle girdim üstelik!

 

A.A.D.: İmkânsız aşk var mı peki?

H.A.: Marife’yi konuşursak onun durumu acıklı. İnsanların sadece dış görünüşe, fiziksel güzelliğe önem verdiği bir dönemdeyiz. O da böyle bir deneyim yaşıyor ne yazık ki. Kalbine ya da zihnine estetik yaptıran var mı? Yok, yapılamıyor da. Estetiği içerden yapacağımıza dışardan yapıyoruz; kılık kıyafetimize, burnumuza, ağzımıza, göğsümüze yapıyoruz. Bırak, zaten o kırışıklıkların çok güzel görünecek. Her şeyde olduğu gibi burada da kendimizden kaçıyoruz.

 

A.A.D.: Siz bu anlamda kendinizi koruyorsunuz; estetiğiniz yok, yüzünüze ya da bedeninize müdahale ettirmiyorsunuz.

H.A.: Bu benim anlayışım. Başkası başka türlü tercih eder.

 

A.A.D.: “Oyuncu yüzüne müdahale ettirmemeli” demiyor musunuz?

H.A.: Hayır, böyle bir keskinlikte konuşmuyorum. Doğanın içinde her şey bu kadar çok değişim içindeyken bir şeyi bu kadar net bir şekilde ortaya koymak doğru değil. Yerçekimi kanunu vardır, bu nettir mesela ama ben böyleyim diye herkes böyle olacak diye bir şey yok.

 

“Sözlerin Az Olduğu Yerlerde Oyuncunun İşi Daha Da Zorlaşır”

A.A.D.: Marife’ye dönelim yeniden. Neredeyse konuşmayan bir kadını oynuyorsunuz, rolünüz kadar stylinginiz de çok yakışmıştı. Karadeniz kadınının yöresel kıyafetleri var üzerinizde. Seti ve Marife’yi anlatır mısınız biraz?

H.A.: Karadeniz’de çalışırken orada yaşayan kadınların ne kadar zor koşullarda olduğunu bir kez daha anladım. Her gün çalı çırpıyı orakla toplayıp, sırtlanıyorlar, eğilip sırtına alıp yeniden doğruluyorlar, bunu yardımsız kendileri yapıyorlar. Kadınlar gerçekten çok güçlü. Çay tarlalarının içinde yürüdüm. Kardan hırkam sırılsıklam oldu, dikenli sarmaşıkların olduğu yerlerde çekimler yaptık. Kıyafetim çok detaylı, her bir parçanın bir görevi var. Sırtımdaki bir parçanın  sebebi var, belime doladığıma bir şey koyuyorum, onun da bir sebebi var.

 

A.A.D.: Fiziki anlamda en zorlandığınız performansınız oldu diyebilir miyiz?

H.A.: Diğer filmlerimi düşününce şimdi, fiziki olarak zorlandıklarım yine oldu. “Üç Maymun”da da fiziksel olarak benim canımı yakan ve beni zorlayan sahneler vardı. Marife’ye dönersem, Marife neredeyse hiç konuşmayan bir kadın. Sözlerin az olduğu yerlerde oyuncunun işi daha da zorlaşır, çünkü her şeyini ifadenle anlatmak durumundasındır. Marife’nin konuşmama halini sete de yansıttım. Çünkü 40 yıl konuşmamış bir kadın neticede, sessiz olmam gerekiyordu. Ve setteki o dinginlik bana çok iyi geldi.

 

A.A.D.: Dizilerde bu tip konuşmayan karakterler genelde yer almaz, aksine hemen her karakter çok fazla konuşur.

H.A.: Ah, evet çok. (güler)

 

A.A.D.: Dizilerde çokça yer alan bir oyuncu olarak sinema filmlerinde daha farklı bir oyunculuk stili deneyimliyorsunuz değil mi?

H.A.: Sinema dili bambaşka. Bazen sinema yönetmenlerinin dizi mantığıyla çektiğini görüyorum. Sinema böyle bir şey değil.

 

A.A.D.: Hangisi daha cazip geliyor?

H.A.: Sinema çok farklı, tiyatro çok farklı, dizi çok farklı. Hepsi benim için cazip, ayrım yapamayacağım. Birinde dinginlik çok hoşuma gidiyor, diğerinde Nevra karakteri gibi bıdı bıdısı bitmeyen, boş konuşan bir kadın hoşuma gidiyor. Aslında baktığınızda biz boş konuşuyoruz zaten. Konuşmayla bir şeyleri çözemeyeceğimizi, artık buluşmamız ve birleşmemiz gerektiğini toplumsal olarak görmemiz gerekiyor. Herkes çok kişisel davranıyor, kendisini çok önemsiyor; “ben, ben, ben”, “Benim bedenim, benim ruhum, benim düşüncem”. Doğa gibi akan giden, sürekli değişimde olan bir yapının içinde bu kadar kendine dönük yaşamayı anlayamıyorum.

 

“ ‘Ben’ Diye Bir Şey Yok Aslında”

 

A.A.D.: Sinema da kolektif bir iş. Bu kolektif bilince sahipken ve bireysel olarak değil, ekip olarak bir üretimi gerçekleştirebileceğimizi bilirken bencilleşmenin had safhada yaşandığı sektörümüz için neler düşünüyorsunuz?

H.A.: Bravo. Ben şunu gözlemliyorum; bir film ya da dizi çekerken ya da bir tiyatro oyunu ortaya koyarken kimse kimsenin fikrini, nereli olduğunu, neye inandığını, hangi partiye oy verdiğini merak etmez. Hedef o projenin en sağlıklı bir şekilde ortaya çıkmasıdır. Bu anlayışın genele, yaşamımıza yayılması lazım. Bireysel hareketlerin bir süre sonra insanları yanılttığını düşünüyorum. Biz “bir”iz, bütün olduğumuzu, bir olduğumuzu hatırlamamız gerekiyor. Doğadan, hayvandan, bizimle aynı düşünmeyen birinden ayrı değiliz.

 

A.A.D.: Bize biraz anlayış gerekli sanki?

H.A.: Anlayış gerek, önce kendimize.

 

A.A.D.: Yüzleşerek anlayış gerek.

H.A.: Hatalarımızla beraber varız, kusursuz kimse yok. Kusursuz doğa yok, kusursuz sen yok, kusursuz ben yok. “Ben” diye bir şey yok aslında. (güler)

 

A.A.D.: “Biz olmadan ben yok” diyorsunuz, değil mi?

H.A.: Evet, evet; “Biz”iz, hep beraberiz. Çevremizde olan bitenden kopuk yaşamamalıyız, elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız. Apartmandaki komşumun nasıl olduğunu bilmiyorsam, sokağımdaki hayvanların aç mı tok mu olduğunu bilmiyorsam istediğimiz kadar dünyayı kurtarmaya çalışalım. Dünyayı kurtarmak öyle bir şey değil, bunlardan bağımsız bir şey değil. Mesela şu an sizinle buluştuk ve bu söyleşiyi yapıyoruz. Bunun tadını çıkarmak, o an olan şeyin tadını çıkarmak önemli. Yanımıza gelen garsona iyi davranmak, mesleğini iyi yapmak, işini yapan insanlara saygı duymak… İçimize dönelim, iç dünyamıza dönelim. İnsanlıktan çıkmayalım sadece.

 

A.A.D.: Sesinizin güzel olduğunu biliyorum, hiç rol aldığınız bir yapımda şarkı söylediniz mi?

H.A.: Ah, teşekkürler. “Bir Deli Rüzgar”da eski bir şarkıcıyı oynuyordum, Melike’yi. Orada mırıldanıyordum sadece, o kadar. Şarkı söylemeyi çok sevdiğim için beni bir şekilde buluyor. Bir de ben BCK Magma Performans korusundayım. Şimdilik ara verdik ama devam edeceğiz. En son “Kadın Türküsü 1” isimli bir albüm çıktı, orada “Kadifeden Kesesi”ni söyledim. Bir İstanbul şarkısı vardır “Kadifeden Kesesi” diye; bu, o değil. Söylediğim Kırım türküsü. Kadın ağzından söylenen türkülerin olduğu bir albüm bu. Çok özel bir türkü, bir ara dinlemenizi isterim.

 

A.A.D.: Mutlaka dinleyeceğim. Çok teşekkür ediyorum size bu buluşma için.

H.A.: Çok teşekkür ediyorum ben de, çok güzel sorularınız bu arada, harikasınız.

 

A.A.D.: Çok mutlu oldum, çok keyifliydi benim için de. Tekrar teşekkürler.

Daha fazla yazı yok
2024-11-21 06:27:04