Güney Kore sinemasının bu yılki asıl bombası, ilk gösterimini Cannes’da yapan ve çok iyi eleştiriler alan korku filmi Kara Büyü (The Wailing/ Goksung), Filmekimi’nde izleyiciyle buluştu.
Her ne kadar korku filmi sınıflandırmasına soksak da Kara Büyü (The Wailing) klasik anlamda bir tür filmi değil. Bir yanıyla birçok Güney Kore filminde olduğu gibi art house sinemayla flört ederken birçok farklı alt türe dahil edebileceğimiz sahneleriyle ilginç bir karışım var karşımızda. Ana eğilim elbette gerilim ve korku ama içinde mizah da var, aksiyon da. Korku türünün farklı alt türlerinden zombi filmlerine de atıf var, şeytan filmlerine ve hayalet hikayelerine de. Kendi halinde küçük bir Güney Kore köyü olan Gokseong’da (ki filmin orijinal adı da bu aslında ve “ağıt”, “inleme” gibi anlamlara da geliyor) geçen film uzun süresine rağmen hiç şüphesiz son yıllarda izlediğimiz en iyi gerilim/korku yapımlarından biri.
Daha önce The Chaser ve The Yellow Sea adlı filmleriyle adını duyuran Güney Koreli yönetmen Hong-jin Na’nın filmi yağmurlu bir gecede, sabaha karşı titremeye başlayan telefonun sesiyle açılıyor. Bir polisin evindeyiz ve öğreniyoruz ki bir cinayet vakası var. Karısının ve daha da önemlisi annesinin israrları sonucu önce kahvaltı masasına oturan kahramanımız Jong-gu az sonra geç kaldığı için amirlerinden azar işitecektir ama aileyle sofraya oturmak her zaman işe geç kalmaktan daha elzemdir. Yaşamın geleneksel alışkanlıklara göre ilerlediği küçük köyde kimsenin kolay kolay anlamlandıramadığı bir takım kanlı cinayetler işlenmeye başladığında önce mantar zehirlenmesi teorisi ortaya atılır, ama yapılan tahliller bu teoriyi boşa çıkarınca cinayet mahallerinde görülen esrarengiz bir Japonun peşine düşülür. Kimse cinayetleri köyden birinin işlediğine inanmamakta ve bir yabancıyı sorumlu tutmanın kolaycılığına kaçmaktadır. Öte yandan hem Jong-gu korku içinde uyandığı kabuslar görmeye başlayacak, hem de kendi küçük kızı dahil olmak üzere bazı köylülerde salgın bir hastalığın belirtileri görülecektir. Bir türlü aydınlatılamayan vakalar hızla gerçeküstü yorumlamalara yol açarken, Jong-gu’nun karısı kızı için bir şaman çağırmaya karar verir. Şamanın yapacağı bir şeytan çıkarma ayiniyle işler daha da çetrefilleşecek, bir de işin içine hayaletler girince Jong-gu aklını kaçıracak duruma gelecektir.
Hong-jin Na yakın dostlarından bazılarını kaybettiği bir dönemde “Neden bu kadar insan arasından ölenler onlar oldu?” sorusunu sorarak başlamış Kara Büyü’yü oluşturmaya. Gerçekten de filmde ölümle meydana gelen dinsel, metafizik ve hatta batıl düzeyde süregiden bir anlamlandırma çabası var alttan alta. Bu zaman zaman polis memuru Jong-gu tarafından ele alınıyor, zaman zaman da olaylara sonradan dahil olan Hristiyan rahip tarafından ve nihayet şeytan çıkarmak için gelen şaman tarafından. İş rüyaların devreye girmesiyle iyice esrarengiz bir vaziyet alıyor ve köydeki haminnelerin, kaynanaların rüya yorumlarıyla başka bir düzlemde de hem ölüm, hem kötülük, hem de ruhani varlıklara dair anıştırmaların hakim olduğu bir anlatı gündeme geliyor. Bu anlamda filmin ilk bölümlerinde daha güçlü bir biçimde hissedilen mizahi bakışın belki de olan bitenlere dışarıdan bakan ve batıla kulak asmayan modern çağ izleyicisinin bakışıyla örtüştüğünü düşünebiliriz. Ancak sonlara doğru mizahın da bir kenara itilmesiyle tüm güvencesi de elinden alınan izleyici son derece tekinsiz sularda yüzmeye başladığını fark edecek ve deyim yerindeyse imana gelecektir. Bu da kolay bir itiraf olmasa gerek.
Kara Büyü’nün belki de en güzel yanı film bitip de salondan çıktığınızda size sunulan verilerle yaptığınız hesapların bir türlü tutmadığını fark etmeniz. Bu hikayede 2 kere 2 asla 4 etmiyor. Kaç ettiğini de söylemiyor size Hong-jin na, ama siz bir anda “2 nedir”, “4 ne demek” gibi tuhaf ve yarı felsefi sorularla başbaşa kalıyorsunuz. Bunu farklı bir sinema diliyle yapan yönetmenlerin en ünlüsü David Lynch olsa gerek. Salondan büyülenmiş gibi çıktığınız ama kafanızda bir sürü şeyi oturtmakta zorlandığınız filmleri düşünün bir, Lynch değil mi? Ya da Hong-jin Na. Korku sineması geleneğinde her şey çözüme ulaştıktan sonra bile izleyiciyi eve huzursuz göndermek gibi bir alışkanlık vardır malum. Kara Büyü’de de huzursuzluk baki son kertede, ama izleyici kendi kafasında kurduğu çözümlemeyi dahi yeterince rahatlatıcı bulmayacak kanımızca.
Gerilimi ve temposu son derece ustalıkla dengelenmiş ve yer yer her ikisinin de kreşendo yaparak izleyiciyi diken üstünde oturttuğu bir film Kara Büyü. Ezeli ve ebedi bir kötülük fikrinin çok farklı kılıklarda izleyicinin önüne serildiği filmde esrarengiz hikayenin eksiltilmiş yapısında izleyiciye ciddi bir alan bırakan ama çok sağlam ipuçlarıyla olası yolları da işaret eden Kara Büyü, kolay kolay sarf etmeyeceğimiz dahice nitelemesini fazlasıyla hak ediyor.