A password will be e-mailed to you.

Küratör: Olumlu tınıdan, despotluğa… Gerçek “patron” kim?

E-skop sağolsun çevirmiş okuma fırsatı yakalamış olduk. Documenta 5 sırasında on sanatçı küratör kavramını eleştiren ortak bir mektup yayınlamışlardı. On sanatçının imzaladığı bu ilan, Artforum dergisinin 1972 yılı Haziran sayısında yayınlanmıştı. Mektubu aynen alıntılıyorum:

Documenta 5’e gösterdiğimiz tepki sonucunda belirlediğimiz aşağıdaki koşulların tüm sergiler için geçerli olmasını talep ediyoruz:

1. Eserinin sergilenip sergilenmeyeceğine karar verme hakkı sanatçıya aittir. Neyi nerede sergileyeceğine sanatçı karar verir.

2. Bir sanat eseri, sanatçısının onayı olmadan herhangi bir sınıflandırmanın içine sokularak sergilenmemelidir.

3. Sanatçı katalogda kendisine ayrılan yerde, sansüre uğramadan istediğini yapma hakkına sahip olmalıdır.

4. Tüm kurumsal sergilerin bitiminde, ayrıntılandırılmış, eksiksiz bütçe dökümleri –katılımcı ödenekleri, taşıma masrafları, küratör ücretleri dahil– kamuya açıklanmalıdır.

Carl Andre, Hans Haacke, Donald Judd, Sol LeWitt, Barry Le Va Robert Morris, Dorothea Rockburne, Fred Sandback, Richard Serra, Robert Smithson1

Bugün fazlasıyla sıradanlaşmış rahatsızlıkları ve duyuyu çok erken bir tarihte göstermişler sanatçı. Evet, günümüzde küratör konumu çok baskın değil kabul edelim. Ama 1990 ve 2000’lerin başında fazlasıyla belirleyicilerdi. Aslında kavramın kökeni Kür ve bakımdan geliyor; küvez de aynı köktenden. Yani olumlu bir tınısı var kavramın. Fakat güncel sanat alanına gelindiğinde, kavramı atayan bir jenaratöre ve de despotluğa dönüşebiliyor. Text’i dikte eden, anlayış buyuran hatta malzemeyi seçen bir konum kazanıveriyor. Örneğin TDK sözlüğünde, kavram “Müze, kütüphane, sergi, hayvanat bahçesi vb.’ni yöneten, etkinlikler düzenleyen yetkili kimse" olarak tanımlanıyor.

Geçen hafta Ankara’daydım. Siyah Beyaz Galeri’de küratörlüğünü Senem Çağla Bilgin’in yaptığı"Küratör Denen Canavar" sergisi dolayısyla kavramı tekrar tartışma fırsatı yakaladık. 11 Mayıs’a kadar devam edecek sergi, farklı disiplinlerde çalışan dokuz sanatçıyı ve eserlerini bir araya getiriyor. Burak Ata, Fırat Engin, Nihat Kemankaşlı, Joana Kohen, Mehmet Kösemen, Murathan Özbek, Ardan Özmenoğlu, Seçkin Pirim ve Tuğberk Selçuk’un işleri yer yer sertleşen tonlarda bu “seçme” konumunu ve otoriteyi sorgulamaya çalışmış. Dediğim gibi; aslında küratörlük kurumundan rahatsızlık yaratan; “kavram dayatması”.

Daha post-yapısalcılık dediğimiz, “French Theory” çerçevesinde yapılan bir kavram ataması. Melezlik, öteki, yapı-bozum, simülasyon, transparanlık, sınır, kimlikler…

Liste uzatılabilir elbette. Önemli kazanımlar bu kavram. Ama sömürgeci hale gelince, hemen her şeyi kuşatmaya başlayınca sorunlar ve rutinleşmeler başlıyor.

Sergideki yapıtların çoğu böyle bir rahatsızlığı görünür kılmaya çalışıyor kendince. Nihat Kemankaşlı videosunda, kendi resmi üzerinden küratörün önerisini ve kendi yapmak istediğini yanyana getirmiş. Gerçek “patron”un kim olduğunu soruyor. Tuğberk Selçuk’un mendiliyle halay çeken mekanik halayı da toplamın dikkat çeken ve güldüren işlerinden. Ardan Özmenoğlu’nun işi, küratörlerin gözdesi neonu sorgulamaya çalışıyor. Önerilen ve yapılmak istenilen arasındaki keskin makas aslında gösterilen.

Paralax ve Mekan
Ankara’da Hacettepeli öğrenci ve sanatçılarla uzun uzun konuşma fırsatı da yakaladım. İstanbul’u egemenliğine almış projecilik düşünüldüğünde, oradaki samimiyet ve içtenlikten etkileniyor insan. Sağolsunlar Mustafa Duymaz ve Şevket Arık, onca yoğunlukları arasında Arte Sanat’ta devam eden “Gizli Özne Paralaks” sergisini görmemi de sağladılar. Şevket’in daha önce yaptığı “Fabl” sergisini görememiştim ama bu sergiyi görme fırsatı yakalamış oldum. Yaygara çalışkan bir insiyatif. 2000’lerin başında İstanbul’da yaşadığımız insiyatifler baharının enerjisini Ankara’da sürdürmeye çalışıyor. Paralaks İstanbul’da zor yakalayacağımız güçlü bir kurgu ve toplam. Burcu Sultan Demir, Dejan Kaludjerovic, Deniz C. Koşar, Eda Gecikmez, Emre Zeytinoğlu, Erdal Duman, Esma Meydan, Fatih Tan, Ferhat Özgür, Khaled Hafez, Hüseyin Arıcı, Mehmet Ali Boran, Mustafa Duymaz, Serkan Demir, Servet Cihangiroğlu ve Şevket Arık’ın işleri, bakan, bakılan ve mekan arasında gerçekleşen “kaymayı” yorumluyor.

Paralaks… Özne olmak tam da “olunan” yerde olmamak olabilir mi? Yani çoğullaşarak bakıldığı anda kayıveren bir yıldız…

Sergi dolayısyla hazırlanan kitap birçok metin barındırsa da, text’in basmadığı bir sergi izliyoruz. İşler ile kitaptaki metinlerin diyaloğu var sadece.

Çok etkilendiğim işler oldu. Deniz C. Koşar’ın tasarladığı karton gözlük, içindeki yazılım sayesinde “bakılan” mekanı başka bir sergiye çeviriyor. Gözlüğü taktığınızda bakılan yapıtların yerine sanal başka heykeller geçiyor. Beyaz Küp eleştirisi gerçekten bu kadar samimi ve etkileyici yapılabilirdi. Servet Cihangiroğlu’nun galeri bahçesine yerleşen demir barınağı, mimariden felsefeye birçok tartışmayı davet ediyor. “Gizlidir” adını verdiği yapıt, sanatçının bizzat Hacettepe Kampüsü içinde yaşadığı gerçek barınak aynı zamanda. Yani karşımızda bir yaşayan heykel var.

Paralaks sergisi bir an önce İstanbul’da da sergilenmeli diye düşünüyorum.

 

Güneş ve Kar

Ankara dönüşü iki gün için Erzurum’a geçtik. Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin davetlisiydik. Sinema yazarı Murat Tolga Şen ile verimli bir “Yeni Türkiye Sineması” tartışması yaptık. Öğrenci ve hocaların ilgisi yüksekti. Şehre ilk defa geldim. Güneşi ve tepedeki karları aynı anda yaşama fırsatı yakaladık. Erzurum’un sürprizi ise fakülte dekanlığını da yapan Mehmet Kavukçu’nun Palandöken’in zirvesinde gerçekleştirdiği performansı izlemek oldu. Zirveye paletli bir kar taşıtıyla çıkılıyor. 3000 metre yükseğe kadar araçla çıktık. Manzara ve bulutları unutamayacağım gerçekten. Araç uçurumları geçerken biraz heyecanlanmamak mümkün değil. Ejderha denilen zirveye ulaştığımızda Mehmet Kavukçu performansına başlamıştı. Kar, boyalar ve rüzgar aşağıdaki kuşbakışı Erzurum şehri ve sarp dağlar da karışıyordu uçuşan bezlere. Ejder’de bir de TRT’ye ait TV verici kulesi var. Çocukluğumdan itibaren hep merak ederdim nasıl yerler diye. Sağolsunlar bir ev konforunda çay ısmarladılar. Dönüşün adrenali daha yüksek oldu. Neredeyse 90 derece diyebileceğimiz bir kayak pistinden indik aynı araçla.

Kavukçu yerleştirme ve performanslarında şehri ve beyaz karı bizzat davet ediyor. Sabırla, prodüksiyonu zor olan işler kotarıyor. Büyük ve sonsuz mekanlara dönük performanslar bunlar. Şeffaflık ile pütür dokuları aynı anda işletmeyi özellikle istiyor. 2011’de üniversite bahçesinde gerçekleştirdiği kuleler, “Kristalleşen Sanat Nesnesi” gotik, şeffaf ve soğuk algısyla hala akıllarda.

Yazıya küratörlük üzerine bir şeyler yaparak başlamıştım. Dinlenme ve bakım anlamında kür ile bitireyim. Erzurum gerçekten benim için kür oldu.

Erzurum’daki sanatçı ve öğrencilere misafirperverliği için tekrar teşekkürler.

 

1http://e-skop.com/skopbulten/sanatci-hakki-sanatcilarin-kuratorlere-karsi-hak-arayisi/2422#_edn8

Daha fazla yazı yok
2024-11-24 10:16:29