30. Ankara Film Festivali kapsamında finale kalan “Fotoğrafçı” adlı kısa film, stüdyo fotoğrafçılığı yapan bir gencin, çekilen fotoğraf karelerine sonradan kendisini eklemlemesi ve gerçeküstü anılar oluşturmasını konu ediniyor.
Kolaj Anlar
Sinema, kurgusal olanı bir adım ileri taşıyarak gerçeğe yaklaştırır. Bir tür gerçeklik olarak, eylemi, hareketi ve zamanı kayıt altına alarak bir kanıta dönüşür. Eylem kayıt ile kalıcılaşırken, bir yandan da bir hafızaya dönüşerek gündelik olanın içine yerleşir. Hatta çoğu zaman gündelik olanı da aşarak “gerçeklik” yerine ikame eder. Kabil’den bu yana gerçeklik kanıt üzerinden tartışılmıştır. Kaydın, gündelik hayattan daha fazla kanıt niteliği taşıması kurgusal olana gerçekleşme alanı sağladı. Lütfü İrdem‘in “Fotoğrafçı” isimli kısa filmi, böylesi bir kurgunun peşinde. Film, kısaca, stüdyo fotoğrafçılığı yapan bir gencin, çekilen fotoğraf karelerine sonradan kendisini eklemlemesi ve gerçeküstü anılar oluşturmasını konu ediniyor. Fotoğrafçı, bir tür anı yapımcısı gibi sürekli farklı insanların yaşamlarına müdahil oluyor ve kendine bir tür meta anılar üretiyor. Ve hatta ileri giderek bu anıları gerçeğe çevirmeye çalışıyor.
Meta anılar
Fotoğrafçı mükemmel ailenin ya da ortamın fotoğraf üzerinden kurgularken, gerçek dünya ile kopuşlar yaşıyor. Fotoğraflarını çektiği insanlar ile iş icabı değil de beraber, ortak yapılan bir etkinlik olarak görüyor. Fotoğrafçı, sürekli farklı rollerde bir jön edasında kendine uygun olarak gördüğü insanların anıları içine yerleşmeye ve hatta onlarla aynı duyguları paylaşmaya çalışıyor. Yaşamı bir hazır kurguya dönüştüren fotoğrafçı sürekli değişen rollerle, bir kardeş, bir oğul, bir eş ya da iyi bir arkadaş olarak karşımıza çıkmakta. Bir yapboza dönüşen anılar arasında fotoğrafçı ideal sahneyi yakalamaması ve yalnız oluşu, yeni anıları üretmesi için de kışkırtmakta. Yalnızlığın, kolajlar üretme üzerinden tatmin edilememesi, fotoğrafçının ikilemini ve belki de psikolojik arazlarını daha görünür kılıyor. Meta anıların, yalnızlığı daha da palazlandırması, kurgusal olanı gerçek karşısında kırılgan hale getirmekte. Fotoğrafçı her ne kadar pek çok kişi ile yaşamak istese de kararı, bir kadının hayatına müdahil olmada buluyor. Bu belki de gerçekleşmesi en muhtemel kurgu.
Suç sıradanlığı
Yabancı bir kadının fotoğrafları arasına kendini kolajladığı bir fotoğrafı da yerleştiren fotoğrafçı önceden tasarladığı anın gerçekleşmesi için beklemeye başlar. Zamanı tersyüz edildiği bu bekleyiş aynı zamanda kriminal bir olaya da davetiye çıkarmakta. Fotoğrafçı, tasarladığı ve bir yerde gerçeğe zaten dönüşen meta anı, artık mahkemeye sunulacak bir suç kanıtıdır da. Mesleki sınırların aşıldığı ve insanların mahremiyeti ile oynandığını gösteren suçun kaydı artık fotoğrafçının kontrolünden çıkmıştır. Yapılan bir ihlalin sadece mahkemeye taşınarak bir suça dönüşmesi şartı, çoğu mahkemeye taşınmayan ihlali de aynı zamanda suç olmaktan çıkararak sıradan bir tutum olarak da görünmesine yol açar. Frank Miller’ın çizgi romanından uyarlanan, “Sin City” filminde geçen “Ölüm, Sin City için sıradan bir olaydır” repliği “suçu” sıradan bir davranış olarak işler.
Fotoğrafçının gergin bekleyişi kadının geri dönmesi ve elinde suç kanıtı yanı sıra muhtemelen başkası yanından kesilerek koparılan farklı bir fotoğraf daha uzatarak sona erer. Fotoğrafçının tasarladığı anı kendi üzerine yıkılır ve kadının hayatında olan farklı bir imajın gerçekliği ile hayal kırıklığına uğrar. Normalde, gerçek dünyada kıyametin kopması gereken sahnede, gayet sakin ve hatta biraz da komik bir havada geçer. Fotoğrafçının yeteneklerini artık bilen kadın da fotoğrafçıdan, gerçek yerine ikamet edecek bir meta anı talep eder.