Mardin Bienali’nin 6. edisyonu 10 Mayıs günü gerçekleşen açılış etkinliği ile birlikte izleyicilerle buluşmaya başladı. Bu edisyonda 40 sanatçıyı konuk eden Bienal’in programına paralel olarak çeşitli etkinlikler de organize ediliyor. Onlardan birine bir canlı performans için davetli olarak katılan sanatçı Asena Hayal, Kürtçe ve Arapça müzik çaldığı için bir markanın halkla ilişkiler sorumlusu tarafından sahneden indirildiğini sosyal medya hesabından duyurdu. Daha sonra detaylarını da açıklayan Asena Hayal’e Sanatatak olarak ulaştık. İstanbul’a geldiği 12 Mayıs günü kendisiyle bir araya gelip yaşananları detaylıca dinledik. Sözü Asena Hayal’e bırakıyoruz.
Can Memiş: 6. Mardin Bienali’nin açılışı 10 Mayıs Cuma günü gerçekleşti. Bienal programına paralel olarak gerçekleşen bir etkinlik için Mardin’deydin ve DJ olarak canlı performansını yaparken bir müdahaleye uğradığını öğrendik. Bize yaşadığın süreci anlatabilir misin?
Asena Hayal: Bienal’den yaklaşık iki buçuk ay önce, arkadaşım Aslı Çavuşoğlu benle iletişime geçti ve Mardin Bienali’nin after partisinde çalmayı teklif etti. Ama bu Bienal’in etkinliği değildi. Arkadaşlarım Aslı Çavuşoğlu ve Ahmet Öğüt’ün düzenlediği, Bienal açılışı sonrasında kendi aramızda yapılacak, sanatçıların da katılacağı bir parti… Onlar da Mardin’de Sinek diye bir mekânın sahiplerini tanıyorlar. ‘Burada böyle bir etkinlik yapalım, Asena’yı davet edelim’ diyorlar. Bana ulaştılar. ‘Kaşemiz yok’ dendi. Yani bunun için bir bütçe yok, sadece uçuş ve konaklamam karşılanacak. Ben de tabi ki hem arkadaşlarım oldukları için hem de Bienal’i görmek için teklifi kabul ettim. Mekândan bir arkadaşla beni iletişime geçirdiler. Bir Whatsapp grubu kuruldu. Benim uçuş bilgilerim geldi vs. Gitmeden iki gün önce mekanla iletişime geçtim. ‘DJ ekipmanınız nedir, elinizde neler var’ diye sordum. Onlar da normalde orada DJ etkinlikleri yapılmadığı için ekipmanlarının olmadığını söylediler. ‘Nasıl çözeceğiz, kiralama yapılabilir mi?’ diye sordum. Bienal kapsamında etkinlikler yapılacağı için şu an oradaki tüm ekipmanların dolu olduğunu öğrendik. Ben de burada arkadaşımdan daha küçük çaplı bir ekipman bulup onu götürdüm yanımda. Gittiğimde ise tanıştırıldım bu insanlarla ve ayarladıkları otele yerleştim.
C.M.: Senin katılacağın bu etkinlikle beraber bir markaya da mı aynı mekân kiralanmış?
A.H.: Bana deniyor ki, aynı gün Beylerbeyi Rakı’nın bir PR etkinliği var. Çünkü Beylerbeyi Rakı da Bienal’in sponsorlarından biri. Onların da bookladığı bir DJ var. Onlar üst katta yemek yapacaklar, yemekten sonra bu DJ çalacak. Beni de alt katta çaldıracaklar. Dolayısıyla iki ayrı sahnemiz olacak. Fakat etkinlik günü, havaya çok güvenemedikleri için ‘o DJ’yi alt kata alacağız’ dediler. Çalacak olan DJ de benim arkadaşım. ‘Peş peşe çalınır, zaten tanıyorsun DJ’yi, kendi aranızda halledersiniz’ dediler. Ben de ‘eğer sıkıntı olacaksa çalmayabilirim’ dedim. Çünkü sonuçta sponsor etkinliği… Para alınıyor, öncelik orası olmalı. ‘Ben de buraya arkadaşlarımı görmeye gelmiş olurum’ diye ilettim. Bu konuda sıkışmasınlar diye anlayışlı bir yerden yaklaştım. Etkinlik günü yolda bir arkadaşımı gördüm. O da İstanbul’dan teknik ekipmanı kurmaya gelmiş. Aslında bir ekipman var. ‘Aynı sahnede olacaksa ben de ekipmanı kullanabilirim herhalde’ dedim. O da ‘tabii ki kullanabilirsin’ dedi.
C.M.: Sponsor etkinliğinde çalacak olan DJ ile haberleşmiş miydiniz?
A.H.: Etkinlik günü, benden önce çalacak olan DJ arkadaşıma yazdım. Saat aralığını sordum, ‘kaçla kaç arasında çalacaksın’ diye. O da ‘10:00-10:30 gibi çalacağım söylendi’ dedi. Soruyor, ama oradan da bilgi gelmiyor. Dolayısıyla saat konusunda bir muamma var. Ben de diyorum ki, ‘aramızda konuşalım, sen yorulduğunda ben geçerim’. ‘Sponsor etkinliği olduğu için sen keyfine bak’ diyorum. Ben zaten orada olacağım. Sonra arkadaş geliyor, çalmaya başlıyor. Biz sanatçı arkadaşlarımla birlikte açılıştan sonra mekâna gittik. Bu arkadaş çalıyor, çalarken kaça kadar çalacağını sordum, kendimi ayarlamak için. ‘10 dakika sonra bırakayım mı?’ diye sordu, ben de ‘tamam’ dedim. Sonra o indi, ben çıktım. Birkaç tane elektro parçayla başladım. 2 tane Arapça (DJ Snake, DJ Moka -Dammi Palestine) ve Omar Souleyman’ın ‘Warni Warni’ isimli Kürtçe şarkısını açtım. Herkes halay çekiyordu bu esnada. Kalabalık içerisi ve herkes çok mutlu.
‘Bu Tür Müzikler Çalmasın Diye!’
C.M.: Setine dönük müdahale nasıl gerçekleşti?
A.H.: Teknik ekipmanı kuran kişi elinde USB ile aşağı indi. ‘Çalayım mı?’ diye sordu. Ben de yeni çıktığımı, çalmaya devam ettiğimi söyledim. Benim düşüncem, müziğe müdahale için yukarıdan gönderildiği yönünde. Yukarı çıkıp tekrar geldi ve bana Yeşim Hanım’ın (Kiraz Halkla İlişkiler’den Yeşim Aksoy) benim inip diğer DJ’in devam edeceğini söylediğini aktardı. Ben Yeşim Hanım’ı tanımıyorum. Benim markayla hiçbir ilişkim yok. Benimle diyalog kurması gereken kişi marka değil, mekân. Ben o an anlamadım. DJ arkadaşıma seti bırakıp yukarı çıktım. Yeşim Hanım ile karşılaştık. Mekân sahibi de yanındaydı. Ben az önce sahneden indirildiğimi, bunun ayıp olduğunu söyleyip bunun sebebini sordum. Kadın bana ‘bu tür müzikler çalmasın diye İstanbul’dan DJ getirttik’ dedi. ‘Ben de İstanbul’dan geliyorum ama konumuz şu an bu değil’, dedim. ‘Bu tür müzik’ derken neyi kastettiğini sordum. ‘İşte horon filan’ dedi. Horon ve halayın ayrımından bihaber… Tabi ki benim o an sinirlerim bozuldu. Anlatmaya çalıştım, bunu konuşabileceğimizi söyledim. Bana anlaşmalarının 1:30’a kadar olduğunu ve mekanla yapılan anlaşma gereği DJ’in o saate kadar çalması gerektiğini söyleseler, anlayış gösteririm. Burada mekân-sponsor-ben arasında bir kopukluk var.
C.M.: Esas sorun bu kopukluk muydu?
A.H.: Buradaki sorun çalan müziği gerekçe göstermeleri. Muhtemelen beni lokal bir DJ sandı. Velev ki öyleyim, ki bu daha kötü bu arada. Benim çaldığım üç parça var. Beğenmeyeceği Arapça ve Kürtçe şarkılar… Kadın gittikten sonra ben gerildiğim için beni mekândan götürmek istediler. Mekân sahibi de ‘biz yarın çözeceğiz, beni düşün, bizi düşün’ dedi. Ben de çok saygılı bir iletişim kurduğumuz için mekânı düşünüp orada olayı kapattım. Ama kadının ismini ve soy ismini sordum. Ertresi gün ben Twitter’a isim vermeden bir şey yazdım. Markanın, mekânın, sponsorun ismini vermedim. O sırada orada bulunan bir başka insan Twitter’da markanın ismini paylaştı. Buna nasıl müdahale edebilirim? Ben neden markayı savunayım, benim hiçbiriyle bir bağım yok. Mekân sahibi ‘keşke Twitter’a taşımasaydın, zor durumda kaldık, Bienal’den de arıyorlar’ dedi. Fakat bunun üstüne dün başka bir etkinlik yapıyor marka. O etkinlikte göbek atılıyor. Senin eğer bu soundlarla ilgili bir sorunun vardıysa o zaman o etkinlikte neden çalıyorsun? Senin sorunun dille. Senin sorunun burada Kürtçe ve Arapça müziğin çalınması ile. Bununla ilgili bir savunma yapılacaktır. Bunun tamamen organizasyonel bir kopukluk sebebiyle olduğu yönünde bir açıklama yapılacaktır, tahminim o yönde. Evet, bu da çok büyük bir sorun. Ortada bir organizasyon sorunu var. Ama benim sorduğum ilk sorunun cevabı, ‘bu tür müzikler burada istenmiyor’du. Asıl değinilmesi gereken bu. Organizasyon sorunları her etkinlikte olur, çözülür ya da çözülmez. Buradaki konu başka…
C.M.: Bu açıklamalardan sonra mekân sahipleriyle başka bir diyalogunuz oldu mu?
A.H.: Sinek isimli mekândan Seçkin Acar, bana ‘bu şekilde ayrılma, burayı böyle hatırlama, biz çok özür dileriz’ dedi. Bir gece daha misafir etmeyi teklif etti. Kendilerinin bir açılışı olduğunu söyleyip oraya davet etti. ‘Kalbin kırık ayrılma’ dedi. Bir gece daha kaldım. Fakat dün, mekânın diğer sahibi Jiyan Acar ile konuştuğumda -bana verilen bilgiye göre sponsor etkinliğini ayarlayan da kendisi-, bana kendisinin beni booklamadığını söyledi. ‘Bana ne’ gibi bir tavrı oldu. Beni tanımadığını, mekânın kendisine ait olduğunu söyledi. Otele gidip kendi dönüş biletimi alıp bugün İstanbul’a döndüm.
‘Çok Dilli Olmayı Tercih Ediyorum’
C.M.: Tekno rave yapan bir sanatçısın. Başka performanslarında da bu etkinlikteki gibi çok dilli listeler hazırlar mısın?
A.H.: Tekno değil; elektro, disko, indie dance çalıyorum. Ama İstanbul’daki setlerimde de aralara başka soundlar atmayı seviyorum. Çok dilli olmayı tercih ediyorum.
C.M.: Yaşadıklarının Mardin gibi çok dilli, çok kültürlü bir kentte olması ne düşündürdü?
A.H.: Mardin’de böyle bir şeyle karşılaşmam dünyanın en absürd hareketi. Senin nerede olduğundan haberin yok. Ben kadınla konuşurken hem yüzüme tiksinerek bakıyordu hem de yüzünü buruşturup eliyle siliyordu. Neden böyle bir şey yaptığını sorduğumda, ‘konuşurken yüzüme tükürüyorsun’ dedi. Bu aslında orada yaşayan insanlara dair bakışın da bir özeti. Beni yerel bir DJ olarak görüp -ki öyle de olabilirim-, ‘biz İstanbul’dan müzik getirdik’ dercesine hareket edildi. O coğrafyanın müziğini çaldım ben, o coğrafyanın sounduydu. Tiksinerek baktığı o kültüre bakışı… Mardin’lilerin sanata ve müziğe ihtiyacı var; çünkü onlar sanat ve müzik ne bilmiyorlar! Dolayısıyla İstanbul’dan birinin gidip onlara bunu ‘öğretmesi’ lazım!
C.M.: Sana destek olan sanatçılar veya kültür kurumları oldu mu? Bienal ekibi veya markadan ulaşan oldu mu?
A.H.: Bienal’den ve marka tarafından kimse aramadı. Sanatçı arkadaşlarım yanımda oldular. Başta beni oraya davet eden Ahmet Öğüt ve Aslı Çavuşoğlu desteğini gösterdi ve yanımda durdu. Bienal katılımcısı sanatçıların neredeyse hepsi arkadaşım. Onlar da tabi ki yanımdaydılar.
‘Bana Geçmiş Olsun Diyip…’
C.M.: Yeterince tepki verilmemesini nasıl değerlendiriyorsun?
A.H.: Ne şiş yansın ne kebapçılık… Arka taraftan desteğini görüyorsun. Telefon ediyorlar. Yüz yüzeyken ‘yanınızdayız’ deniyor. Ama iş bunu daha açık mecralara, sosyal medyaya taşımaya geldiğinde sessiz kalmayı tercih ediyorlar. Çünkü sponsorluk ilişkileri bozulmasın, başları derde girmesin gibi kaygılarla sanırım. Bana geçmiş olsun dileyip aynı markanın Mardin’deki bir başka PR etkinliğine katılıp göbek attılar. Bu bana iki yüzlüce geliyor. Kimsenin tercihine müdahale edecek değilim.
‘Kadın-Erkek Eşitliğini de LGBTİ+’ları da Göremiyoruz’
C.M.: Eğlence sektöründe uzun süredir yer alan bir kültür emekçisisin. Özellikle bu sektörde kadınlar ve LGBTİ+’lar yoğun olarak müdahalelere, baskılara, tacize maruz kalıyor. Bu müdahalelerin aynı zamanda bir emek sömürüsü olduğu çoğu zaman ıskalanabiliyor. Sektördeki bu kültürü nasıl görüyorsun?
A.H.: En başından LGBTİ+’lar tarafından bakacaksak eğer, sadece eğlence unsurunun bir parçası olarak görülüyorlar. Etkinliklerde renk olsun diye davet edilmelerinden ziyade bu ekosistemin içinde kendilerine sektörel olarak iş imkânı bulabilmeliler. Yaratılmalı demek de bana doğru gelmiyor. Ne münasebet! Bunun bu şekilde olması gerekiyor. Kiki ggNash’ın Noh Radio’nun menajeri olması, Üzüm Derin Solak’ın Sendika’nın işletmecisi olması gibi… Böyle alanlarda yer almalılar. Sadece eğlence unsuru olarak, dragqueen ya da DJ olarak değil. Sektörün böyle de bir sorunu var. Ufak tefek, ayakta kalmaya çalışan mekanlar bir şekilde LGBTİ+’lara iş alanı açıyor. Büyük etkinliklerde kadın-erkek eşitliğini göremiyoruz. LGBTİ+’ları festivallerde görmüyoruz. Artık bunun konuşulmuyor bile olması lazım.
‘Bizdenmiş Gibi Görünenlerin Üstten ve Beyaz Bakışları’
C.M.: Bir DJ sanatçısının setine müdahale etmek, sanatsal ifade özgürlüğüne de dönük bir müdahale oluşturuyor. Bu müdahale bazen iktidardan, bazen de iktidar-olmayandan. Buradan hak temelli ve özgürlükçü bir yaklaşımın sanat ekosisteminde yeterince kavranılmadığı sonucu da çıkabilir mi?
A.H.: Burada mücadele ettiğimiz bir kuvvet var. Ama bize asıl zarar verenler onlar değil, bize daha yakın olanlar. Bizdenmiş gibi görünenler ve onların üstten ve beyaz bakışları. Aslında o tarafta çok büyük sorun var ve bunu asla konuşmuyoruz. Burada konu benim yanımda olmak değil. Benim üzerimden coğrafyaya dair bir tutum var. Ben bunu bireyselleştirmiyorum. Bu çok daha politik bir mesele. Buna ses çıkarılması gerekiyor. Benim aranmam ve bana destek olunması değil buradaki konu.