Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler, Yalçın Tosun’un 2009 yılında YKY’den çıkan ilk öykü kitabının adı.
Kitabın başlığı o kadar çekici ki(!) birçoğumuzda benzer duyguları harekete geçiyordur…
“Aile” herhalde üzerine en fazla yazılıp çizilen konular arasında. Filmde, kitapta, sergide, orada, burada, şurada, “iyi günde, kötü günde, ölüm sizi ayırana dek” karşımızdadır, gözümüzün önündedir.
Ne kadar çok işlense de karşımıza çıktığında hâlâ ilgimizi çekiyor öte yandan. Özellikle yıkıcı etkileri… Örneğin bir kitapta her şeyin yolunda gittiği mutlu mesut bir aile yemeği uzun uzun anlatılsa muhtemelen sıkıcı olurdu. Peki ya tam tersi aslında hiçbir şeyin yolunda gitmediği çarpık ilişki, psikolojik gerilim ve daha nice olumsuzluklara gebe bir aile yemeği uzun uzun anlatılsa?
İşte insan hayatının orta yerinde “lönk” diye duran aile üzerine kafa yorduran birkaç kitap:
Kevin Hakkında Konuşmalıyız!
Baştan söylemekte fayda var kitapta anlatılanlar her bakımdan “sinir bozucu” ve ziyadesiyle çarpıcı. Ruh halinin ona göre ayarlayıp okunması gereken kitaplardan ya da filmlerden diyelim aynı isimle kitaptan uyarlanma filmi de var çünkü.
Kitapta bir annenin çocuğu üzerindeki olumsuz etkileri anlatılıyor, ilk bakışta tabii…
Eva psikopat bir seri katile dönüşen Kevin’ın annesi.
Başa dönelim:
Eva’nın renkli bir hayatı var, seyahat kitapları yazıyor, sürekli geziyor. Kevin’a hamile kalınca öyle muhteşem şeyler hissetmiyor! Kevin’ın doğumuyla her şey altüst oluyor. Kevin sorunlu bir bebek, Eva ise donuk, mesafeli, henüz bebek olmasına rağmen oğluna kötü davranan bir anne. Kısacası başından beri anne-oğul arasında iletişim kurulamıyor, zaman zaman Eva çabalasa da olmuyor. Kevin annesinin sevdiği ne varsa onlara bilerek zarar veriyor, katlanılması pek de kolay olmayan sorunlar çıkarıyor. Baba oğlunun yanında, olanlardan Eva’yı sorumlu tutuyor… Kitabın adındaki cümlenin aksine, anne ve baba Kevin hakkında konuşamıyor hiçbir zaman…
Yazarı Lionel Shriver’ın, “Sevilmesi zor karakterler yaratmayı tercih ediyorum” şeklinde bir ifadesi var. Çocuğunu sevmeyen bir anneyi kurcalamak, hatta belli anlarda onu anlıyor olmak, “böyle anne olur mu” diye kestirip atmadan onu okumaya çalışmak insanda çarpıcı bir etki bırakıyor açıkçası. Ve geriye kalan annelik, aile, yakınlık…v.s hakkında sorgulanacak bir sürü şey…
Akvaryum
David Vann’ın kaleminden bu sefer 12 yaşındaki Caitlin ile bir anne-kız ilişkisine odaklanıyoruz.
Caitlin, rıhtımda işçi olarak çalışan annesi Sheri’yle yaşıyor. Annesinin çalışma saatleriyle kızın okul saatleri uyuşmadığından, annesinin kendisini alacağı saate kadar şehrin büyük akvaryumunda vakit geçiriyor. O çok sevdiği akvaryumunda bir gün karşısına daha önce hiç görmediği büyükbabası çıkıyor.
Buraya kadar tüm olan biten etkileyici bir şiirsellikle aktarılırken Caitlin’in sevmek için can attığı büyükbabanın ortaya çıkışı tüm dengeleri altüst ediyor. Çünkü o, çekip gittiği için Sheri’yi yıllarca yatalak annesine tek başına bakmak zorunda bırakan, kızının hayatını mahveden baba. Anlayacağınız Sheri’nin belalısı!
“Caitlin hayatımın gerçekliğinden şüphe ediyor. Dedesiyle mutlu mesut yaşamak istiyor ve o bizi terk ettiğinde yaşadıklarımızın hiçbirine inanmıyor. Ben de ona gösteriyorum.” (Can Yayınları, 2017)
Sırf Caitlin, büyükbabasını sevmesin diye, kendi yaşadıklarını ona anlatmak için hasta annesini taklit etmeye başlıyor Sheri…
Annesinin yaşadıklarında hiç suçu olmayan Caitlin köşeye sıkışıyor. Ve kitap da aslında onun kendini bulma ve özgürleştirme hikâyesini anlatıyor bize.
Kim haklı yine karar veremiyoruz! Aile ilişkilerinin yaratmış olduğu tahribat, büyüme sancısı ve yine “anne, baba ve diğer ölümcül şeyler”
Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler
“ ‘Aç mısın?’ dedi, ‘Bir duş al, sonra yemek yeriz. Kereviz yaptım.’ Sanki biliyordu bugün döneceğimi, en sevmediğim yemeği yapmış. Ben gelirim diye belki her gün kereviz pişirmiştir bu kadın, ondan beklenir.” (YKY, 2009)
Yalçın Tosun kitabın girişinde André Gide, Dünya Nimetleri’nden alıntıladığı şu epigrafla karşılıyor bizi: “Senin için ailen kadar, kendi odan kadar kendi geçmişin kadar tehlikeli bir şey yoktur.”
Kitapta Yalçın Tosun’un kendine özgü sade ve etkileyici tarzıyla anne, baba, kardeşler ve arkadaşlar etrafında örülmüş, karşılıksız aşk, nefret, özlem, tutku, suçluluk duygusu kısaca insana ait on altı öykü var.
Düzeltmeler
Jonathan Franzen, Düzeltmeler’den önceki romanlarında etrafında dönüp durduğu aile evine, yuvaya bu sefer tam da ortasından bir giriş yapıyor. Hem de o yaratıcısına malzeme sunmakta sınır tanımayan Amerikan ailesine…
Başkahramanı aile olan bu roman fertlerin birbiriyle kurmaya çalışıp da kuramadığı ilişki üzerinden ilerliyor. Okuyucu ise ailenin her bir ferdinin sırrına, pişmanlıklarına kısaca aileden olanlarla paylaşamadıklarına tanık oluyor Franzenvari geçişlerle…
Söz konusu aile olunca tanıdık gelme skalası genişliyor haliyle. Akıl almaz olaylar beklentisi de minimuma iniyor, hâlâ en çok merakımızı celbeden “aile hayatından bir kesit” kısmına tanıklık, yazarın ele alış biçimi ön plana çıkıyor.
Düzeltmeler de durağan, sıkıcı, çarpıcı kimi zaman gergin bir anlatım tarzıyla tıpkı ailenin işleyişi gibi akan, derdini tüm gerçekliğiyle ortaya koyan bir roman. Tüm bunlar yüzünden diyebiliriz ki: Aile’yi bir de Franzen’den okumalı…
Varolma Anları
Wirginia Woolf’un anı, mektup ve günlüklerinden oluşan otobiyografik bir metin Varolma Anları.
Viktorya çağında, çok çocuklu bir burjuva ailenin kızı olarak dünyaya geliyor Virginia Woolf. Bu kitap bir anlamda onun biriktirdiği varoluş hikâyelerinin bir toplamı.
Annesini, despot babasını, öz ve üvey kardeşleriyle olan ilişkilerini, Kensington’daki soylu evinin kendi üzerindeki boğucu etkisini, annesinin ve üvey ablası Stella’nın beklenmedik ölümlerini ve bu ölümlerden duyduğu üzüntüyü, aile içi tacizi, Bloomsbury grubunu…v.s anlatıyor bize.
Özellikle aile ve çocukluğa dair anılar bir kere dökülmeye başladı mı zaman nehrinde kayboluruz ve hangi ben’in konuştuğu çoğu zaman birbirine karışır. Woolf’un anılarını okurken de aslına bakarsanız aynı şey oluyor. Savaş öncesi anılarını anlatmak üzere üyeleriyle ara sıra toplandığı Memoir Club’tan bahsettiği bölümleri okurken, aile krizleri yüzünden yaşadığı psikolojik sorunları tüm hayatı boyunca taşımak zorunda kaldığına ve yazarlık faaliyetinin bunlardan nasıl etkilendiğine tanıklık ediyoruz.