Macbeth gibi bir metnin, The Snowtown Murders’ın yönetmeni Justin Kurzel tarafından çekileceğini, Michael Fassbender ve Marion Cotillard’ın da başrollerde olacağını okuyan herhangi bir prodüktör ya da sinema sever, filmin oldukça başarılı olacağını öngörür. Fakat bir şekilde Kurzel bu beklentileri karşılayamıyor.
Macbeth, insan doğasının sınava tutulmasını konu alır. Dürüst biri olarak bilinen Macbeth, güç tarafından baştan çıkarılır. Kendine söylenen kehaneti kendi eliyle gerçekleştirmeye çalışan Macbeth ve Leydi Macbeth‘in ikinci sınavı ise yaptıklarından pişmanlık duymadan yaşamaktır.
Justin Kurzel, Shakespeare‘in en ünlü trajedyalarından birine karşı verdiği sınavda sınıfta kalıyor. Sinemanın güzel görüntülerin beraber kurgulanmasından en büyük farkı izleyiciyi duygusal bir yolculuğa çıkarması fakat bu film herhangi bir duygusal yolculuk vaad etmiyor. Kurzel’in filmdeki en büyük hatası, metinde sıkılmış olması ve bunu izleyiciye yansıtması, metindeki herhangi bir cümleye anlam yüklemeye çalışmazken sadece estetik ile ilgileniyor. Savaş ortasında gereksiz bir şekilde kullanılan ağır çekimler, video kilp estetiğinden öteye gidemiyor (filme eşimle beraber gittik ve ikimizin de aklına Woodkid‘in klibi geldi; https://www.youtube.com/watch?v=vSkb0kDacjs)
Macbeth ile öldürdüğü herhangi bir arkadaşının ilişkisi seyirciye geçmiyor. Herhangi birini de öldürse seyirci için fark eden bir şey olmayacak. Dolayısıyla seyirci Macbeth‘in pişmanlıklarıyla da empati kuramıyor ya da onun neden delirdiğini anlayamıyor. Film, ezberlenmiş bir metnin, Oscar adayı ve Oscarlı oyuncular tarafından okunmasının ötesine geçemiyor. Metne bir şey katılmamasının ötesinde, metin filmin duygudan koparan seçimleriyle hafifleşiyor.
İzlemeden önce en çok duyduğum tavsiye "Polanski’nin Macbeth‘ini izlemeden gidin" oldu. Polanski’nin Macbeth‘ini izlemedim fakat Kurosawa’nın Macbeth uyarlaması Throne of Blood‘ını daha önce izlemiştim. Throne of Blood, Macbeth‘in yaşadığı hiçbir sorunu yaşamıyor. Film çok daha inandırıcı ve izleyiciyi duygusal bir yolculuğa çıkartabiliyor. Kullanılan etkileyici görseller de seyirciye "vay be ne güzel çekmişler" dedirtmenin ötesinde bir amaca hizmet ediyor, metne bir şey katmayı başarıyor. Macbeth‘te ise Kurzel’in ‘herkes bunu zaten biliyor ya… ben biraz daha slow-motion yürüme sahnesi çekerim bu sahneyi uzatacağıma" diyerek çok az gösterdiği Leydi Macbeth’in delirme anı (ellerini yıkaması ve kanın çıkmaması) kısa kesiliyor. Bu sahne bize Kurosawa’nın yapımında çok iyi yansıtılıyor. Biz de Asaji Washizu‘nun (Leydi Macbeth) yaşadığı sıkıntıyı hissedebiliyoruz. Washizu (Macbeth) ve Miki (Banquo) arasındaki ilişkide de benzer bir durum söz konusu, bu ikilinin birbirine bir anlam ifade ettiğini seyirici olarak hissedebiliyoruz, böylece seyirci olarak Miki’nin başına gelenlerle (Throne of Blood‘ın doğu kültüründen Macbeth‘e kattıkları, ses kurgusunun bir müziği andırması gibi detayları da unutmamak lazım) daha çok ilgileniyoruz.
Macbeth‘in hatalarından biri de metni birebir kullanması. Baz Luhrmann‘ın Romeo & Juillet‘in de metnin birebir kullanılması, yaratılan dünya ile örtüşüyor ve metin görseli desteklerken, görsel de metne yeni bir şeyler katmayı başarıyordu. Burada ise filmin dünyasına uygun bir metin izleyemiyoruz. Sahnelere bölünmüş anlatım, seyircide tam da böyle, birbirinden kopuk, bir his uyandırıyor. Bunun sonucunda da o kadar görsel efekte rağmen, film kötü bir tiyatro hissiyatı yaratmaktan öteye gidemiyor.
Filmin iyi yanları da var tabii ki. Özellikle sanat yönetimi harika. Kılıçtan taca, Anna Karenina ile Oscar kazanan Jacqueline Durran‘ın tasarladığı kıyafetlerle, filmde iyi bir sanat yönetimi hakim. Çekimin yapıldığı mekanlar da etkileyici. Michael Fassbender‘in oyunculuğu ise tek başına bu filmi izlenilebilir yapmaya yetecek derecede iyi. Filmin alacağı tepkilere göre Fassbender’in burdan adaylık çıkarması mümkün.
Son Not:
Fassbender’in tüm filmlerini izleyen biri olarak, Kruzel ile çalışması beni açıkçası endişlendiriyor. Bir sonraki filmi Assasins Creed‘de belki içerik çok da önemli olmadığından daha iyi bir iş çıkartabilirler fakat Kruzel’in "auteur" olmaktan uzak olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Puan: 5.5/10