Nathan Crowley, kağıt-kalem ve usta çizgileri ile aralarında The Prestige, The Dark Knight duology, Batman Begins, Interstellar’ın da bulunduğu birçok Christopher Nolan eserine sanat direktörlüğü, yapım tasarımcılığı yapmış biri.
Christopher Nolan’ın son eseri Interstellar’ın ve ardından gelen tartışmaların, Neil DeGrasse Tyson’ın filmdeki mantık hatası olarak algılanan unsurlarının aslında bilimsel bir arkaplana sahip olduğu konusunda açıklamalarının ateşi yanadursun, gelin, filmin arkasındaki asıl kahramanların birinden bahsedelim (Hans Zimmer değil, hayır, zira kendisinin epey rol bile çaldığını söylemek mümkün film süresince).
Özellikle bilim-kurgu ve fantastik yapımların yönetmenlerinin, görüntü yönetmenlerinin, hatta film bestecilerinin de tabiri caizse “ağzının içine baktığı” Syd Mead, H.R.Giger, Grant Major gibi tasarımcılar, illüstratörler vardır. Filmlerin geçtiği zaman dilimine, genel akla uygunluğu, inandırıcılığı yönünden göz ardı edilemeyecek denli büyük katkı sağlayan, sinema tarihinde kendine yer edinmiş isimlerden bir diğeri de Nathan Crowley.
Nathan Crowley, kağıt-kalem ve usta çizgileri ile aralarında The Prestige, The Dark Knight duology, Batman Begins, Interstellar’ın da bulunduğu birçok Christopher Nolan eserine sanat direktörlüğü, yapım tasarımcılığı yapmış biri. İkisinin estetik yönden birbirini tamamladığı ise aşikar.
Crowley, sadece tasarlayıp modellemek yerine “inşa ediyor”. İşlerinin bir ayağının realizme dayanması, diğer tasarımcılardan ayrı tutulmasını gerektiren sebeplerden biri. Filmin bir sanat departmanında değil, kamerayla, dışarıda çekilmesi gerektiğini düşünüyor.
Kuzey Londra’da büyümüş olan Crowley, Brighton Polytechnic’te 3D tasarım okumaya başlıyor, ardından mimarlık alanında iş bulmak için Los Angeles’a gidiyor. Bir akşam Paramount Studios karşısında bir barda sanat okulundan arkadaşıyla karşılaştığında, onun Steven Spielberg’ün “Hook” adlı filminde çalıştığını öğreniyor. Arkadaşının, söz konusu filmin arkaplanında “çizebilen bir kişiye ihtiyaçları olduğunu” belirtmesinin ardından, tümüyle spontane gelişen bu olay sonucu, o dönemler “ne yaptığını bilmediğini” iddia eden Nathan Crowley kendini bir anda “olmayan ülkede” buluyor. Dev prodüksiyon sayesinde şimdiki Crowley şekil almaya başlıyor. Çünkü Norman Garwood, filmde kullanılan gemileri gerçek boyutlarında inşa ediyordu. Bir geminin ortalama boyutu bir HMS Victory kadar, yani yaklaşık 70 metre.
Sony ile çalışmalarına devam edip Francis Ford Coppola’nın “Bram Stoker’s Dracula” eseri ile maketler, minyatürler üzerinden çekim taktikleri ve sahneleme sanatı illüzyonları üzerinde ustalaşıyor. Dracula ile kamera kullanmayı, Hook ile bir sahnenin ne kadar büyük ve büyüleyici olabileceğini öğreniyor.
Hook’un yapım aşaması konusunda biraz daha aydınlanabilmeniz için sizi şöyle alabiliriz:
https://www.youtube.com/watch?v=_9FTFUHchaY
“The Prestige” için tasarladığı 18. Yüzyıl steampunk İngiltere’siyle ve belki de artık haftalık programlarımıza zar zor sığmaya başlayan süper kahraman dizilerine büyük bir özgüven kazandırmış The Dark Knight’ın 21. Yüzyıl Gotham’ıyla, çizgi romanların gotik ve 1989-1997 arasındaki sinema yapımlarının sürreal atmosferinden çıkmış Batman’iyle 2006 ve 2008 senelerinde “En Başarılı Yapım Tasarımcısı” dalında Akademi ödülü kazanıyor Crowley.
Belirtmek gerek ki, Interstellar filmi özenle işlenmiş araç-robot tasarımları ile kah Nolan’ın önceki yapımları, kah 2001: A Space Odyssey’e yapılan göndermeler olduğu yönünde hisler uyandırdı bende. Özellikle Lander ve Ranger’ın tasarımlarında bariz bir şekilde Nathan Crowley’nin The Dark Knight Rises için tasarladığı (ki bu da gerçek boyutunda inşa edilmiş bir modeldi) Batwing hatlarına sahip. Detaylardaki kaba ve kırık çizgiler incelendiğinde, aerodinamisi fazlasıyla düşünülmüş tasarımı tamamladığı görülüyor. Tasarımın üzerinde hiçbir unsur yanlış zamanda, yanlış yerde, kullanışsız değil. Interstellar’da gerçekleşen salgının filmde tarihi verilmese de aslında 30-50 yıl arasındaki bir gelecekte yaşandığı bu detaylar sayesinde -ve biraz da izleyicinin uzaya ve bilime olan merakı, hayalgücü sayesinde- hissediliyor.
Batman serilerinin günümüzde geçtiği ise belirtilmese bile tasarımcının yarattığı algı bu yönde. 4 adet türbinle uçan bir aracı, kullanıcıya göre Y ekseni etrafında da dönebilen bir çift tekere sahip motorsikleti yadırgamıyoruz filmi izlerken. Zamanı manipüle edebilme gücünü hiçbir şekilde kendine özgü çizgisinden sapmadan göstererek adeta bir gövde gösterisi yapıyor seyirci önünde.
Filmde dikkatimizi çekenler arasında Crowley için büyük bir zorluk yaratmış TARS, CASE ve KIPP adlı üç robot var. Genel bilim-kurgu yapımlarından ayrışmalarının sebebi kompleks (ve bir anlamda korkutucu diyebileceğimiz) konstrüksiyondan kurtulmuş olmaları. Fikir Christopher Nolan’dan çıkmış; 2001: A Space Odyssey Monolith’ine yapılan bir metafor. HAL 9000’den daha itaatkar ve “ilk modeli” denilebilecek seviyede. 4 dikey parçaya bölünmüş bu tasarım ilk izlenimin aksine oldukça işlevsel düşünülmüş.
Crowley, Interstellar’ın yapım aşamasında Nolan ile ilk düşündükleri fakat en son başarabildikleri konunun ise “kara delik” olduğunu belirtiyor. Diğer yönetmen ve tasarımcılar direkt olarak CGI (Computer Generated Image) kullanmakla çözüm bulabilecekken Nolan, oyuncuların etkileşim kurabileceği somut bir madde istemiş. Çözüm olarak Crowley ayna ile kaplı bir oda içinde, içerideki tüm unsurların sonsuzda görünerek illüzyon yaratarak çekim yapılmasını istemiş fakat istediğini elde edememiş. Sonuç olarak İzlanda’da kötü hava koşulları sebebiyle kaldıkları otelde görsel efekt danışmanı Paul Franklin, Christopher Nolan ve Nathan Crowley “enstalasyon sanatının zaptedilemez bir birleşimi” adını verdikleri 8-5-4 metrelik 3 çerçeveli, aynı odanın birden fazla kez kendini tekrar ettiği, mobilyalarının sürreal ve birbirine geçtiği boyutlarda modellendiği bir yapı oluşturmaya karar vermişler. Böylece zaman-mekan algısı tamamen bozulmuş bir enstalasyon eseri oluşturularak çekimlere devam edilmiş.
Christopher Nolan, Interstellar ile pek çok hata yapmış olabilir, tartışılır, fakat sahne ardındaki sanat ve bilimin neredeyse mükemmel uyumu gözlerden kaçmamalı. Nathan Crowley’nin katkı sağladığı tüm eserlerde gerçekdışılığı rasyonel boyut çerçevesinde ince ince işlemesi, her anında konstrüksiyonu inşaa ederken bir heykeltıraş gibi kattığı duygular seyirciyi hipnotize ediyor, doyuruyor. Sanatsal, estetik kimyasının uyuştuğu son filmi Interstellar gibi daha fazla eserde görmek istiyor insan kendisini. Umarız ki en yakın zamanda.