"Latin Amerika’nın tozu, toprağı, güneşi hala üzerinde Emin Turan’ın. 2013 yılında çıktığı Arjantin, Bolivya, Şili, Ekvator, Peru ve Uruguay’ı kapsayan ve Amazon’da kıvrılan uzun bir yolculuktan döndü." Ali Şimşek Emin Turan ile konuşuyor.
Balkıyan kahverengi toprak, mora dönen dağlar, hüzünlü köpekler, kayıp bir imparatorun hüzünlü gözleri… Yüzyıllara yayılmış bir sömürge düşü, şiddet ve yaralanmış bir kıta: Latin Amerika.
Latin Amerika’nın tozu, toprağı, güneşi hala üzerinde Emin Turan’ın. 2013 yılında çıktığı Arjantin, Bolivya, Şili, Ekvator, Peru ve Uruguay’ı kapsayan ve Amazon’da kıvrılan uzun bir yolculuktan döndü. Onunla yolculuğunu ve Evin Sanat’taki son sergisi “Occi-Oriantal: Uzak Ayna” sergisi dolayısıyla, akılda kalmış başlıkla “Latin Amerika’nı Kesik Damarlarını”, renkleri ve mitleri konuştuk.
Ali Şimşek: Occidental Batı’nın bilgisi demek en temel anlamıyla, Orientalizmi biliyoruz zaten. Doğunun hayali ve temsili. Bu iki kavramı bir araya getirmek hem birbirini iten hem de tamamlayan bir bağlam kuruyor.
Emin Turan: Latin Amerika konusunda, filmlerden gazetelerden oluşmuş bir Batılı yargı var. İşte çok tehlikeli bir bölge ya da yoksulluk içinde kıvranan bir coğrafya olduğu gibi… ben öncelikle bu yargıya karşı bir mesafe koymaya çalıştım. Türkiye ile birçok ortak nokta var. Özellikle siyasal yaşamında, işte Şili’deki askeri darbe neredeyse buradakiyle aynı biçime ve tarihlere sahip. Batılı göz olmadan burayı ve orayı birlikte görmek önemli. İspanyolca çalışıp gittiğim için yerliler ile birebir ilişki kurma olanağım oldu. Onlarla aynı çadır ve barakalarda kaldım. Hijyenik bir turist yaşantısından uzak kalmaya çalıştım. Latin Amerika kuzeye doğru çıktıkça daha trajik bir hal alıyor. Narko trafiğin ürettiği şiddeti her milimde hissedebiliyorsunuz.
Latin Amerika düşlerin ülkesi bir tarafıyla. Gündelik hayatın her yerine sinen bir yoğunluğu görebiliyorsunuz. Bunda coca yaprağı gibi halusijen maddeler ile iç içe yaşamalarının katkısı da var elbette.
Müzeleri dolaşırken, yapıtlara bakarken müthiş barok hisler duyabiliyorsunuz. 15. yüzyıldan bu yana süren sömürgeci şiddetin, Katolikliğin, yerli algısıyla kesişerek tuhaf bir estetik doğurduğunu görüyoruz. Özellikle çürüme, ölüm ve şiddet her imgeye sinmiş durumda.
Ben resimlerimi yaparken, kafalarımızdaki imajların ötesine gitmeye çalıştım. Onun yerine iki coğrafyanın karşılaşması, kendimle yüzleşmek üzerinden yürüdüm. Kafamdaki oryantalist tavrı sorgularken buldum her seferinde. Çünkü Latin Amerika coğrafyası, bu şablonların kuşatamayacağı kadar zengin. Çünkü Latin Amerika’ya karşı oluşmuş oryantalist imgelerle kuşatılmışız. Samimi olmaya çalıştım. Görmediğim kuşun resmini yapmadım mesala.
Amazon bir ressam için büyüleyici bir deneyim olmalı. Dünyanın en zengin paleti olsa gerek…
Amazon çok farklı. Zaten yüzde 15’ini bilebiliyoruz sadece. Amazon’u belirleyen doğa, Paçamama dedikleri Orman Ruhu. Bunu her yerde hissediyorsunuz. Amazon,dünyanın belleği gibi. Taş Devri orada uyuyor, saklanmış. İnsanlığın her döneminden bir kalıntı o yoğun doğa örtüsünün altında. Puma, Yılan ve Kondor (Akbaba) kutsal onlar için. Acayip bir canlı çeşitliliği var. Nehri bir yük gemisiyle dolaştık, hamaklarda uyuduk. Şamanik kültür çok yaygın.
Amazon dolayısıyla, resmimdeki dokudan da bahsetmek isterim, Rönesans’tan itibaren oluşmuş geometri, ızgara var. Ben bu ızgarayı, tualin devinimiyle bir birini tekrar etmeyen bir doku oluşturuyorum. Izgaraya ve geometriye karşı daha özgürlükçü bir yol. Tıpkı Amazon’un ızgaraya gelmez, dallanıp budaklanan kolları gibi. Tekrar edilemez olan.
Latin Amerika’da benim dikkatimi çeken. Groteske farklı yaklaşımları. Batı’da daha çizgisel bir anlayış varken, orada yoğun bir lekesellik ve renk ile oluşuyor grotesk.
Evet. Bolivya’da sömürgeciler bir gümüş kent kuruyorlar neredeyse. Avrupa’nın bütün gümüşü oradan gidiyor. Potasi okulu denilen bir okul var mesela. Ressamlar yerlileri çalıştırmışlar kiliseleri resmederken. Hıristiyanlık konularını yerliler çizmiş boyamış. İlginçtir elinde tüfek tutan melek resmi var. İspanyolların tüfeği. Şiddeti düşünebiliyor musunuz?
Resimlerinde köpekler dikkatimi çekti. Mitsel ama aynı zamanda şimdinin köpekleri gibi
Kolombiya’da dikkatimi çekmişti, köpeklere çöpte bile yemek yok. Kemikleri çıkmış, iskete dönmüş köpekler ile karşılaşıyorsunuz. Üzücü bir görüntü. Latin Amerika köpekler ile iç içe yaşıyor. Daha yavruyken kucakta büyütülüyor. İnsan ile ilişkiyi oradan kazanıyor sanırım. Bir bebek gibi sarmalanarak büyüyor. Sokakta kucağında köpekle dolaşanlara rastlıyorsunuz.
Atahualpa, insanı etkileyen bir resim.
Atahualpa, İspanyollar tarafından katledilen son İnka imparatoru. İspanyollar onu konuşmak için meydana çağırıyorlar ama pusuya düşürüyorlar. İncili uzatıp, “buna inanacaksın” diyorlar. Atahualpa neredeyse bir pasif direniş eylemi yapıyor. Kulağını İncile dayıyor ve “bu kitap konuşmuyor” diyor; kitabı yere atıyor. Sonrası büyük bir kıyım oluyor. Atahualpayı yakıyorlar daha sonra. Çünkü İnkalara göre sadece yakılırsa ruhu tamamen yok oluyor. Fakat yakılsa da kaybolamayan Ruh’u hemen her yerde duyumsuyorsunuz. Bütün kıta bunu soluyor.
“Occi-Oriantal: Uzak Ayna” 10 Mart’a kadar Evin Sanat Galerisi’nde izlenebilir.