A password will be e-mailed to you.

"Contemporary dediğimiz güncel sanatta yaşanan bir tıkanma, sıkıcılaşma, rutinleşme, resmi tekrar tartışılabilir ve “geri çağırılabilir” kılmaya çalışıyor gibi. Aşırı kavramsal ve “text”e bağlı giden bir rutinleşme ve standartlaşma yaşıyoruz; bu açık!" Ali Şimşek yazıyor.

Birden resim diye bir gündemimiz oldu… Bir bakıyoruz ünlü bir galeri resim ve güncel sanat arasındaki ilişkileri tartışıyor. Mehmet Güleryüz İstanbul Modern’deki sergisinin başlığını “Ressam ve Resim” koyuyor. Bir şeyler oluyor…. Ne oldu da resim ve ressam ufaktan tartışılmaya başlandı.

Bu tartışılma talebinde, bir “kriz” olduğu varsayımı örtük olarak duruyor. Örneğin Güleryüz’ün sergisi iki yıl önce olsaydı, aynı başlığa taşımayabilirdi. İsimde bir küratöryel müdahale olduğu hissi ediniyorum. Peki kriz ne? Aslında hepimiz yaşıyoruz bunu. Contemporary dediğimiz güncel sanatta yaşanan bir tıkanma, sıkıcılaşma, rutinleşme, resmi tekrar tartışılabilir ve “geri çağırılabilir” kılmaya çalışıyor gibi.

Aşırı kavramsal ve “text”e bağlı giden bir rutinleşme ve standartlaşma yaşıyoruz; bu açık! Özellikle de Türkiye’de böyle. Yaklaşık 30 yıldır süren bir güncel sanat egemenliği, neredeyse her alanı ele geçirerek “sömürgeleştirdi”, galeri ve sanatçı profilini önemli ölçüde değiştirdi. Pentür ve ressamlık eğer güncel sanata eklemlenemiyorsa açıkçası dışlandı. Peki bu eklemlenme nasıl oluyor? Daha önce yazdığım bir yazıda bunun kısa bir listesini çıkartmıştım (http://www.sanatatak.com/view/Ressamligin-Sonu-mu/854)

Tekrar sıralayayım: Öncelikle dijitalleşme, anıştırma (pastiş), grafikleşme, tireleşme, matlaşma ya da hiper realizm, camp estetiğiyle kiçi görünür kılmak, ekspresyonu mümkün olduğu kadar dışlama ve lirik duygulanımı kiçe’e havale etme, küçümseme…

Resim eğer bunlara ve sayamadığımız başka unsurlara değmedikçe, contemporary’nin alanına giremiyor, galeri bulamıyor ya da küratörler tarafından küçümsenerek dışlanıyor. Oysa aynı yazıda söylediğim gibi. Resim contemporary’nin içine girmek zorunda değil; o başlı başına özerk bir üretim biçimi. Girebilir de ama bunu resim olmasından bir şey kaybetmeden yapabilir. Karşı taraf davet etmek zorunda kalabilir. Örneğin genç kuşaktan Ahmet Doğu İpek bir ressam olarak var; güncelin içinde olması veya olmaması bu niteliğini değiştirmiyor. Bazelitz bugün bir alt metin ya da text’e ihtiyaç duymadan da ressamdır. Ya da Mehmet Güleryüz. Yani resim başka bir şey güncel sanat başka bir şey. Bir ressam bu alana girmeden de vardır. Oysa güncelin hegemonyası ve sömürgeleştirici dalgası neredeyse resme ve ressama nefes alanı bırakmıyor. Geçenlerde sevgili Özgür Korkmazgil anlatmıştı. Bu yıl Berlin’de yabancı sanatçılar ile konuşurken, Türkiye’de 60 yaş üstü sanatçının azlığına şaşırdıklarını söylemişti.

Neden acaba? Ben söyleyeyim: 1980lerde yükselişe geçen ve 1950 sonrası modernizmi başka bir dile taşıyan yükseliş, yeni ekspresyonizm, 1990’ların ortasından itibaren inişe geçiverdi. Birçok önemli ressam ustalığının lezzetini tam yaşayamadan Bodrum’a veya Datça’ya çekilmek zorunda kaldı. Bazıları ise resmini güncele uyarlayarak alana girme şansı yakaladı kendince; ama olan bu kez ressamlığına oluverdi. Çünkü resmi belirleyen malzeme, sürüş, form, espas ve kavrama gelemeyen, dillendirilemeyendi. Kavramın despotluğu için dezavantaj olan koca bir potansiyel…

Evet özellikle Türkiye’de contemporary’nin tıkanmasını daha net hissediyoruz. Şunu sıkılmadan ve çekinmeden söyleyelim. Dünya ölçeği düşünüldüğünde bizdeki üretim baya vasat! Sıkıcı yerleştirmeler, text’i çektiğimiz zaman dökülen işler, zorlama performanslar… Acı ama gerçek bu… Contemporary 1990 sonrası enerjisini tüketmiş görünüyor.

 

Pilot galeri geçen sezon başladığı güncel sanat-resim ilişkisini tartışmaya devam ediyor. Yanlış hatırlamıyorsam Erinç Seymen ve Taner Ceylan ile bir tartışma yapılmıştı. Yeni oturum ise Osman Erden’in moderasyonuyla İnci Eviner ve Nur Koçak ile devam edecek. Elbette verimli bir tartışma olacaktır. Ama yine de bir eksiklik var gibi geliyor. Eğer tartışma resim ve ressam üzerinden yürüyecekse, bu tartışmalarda contemporary’nin dışında olan ressamların da olması gerekiyor. Hem galeri hem de konuşmacılar, uzun süredir bu alanın önemli aktörleri zaten; neredeyse ressamlıkları güncel sanatın dışında ol(a)mayan sanatçılar. Yine tartışmayı contemporary belirlemiş görünecek. Oysa Hakan Gürsoytrak, Yavuz Tanyeli gibi ya da Antonio Cosentino, Fulya Çetin gibi ressamlar dahil edilebilse daha verimli ilişkiler yakalanabilir. Yani öncelikle ressamların olması gerekiyor orada. Eğer başka bir niyet ya da hegemonya kaygısı yoksa… 

Toplantı 19 Mart’ta Pilot’ta olacak. Gidip dinlemeli.

 

Sessizlik ve dağılma

Mikadonun çöpleri… Tanıyorum ben aslında onları… Yaprakları dökülmüş gövdeler, uzun ve de uzayan çubuklar gibi. Tarkovski’nin “İvan’ın Çocukluğu” filminden üzerimize akan tekinsizlik ormanı. Yapraksız ve de gölgesiz. Şevket Sönmez’in resmiyle benim çok özel bir bağım var. Galiba 2008’di, İFSAK’ta verdiğim Tarkovski seminerlerine konuk olmuştu. Çocukluğu Bulgaristan’dan Sibirya’ya uzanan bir coğrafyadan esinler taşıyordu. Şevket’in çalışmalarına sızan koca bir dünya… Merkür’de açılan yeni sergisi “Istanbulgrade” manzaraları içinde bana en yakın geleni “Mikado İstanbul” çalışması oldu. Çünkü çöplerin yerine geçen ağaçlar İvan’ın Çocukluğu’ndaki yapraksız ormandı. Tam ortasına hüzünlü bir çocuğun kondurulduğu, uçları Şehr-i İstanbula sökün eden ürpertici yükseltiler.

Tarkovski bütün filmlerine yayılan Caspar David etkisini tekinsiz çöplere dönüştürüyordu İvan’ın Çocukluğu filminde. Bir hendek ile bölünen orman, sinema tarihinin en akılda kalıcı imajlarından birini üretiyordu. Bacaklardan oluşan ve sarılmayla kuvvetlenen barış işaretini.

Şevket’in ekolinin akıcılığıyla boyadığı tuvaller, kuşlar, kaplanlar, ağaçlar, Mayakovski’nin gözleri ve daha onlarca imge, bana arkada kalmış bir dünyanın izleri olarak gelir hep.

Belki de hep o ilk tanışıklıktan diyelim… Tarkovski’nin bizi buluşturduğu tundralardan…

Istanbulgrade 4 Nisan tarihine kadar Merkür’de görülebilir.

 

 

 

 

Daha fazla yazı yok
2024-11-22 09:00:38