Şu günlerde Londra Royal Academy of Arts’da dev bir sergiye imza atan ve 1319 halktan destekçinin katkısıyla Çin’den gelen ağaç enstalasyonunu da kurumun bahçesine yerleştiren Ai Weiwei:
“Politik işadamı ya da politik hemşire diye bir tanımlama var mı? İki tip sanatçı mı var dünyada sadece? Bence politik sanatçı bir meslektaşları kaybolduğu zaman en azından nereye gittiğini sorandır. Bu politiktir, öyle değil mi? Ben kaybolduğumda sadece bir avuç sanatçı bana ne olduğunu merak etti.”
– Kendinizi bir sanatçı olarak nasıl görüyorsunuz?
Sanırım geleneksel bir sanatçı olarak tanımlanamam. Çoğu sanatçıyla kendi üretimimi kıyasladığım zaman farklı olduğum izlenimi ediniyorum. Çoğu sanatçı sadece tek bir alana odaklanıyor, tek bir yöne. Ben bunu hiç yapmadım. Hayatım sabit bir bütün değil. Çok bölümlü, farklı durumlardan oluşan bir assemblage. Sizin sorunuzu yanıtlamak adına şöyle söyleyebilirim, bütün aksiyonlarım iletişimle bağlantılı ve bu sanatımın temeli. Bu uğurda bazen kendimi formal ya da yapısal yolla, bazen bir belgesel filmle, bazen yazarak ya da söyleşi yaparak ya da yayınlarım aracılığıyla, sahnede ifade ediyorum.
-Sizin için iletişim neden bu kadar önemli?
Hayatın orta yerinde kendini ifade etme arzu var. Sanatçı üretiminin tekilliği, formu, tonu, karakteri hepsi korunması gerekenlerin başında geliyor. Bunu yapmak için çeşitli yollar var. Gerçek hayatın koşullarına ve durumlarına karşı katılımcı olmanız gerekiyor. Gerekirse kızgın olmanız da… İşin içine kendinizi koymalısınız. Sanat sıradan durumları kendine konu yapar. Bu bir. Ama bazen hayatta öyle şeyler olur ki sizin kim olduğunuz daha büyük önem taşır. Ne yaparsam yapayım bunun farkındayımdır. Sanırım diğer sanatçılardan en büyük farkım bu, onların kendileri için bir imgeleri olmasında. Çoğu daha kim olduklarına kendilerini henüz ifade etmeden karar veriyor. Kişisel olarak ben kendim hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Eylemlerim bana kim olduğumu söylüyor, nereden geldiğim ve nerede nereye gittiğim…
“İNTERNETE MÜTEŞEKKİRİM”
-Hayatınızın hangi noktasında iletişim aracı olarak sanatı kullanmaya karar verdiniz?
Çok geç. Neredeyse 20 yaşındaşdım sanat okuluna ilk kez gittiğimde. Okuldan sıkılınca başladım hatta. Okulda öğretilenlerle ilişki kuramadım. Sonra Amerika’ya gittim, Parsons School of Design’a. Orada da rasyonalist eğitimin ilkelerine adapte olamadım, özellikle sıradışı geçmişim yüzünden. Neye ihtiyacım olduğunu ne istediğimi tanımlamak, aşağı yukarı 30 yılımı aldı: 1970’lerin sonuyla 2000’lerin başı… O sırada o kadar da üretken değildim. İçten içe, sanattan, sanatçı olma fikrinden vazgeçmiştim. Başka, bana tatmin veren şeylerle ilgileniyordum. Sanata kendimi adama fikri 2005 yılında geldi, Bern’deki müze, Kunstmuseum in Bern bir sergi teklifiyle geldiğinde… İşte o zaman bir mekanın eylemlerimle ahenk içinde olabileceğini idrak ettim.
-Bugün kim olduğunuzu kim ya da neyin sayesinde oluştu?
Bugün ne olduğumu tamamen internete borçluyum. 2005’ten beri benim için büyük bir saplantı. İnternet’e müteşekkirim, blogumu yazıyorum, tanımadığım insanlarla ilişki içinde olabiliyorum, neler olup bittiğini öğreniyorum. İnterneti ilk keşfettiğimde sanat önceliğim değildi. Sadece tanımadığım insanlarla iletişim için kullanıyordum. Bern sergisiyle birlikte bunu sanatsal bir içerik olarak ilk kez ele aldım. Küratörün tepkisiyle ilgili tereddütlerim vardı ama kabul etti. Sonuç çok zenginleştiriciydi. Tam da bütün enerjimi toplumsal konulara akıtıyor ve Çin’deki sansüre karşı çalışırken….
-İnternete olan ilginiz nereden geliyor?
O uygarlığın bir meyvası. İnsanın kendini yeni bir bireye doğru dönüştürebileceği fikri… İnternet bunların hepsinin ötesinde kişinin toplumsal, ekonomik ve politik gücü olmadığında bilgi ve birikime kendini açmasını sağlayacak bir çözüm. Her gün özgürce kendini ifade etmeni sağlıyor. O yüzden radikal bir mutasyonu temsil ediyor, hayatın her alanına dokunan ve dokunacak…. Web ile büyüyen genç kuşaklar yepyeni derin bir değişimin kaynağı olacaklar.
-Blogunuzu sadece politik amaçlarla kullanmıyorsunuz. Aynı zamanda o sizin kişisel bir günlüğünüz…
Politika ve özel hayat, kişisel günlük gibi ayrımlar yapmıyorum. Böylesine keskin ayrımlar bana çalışmaz. Ben, oldukça basit, ne gördüğünü gören ve yapan biriyim. Penceremi böyle tanımlarım, rüzgara, havaya ve güneşe doğru açarım. Hayatım bir bütündür onu bölemezsiniz.
-Bazen şu izlenime kapılıyorum, bir sanatçı, bir erkek ve kurgu yazarı arasında gidip geldiğiniz izlenimine…
Sürekli arıyorum, kendi’yle boğuşuyorum. Bu her şey ve hiçbir şey olabilir. Oldukça kuvvetli bir ihtimal ölmeden önce hiçbir yere varmayacağım. Yazmak, sanat ve toplumsal eylemler benim misyonumu tamamlıyor. Bunların beni nereye taşıyacağını nasıl bilebilirim ki?
-Sınırları zorlamayı deniyor musunuz?
Hayır, önemli olan yeni deneyimler, birinin basit olarak diyebileceği gibi hayat. Göğüslemem gereken tek sınırım zaman olabilir. 81 gün hapisteydim. İki polisin beni gözetlediği bir odanın içinde… İşte o zaman sınır olarak zamanı tecrübe ettim. Geçmesi imkansız olan.
-Ne öğrendiniz hapisten?
Otoriterlerin en korktuğu şeyi idrak ettim: özgür iletişimden, bu onların doktrinine hiç uymuyor. Onlar, insanın kendini ifade etmesini baştan suç olarak görüyorlar. Çünkü o kontrol edilemez. Benim mekan ve zamanla sınır olarak deneyimim onların bir sanatçıdan nasıl korktuğunu anlamamı sağladı. Neden onların gözünde tehlikeli olduğumu anlamamı… Ben üretimimde aklımdan geçen her şeyi ifade ediyorum, bazen formla bazen eylemlerimle ama meşru bir çerçeve içinde. Onlar neden benimle konuşmuyor? Neden müzakere etmiyor? Neden hep engelliyor? Gerçekten neden korkuyorlar? Hapiste hep soruları düşündüm. İktidarın bireyin özgürlüğünü bastırmak üzere nasıl tahakküm kurduğuyla ilgili kesin fikirler edindim.
-Şu çıplak fotoğrafınızı anlatın bana…
Benim için o imge bir sanat eseri değil. Bazı insanlar öyle görüyor ama o adi bir suç kanıtı. Tam hapse girmeden önce çekildi. İnternette insanlar hep benimle tanışmak istiyor. Ben de onlara bir çağrıda bulundum. Çıplak çekinin ve öyle Web’e koyalım dedim. Bu özgür iletişimi kutlamak adınaydı. Bedeni de kutluyordu. Önce 17 kişiyle fotoğraf yaptım. Hiçbirini tanımıyordum. Nereden geldiklerini bile fotoğrafların. Pornografiyle suçlandığımda çok şaşırdım. Üstüme geldiklerinde sesi kısmak için bir neden oldu onlara. Ama Çin’de pornografi Avrupa’daki gibi tanımlanmıyor. Çıplak poz veren pek çok kişi üreme organlarını kapatıyor örneğin yasaya uyarak… Neden bütün kadınların çıplak olduğunu biliyor musunuz? Teklif onlardan geldi, onların isteklerini geri çevirmek için hiçbir nedenim yoktu. Ama şunu özellikle belirtmeliyim ki fotoğrafı yayınlamadık. Web’de post ettik. Bugünlerde neyin özel ve kamusal olduğuna ilişkin farklı bir fikrimiz var. Web’de bir şey post etmek şu anda sizinle yaptığımız diyalogdan farksız. Bunun yanısıra bir polis devletinde yaşıyoruz. Bu oda dinleniyor ve biri bizi izliyor olabilir. Peki İnternet bununla ilişkili ne diyor? Eğer polis burayı basıp telefonuma el koyabiliyorsa ben neden bu fotoğrafları post etmeyeyim? İnternette pek çok insan kendini çıplak yayınlama arzusunu taşıyor. Bu imgeler onları kıyafetsiz gösteriyor. Cinsellik taşımıyor.
-Özel ve kamusal arasındaki sınırı nerede görüyorsunuz? Sadece kendi alanınızdan değil başkalarının de özel alanında post’lar yayınlıyorsunuz.
Neyin özel alan olduğuna dair farklı bir algım var. Sizin özel alan olarak nereyi gördüğünüzle benimki değişebilir. Sizi şu an fotoğraflayıp bloguma koyabilirim. Bir partide bir düğünde fotoğraflar çekip koyuyor insanlar. Bugün fotoğraf gündelik hayatın doğal bir parçası. Kimsenin fotoğrafını çekmek için izin almam. Sadece çekerim. Çünkü bugün fotoğraf çekmek, bakmaktır.
-Ne kadar ünlü olduğunuzu biliyor musunuz?
Babam 22 yaşındayken tutuklandı. Zaferi tattı ve ünlü bir şairdi. Devletin düşmanı olarak bir hayat yaşadı. Ününden yararlanma fikrini hep reddetti. Ölmeden önce bizi şöyle cesaretlendirdi: “Basit yaşa, mutlu bir hayata sahip ol, gerisini boş ver” Bütün deneyimin sonucu buydu. Kişisel olarak ben daha farklı görüyorum. Bastırılmış bir sesi duyurmak için ünden faydalınabilinir. Benim için ünümü başka amaçlar için kullanmak ayıp olur elbette. Direnmeyen insan da suça ortaktır.
-Yeni bir hareketin lideri olmak ister misiniz?
Lideri değil, güçlü bir sesi…
-Kendinizi politik bir sanatçı olarak görüyor musunuz?
Esasında sadece bir sanatçıyım. Sonra politik sanatçı olarak görülmeye başladım. Bu ilginç bir konsept. Politik işadamı ya da politik hemşire diye bir tanımlama var mı? (Gülüyor) İki tip sanatçı mı var dünyada sadece? Bence politik sanatçı bir meslektaşları kaybolduğu zaman en azından nereye gittiğini sorandır. Bu politiktir, öyle değil mi? Ben kaybolduğumda sadece bir avuç sanatçı bana ne olduğunu merak etti.
-Medya ve eleştirmenler sizi politik ifadelerle değerlendiriyor. Bu size uygun geliyor mu?
Belki bazen politik düşünüyorum. Bu sabah bir grup gazeteciyle iktidarın bozguna uğratılmasıyla ilgili konuşuyordum. Afrika ve Ortadoğu’da olan biten bize Avrupa ve Çin’de de, New York’ta Occupy Wall Street eylemlerinde de, iktidarı görüyoruz ve ona karşı yeni bir toplumsal estetik ve yeni bir davranışlar topluluğuna ihtiyaç duyuyoruz. Bunu kuvvetli bir şekilde hissediyorum. Neden politik sanatçı olarak adlandırıldığıma dair en ufak bir fikrim yok. İnternet’te çıplak fotoğraflarım var diye mi? Depremde ölenlerin ismini üstlerine yazdım diye mi? Ben ölülerin de insan gibi bir muameleye hak ettiğini göstermek istedim. Bunun nesi politik?
Kaynak: Heinz-Norbert Jocks, Kunstforum International , Temmuz 2011.